Bugüne gelindiğinde ise AKP’yi iktidara getiren koşulların ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Koşullar değişmiştir. AKP daha önce başarı ile yerine getirdiği görevlerde dahi başarısızdır. AKP’nin değişen koşullara uygun donanımı yoktur. İşbirlikçiliği çok istese de yeni sürece uygun donanım ve yetenekten yoksundur.
Her şeyden önce AKP artık inandırıcılığını kaybetmiş ve toplumsal rızayı üretememektedir. Esasında AKP’nin kaybı, özellikle Gezi Direnişi ile görünür olmuştu. Gezi’nin ardından toplumun önemli bir kesimi sisteme karşı daha çok itiraz etmeye, sokaklara çımaya başlamıştı. AKP bu itirazları yoğun bir şiddetle bastırabilmişti. Ne var ki AKP yakın bir döneme kadar özellikle muhafazakâr kesimin rızasını almayı esasta başarıyordu. Ancak AKP artık bu kesim üzerindeki inandırıcılığını da kaybetmektedir. Yolsuzlukların üç-beş maaşlı bürokratlarla, “pudra şekeri” vakalarıyla görünür hale gelen çürümenin zirve yapması nedeniyle AKP’nin dini söylemleri- demagojileri de etkisini kaybetmiştir. Zaten bir süredir ülkeyi kasıp kavuran ekonomik kriz halkın daha çok yoksullaşmasına, sefaletin büyümesine yol açmıştır. Enflasyon artarken alım gücü düşmüş art arda gelen zamlarla en temel gıda ürünleri dahi lüks haline gelmiştir. Fahiş zamlarla önemli bir kesim temel ihtiyaçlarını bile gideremeyecek duruma sokulmuştur. İnsanlar geçinemediği için intihar ederken, çöpte yiyecek arayan, pazarda çürük sebze-meyve toplayan insan görüntüleri her gün basında, sosyal medyada görünür olmaya başlamıştır. Dolayısıyla bu yoksullaşma muhafazakâr kesimlerde dahil en geniş halk kitlelerinin sisteme yönelik öfkesini büyütmektedir. Artık inandırıcılığını hepten kaybetmiş olan AKP, dini söylemlerle-hamasetle artan sömürünün, yoksulluğun üzerini kapatamamakta muhafazakâr kesimlerin dahi rızasını üretememektedir. İşte rıza üretemediği içindir ki tepkileri bastırmak adına halka karşı daha çok şiddet uygulamak, faşist baskıları artırmak durumunda kalmıştır. En ufak bir hak talebinin, kitle eyleminin dahi üzerine binlerce polisle gidilmektedir. Sosyal medyada, sokakta en küçük bir eleştiri hatta yakınma bile gözaltı ve tutuklama nedeni olabilmektedir. Baskının tırmandırılması halkın sisteme yönelik öfkesini artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Halkın artan hoşnutsuzluğu her an sokağa taşma ve düzeni sarsma potansiyelini bağrında taşımaktadır. Burjuva muhalefet bile bundan korkmakta ve onun önünü kesmek için çeşitli söylemler geliştirmektedir.
Yukarıda da vurguladığımız gibi hâkim sınıflar ve emperyalistler sömürüyü artırırken toplumun rızasını üretmeye büyük önem verirler. Zira rızasının üretilmediği, salt baskıyla, şiddetle düzenin sürdürülebildiği koşullarda sistemin “bekasının-güvenliğinin” de tehlikede olduğunu bilirler. Bu sebeple AKP’nin artık rıza üretememesi, sistemi aklayamaması hâkim sınıflar ve emperyalistler tarafından büyük bir sorun olarak görülmektedir. Çıplak şiddet, karşı şiddetin hızla örgütlenmesine zemin hazırlar. Devletin ideolojik aygıtları güçsüzdür artık. Sistemin temel ideolojik söylemi; adalet, hukukunun herkese eşit uygulandığı yalanıdır. Yine eğitime herkesin eşit ulaşımı vb. yalandır. AKP, gelinen aşamada burjuva devletin ideolojik söylemlerini yerine getiremiyor. Bu bir bütün sisteme güveni sarsıyor.
Diğer yandan emperyalistlerin, başta da ABD’nin küresel stratejileri değişmeye başlamıştır. Yukarıda da vurguladığımız gibi AKP, BOP’un bir ürünü olarak Türkiye’de iktidara taşınmıştı. ABD bu proje kapsamında TC’ye önemli bir rol biçmişti ve bu rolü yerine getirebilecek en uygun ekibin AKP’de olduğunu düşünmüştü. Ancak bugün gelinen aşamada emperyalistler arası güçler dengesinin değişmeye başlaması nedeniyle ABD açısından Ortadoğu bölgesi öncelik olmaktan çıkmış, BOP ve “ılımlı İslam projesi” rafa kaldırılmış durumdadır. ABD Ortadoğu’yu hedef tahtasına oturttuğu BOP saldırısını devreye koyduğu dönemde rakipsiz olduğunu düşünüyordu. Ancak özellikle 2008 krizinin ardından ABD güç kaybetmeye, Rusya ve Çin ise her alanda güçlerini tahkim etmeye başladı. Özellikle Çin ekonomik alanda bugün ABD’yi yakalayacak bir seviyeye ulaştı. Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanında ABD’nin karşısına güçlü bir rakip olarak çıktı. Rusya da askeri ve siyasi manevralarla, D. Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu’daki etkisini yeniden güçlendirdi. Bu sebeple küresel hegemonyasını yeniden tesis etmek isteyen ABD, bugün stratejisinin odak noktasında Rusya ve Çin’i almak zorunda kalmıştır. ABD’nin bugünkü temel amacı Rusya ve Çin’i çevreleyerek etki alanlarının genişlemesini önlemek hatta mümkünse geriletmektir. Bu doğrultuda ABD güçlerini Rusya ve Çin’in çevresinde (Asya-Pasifik, Doğu Avrupa ve Karadeniz’de) yoğunlaştırmaya başlamıştır. Haliyle ABD, Çin ve Rusya’ya odaklanmışken, Ortadoğu’ya eskisi kadar enerji ayırmayı düşünmemektedir. Bu sebeple zaten Esad rejiminin çökertilememesinin ardından başarısızlığa uğrayan ve rafa kaldırılan BOP’u artık hepten rafa kaldırmıştır. BOP’un rafa kaldırılması, Ortadoğu’nun öncelik olmaktan çıkması bile başlı başına, AKP’nin ABD nazarındaki önemini kaybetmesine yol açmıştır.
ABD müttefikleri ve uşaklarından yeni dönemin koşullarına ve stratejilerine uygun bir konum almalarını istemektedir. Bu doğrultuda müttefik ve uşaklarından, Çin ve Rusya’ya karşı cephe almalarını ve bu güçlerin çevrelenmesine, baskılanmasına aktif bir şekilde katılmalarını beklemektedir. Bu çerçevede TC’ye Karadeniz’de Kafkaslar ve D. Avrupa’da Rusya’ya karşı NATO’nun sürdürdüğü faaliyetlere destek olma misyonunu biçmiştir. Ne var ki AKP, yeni dönemin koşullarına uyum sağlayamamaktadır. Zira AKP’nin aklı hâlâ Ortadoğu’da ve BOP’ta kalmış durumda. AKP, BOP’un eşbaşkanlığına atandığı ilk dönemde, ABD’nin desteği ile bölgenin lider gücü olma hülyalarına kapılmıştı. Bu sebeple BOP’un başarılı olması için elinden geleni yapmıştı. O kadar ki ABD, Suriye’de Esad rejimini devirmekten vazgeçip BOP’u rafa kaldırdıktan sonra dahi AKP, BOP’ta ısrar etmiş, ABD’yi de buna ikna edebileceğini düşünmüştü. Bu doğrultuda ABD’nin gözden çıkarttığı Müslüman Kardeşlerle ilişkilerini sürdürmüş, Esad’ı devirmeye dönük faaliyetlerine devam etmişti. Bu ısrar ters teperek ABD ile ilişkilerin gerilmesine ve Ortadoğu’dan dışlanmasına yol açmıştı. Bunun üzerine AKP, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da kendine bir miktar da olsa alan açabilmişti. Özellikle Rusya’nın onayıyla Rojava’da bazı alanları işgal edebilmişti. Bugün de Rusya ve ABD arasında sözde “denge” (gerçekte şantaj ve kendini pazarlama) politikasını sürdürerek emperyalistler arasında Ortadoğu’da süren paylaşım mücadelesinden faydalanabileceğini, elde ettiği kimi kazanımları koruyabileceğini düşünüyor. Yine de KUH’un Rojava’da statü elde etmesini önlemek adına da AKP (ittifak güçleri MHP ve Perinçek’in de zorlamasıyla) özellikle Suriye’deki varlığını korumaya hatta büyütmeye çalışıyor. Suriye’de, hatta bir bütün Ortadoğu’da var olabilmek için de Rusya’ya tavizler vermeye devam ediyor. Onunla ilişkilerini korumaya çalışıyor. Tüm bu faktörler ABD’nin yeni dönemde TC’den beklediği Rusya’ya karşı açık cephe alma Karadeniz’de, D.Avrupa’da NATO’nun vurucu gücü olma görevlerini AKP’nin yerine getirmesini olanaksız kılıyor. Zira AKP biliyor ki Rusya’ya karşı açıktan cephe alırsa Suriye’deki varlığını koruması imkânsız hale gelecektir. Bu da her ne olursa olsun Rojava ve KUH’a yönelik saldırganlığın sürmesini isteyen MHP ve Perinçek taifesi ile AKP’nin kurduğu ittifakı tehlikeye atacaktır. Bu sebeple de AKP, ABD’nin ondan beklediği adımları bir türlü atamamaktadır. Ancak ABD’yi de cepheden karşısına almamak adına Karadeniz’de, Ukrayna’da Rusya’ya karşı (Ukrayna’ya SİHA satmak gibi) birtakım hamleleri de yapmaya çalışıyor. Hatta “Karabağ’da, Libya’da, İdlib’de Batı adına Rusya’yı dengeleyen biziz” diyerek ABD’yi idare edebileceğini düşünüyor. Elbette bu “kurnazlık” bir işe yaramamakta, ABD bu şantaj siyasetini kabul etmemektedir. ABD’nin AKP’ye “Ortadoğu’yu bırak, Rusya’ya karşı cephe al” şeklindeki dayatması sürmektedir. Özellikle Biden’ın başkanlığa gelmesinin ardından ABD’nin bu yöndeki baskısı artmıştır. AKP kasaba politikacıları gibi günü kurtarmaya çalışırken gelişmenin bir aşamasında sözlerini yerine getiremediği gibi herkese mavi boncuk dağıtmanın da sonu geliyor. Olan emekçi halka oluyor. Verilen sözlerin bedelini emperyalistler fazlasıyla almaktadır. Yarı-sömürge politikacıların hazin sonu ile karşı karşıyayız.
Burada altını çizmek gerekir ki yalnızca ABD ve AB değil hâkim sınıflar da AKP’nin yürüttüğü dış politikadan ziyadesiyle rahatsız olmaya başlamıştır. Zira Türk komprador burjuvazisinin çok büyük bir kesiminin çıkarları ABD ve AB’li tekellerle iç içe geçmiştir. Birçok komprador bu tekellerin ülkedeki acentesi konumundadır. Dolayısıyla ABD ve AB’li emperyalistlerle ilişkilerin gerilmesi komprador burjuvazinin de çıkarlarını zedelemektedir. Haliyle kompradorlar, AKP’den bir an önce ABD ve AB ile ilişkileri yeniden toparlamasını beklemektedir. Ayrıca AKP’nin ihvancı-yayılmacı politikası Ortadoğu’da İsrail, Mısır, Irak, S. Arabistan ve BAE gibi birçok devletle salt siyasi değil, ticari ve ekonomik ilişkilerin de bozulmasına yol açmıştır. Bu durum Ortadoğu ile ticaret yapan birçok kompradorun pazarını kaybetmesine yol açmıştır. Haliyle komprador burjuvazi bölge ülkeleriyle de ilişkilerin düzeltilmesini istiyor. AKP’de son dönemde bu yönde adımlar atıp Mısır, İsrail gibi devletlerle perde arkasında görüşmeler yürütse de bu aktörlerce güvenilmez olarak bulunduğu için bir türlü istediği sonuçları alamamıştır. Dolayısıyla hâkim sınıflar da artık anlamıştır ki AKP hükümette kaldığı sürece Ortadoğu’da ki pazarların yeniden kazanması mümkün olmayacaktır.
AKP döneminde özellikle son 3-4 yıllık süreçte TC, KUH’a karşı oldukça geniş bir cephede savaş yürütmeye başlamıştır. “Önleyici Savaş” adı altında Irak ve Suriye’de yeni alanları istila edip, buralara üsler kurmaktadır. Hâkim sınıfların KUH’un ezilmesine elbette itirazı yoktur. Ancak özellikle ekonomik kriz koşullarında bu savaşın maliyeti hâkim sınıflar için taşınması zor bir yük haline gelmiştir. Hâkim sınıflar devletin halktan gasp ettiği kaynakları en azından bu kriz döneminde savaşa değil daha çok kendisine peşkeş çekilmesini istiyor. Tam da bu sebeple Kürtlerin bir dönem daha “barış ve çözüm” söylemleri ile aldatılarak, pasifleştirilmesini istiyor. Ancak Kürt meselesinde MHP çizgisine gelmiş olan açık bir ırkçı-şoven dil kullanan, 20 yıllık iktidar döneminde halk düşmanı karakteri iyice teşhir olmuş AKP’nin bu görevi de yerine getiremeyeceği açıktır. Kürtleri kandırma, onlar için “inandırıcı” olma durumunu da hepten kaybetmiştir. KUH’la savaş, hâkim sınıflara öğretmiştir ki salt savaşla bu sorunu bitirmek olanaklı değildir. Onun yanında “barışçı” adımlara da ihtiyaç vardır. AKP gelinen aşamada bunu yapma yeteneğini yitirmiştir.
Son olarak, bugün hem dünyada sert bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Bu krizin Türkiye’deki yansıması yarı sömürge yarı feodal niteliğinden ötürü halihazırda bile hemen her kesimi ürkütecek düzeydedir. AKP bu krizi halkın sırtına yıkarak aşabilecek politikalar-projeler üretme “becerisini” göstermek çabasındadır. Oysa dünya çapındaki bu kriz karşısında hiçbir şansı kalmamıştır. Krizin sürmesinin ve etkisini büyütmesinin önüne geçilemiyor. Krizin aşılamaması, kâr oranları bir miktar düşen uşakların da tepkisini çekiyor. Ayrıca AKP iktidara geldiği ilk dönemde hâkim sınıf fraksiyonlarının bütünün çıkarlarını aynı oranda takip ediyor, hepsinin kâr oranlarını artırmasının sağlıyordu. Halktan gasp edilen değerlerin peşkeş çekilmesinden hâkim sınıf kliklerinin bütünü bir şekilde “paylarını” alıyordu. Nitekim bu durum sermaye sınıflarının bütününün yıllar boyunca AKP’nin arkasında blok olarak durmalarına yol açmıştı. Bugün ise krizle birlikte pasta küçüldükçe, AKP öncekinin aksine dar bir komprador burjuva ve toprak ağası grubun çıkarlarını öncelemeye başladı. Nitekim tüm “kamu” ihalelerinin “beşli çete” denilen müteahhit grubuna verildiği görülüyor. Burjuva devlet ve hükümet ilişkisine ters olan bu durum AKP’nin dar bir grup dışında peşkeşten, rant dağıtımından yeteri kadar pay alamadığını düşünen hâkim burjuva kliklerinin desteğini kaybetmesine yol açmıştır. Büyük komprador-bürokrat burjuvaların çatı örgütü olan TÜSİAD’ın son dönemde AKP’ye karşı yaptığı çıkışlar bu durumu net bir şekilde gösteriyor. Özcesi AKP kendi bindiği dalı bizzat kendi eliyle kesiyor. Ayrıca, emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı kriz salt ekonomi ile sınırlı değil, ideolojik hegemonya kurma krizi de yaşıyor. Yani burjuva değerler teşhir olmuştur. Dünya genelinde “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “bireyin kutsiyeti” sorgulanıyor. AKP ise bu aşınmayı düzeltmek bir tarafa uygulamaları ile daha da boyutlandırıyor. Yani sürecin ruhuna ters uygulamalar sergilemektedir. Nihayetinde tüm bu faktörlerin bir araya gelişi emperyalistlerin ve komprador burjuvazinin, AKP’yi gözden çıkarmasına yol açmıştır. Biden’ın, RTE’yi muhatap olarak kabul edip onunla doğru düzgün görüşmemesi, D. Akdeniz’de Yunanistan’ı açıktan desteklemeye başlaması, TÜSİAD’ın çıkışları vs. AKP’nin gidişinin hazırlandığını gösteriyor. Özellikle, RTE şovenizm pompalayarak ekonomik krizi örtmek ve tabanını konsolide etmek adına son günlerde Rojava’ya yeni bir operasyon gerçekleştirme arayışına girmişti. Bunun yapabilmek içinde ABD ve Rusya’ya her türlü tavizi vermeye hazırdı. Ancak Biden yönetimi, RTE’yi güçlendirme amacı güden böyle bir operasyona izin vermeyeceğini açıkça söyleyerek AKP’yi kesin olarak gözden çıkarttığını da bir kez daha göstermiş oldu. RTE her ne kadar gitmemekte dirense de emperyalistlerin ve uşakların desteğini kaybetmesi eninde sonunda iktidarı da kaybedeceği anlamına geliyor. Emperyalistler ve hâkim sınıflar yeni dönemin görevlerine adapte olacak bir ekibi hükümete taşımaya hazırlanıyor. CHP ve taifesi de bu görevleri yerine getirebilecek donanıma sahip olduklarını emperyalistlere ispatlamak için elinden geleni yapıyor. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununa ilişkin çıkışları bu çabanın bir ürünüdür. Emperyalistler ve uşakları bir dönem daha “barış-çözüm” söylemleri ile oyalayabilecek bir ekip ararken, CHP “bunu ben yapabilirim, beni destekleyin” diyor. Yine emperyalistler ve hâkim sınıflar yeni sömürü politikalarını devreye koyabilecek ama aynı zamanda halkı aldatıp rızasını üretebilecek dış politikayı NATO ve ABD ile tam uyumlu hale getirebilecek bir ekip isterken, CHP bu görevlerinde hepsine talip olduğunu açıkça söylüyor.
Kuşkusuz daha önce yaptıkları gibi egemenler yaşanacak bir hükümet değişimini halka büyük bir dönüşüm hatta devrimmiş gibi sunmaya çalışacaktır. Her türlü hükümet değişiminde hâkim sınıflar yaşanan tüm sorunların hükümetten gidenlerin sırtına yıkıp, yeni hükümeti de kitlelere sözde bir “umut” gibi sunarak, sistemi aklamayı hedeflerler. AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemde de bu yapılmıştı. Şimdi de AKP’yi gönderirken aynı şeyi yapmaya çalışacaklardır. Böylece gelen hükümet yeni saldırı ve sömürü politikalarını ciddi bir direnç ile karşılaşmadan hayata geçirebilecektir. Bu noktada devrimcilerin uyanık olması, egemenlerin bu oyununu bozması gerekmektedir. Hükümet değişimlerinin, halkın hiçbir sorununu çözmeyeceği, şimdiye kadar da çözmediği halka iyice anlatıp, çözümün devrimde yani sistemin yıkılmasında olduğu her fırsatta vurgulanmalıdır.
Sonuç olarak; AKP’yi iktidara getiren dinamikler yok olmuştur. Özetlersek;
*Dünya emperyalist-kapitalist sistem derin bir kriz içine girmiştir. Bu kriz ekonomik-siyasi ve ideolojiktir.
*Emperyalist-kapitalistler arasında çelişkiler ve mücadele alan ve öncelikleri değişmiştir.
*Emperyalizm ve yarı-sömürge ilişkilerinde ciddi farklılaşmalar olmuştur.
*ABD emperyalizmi diğer emperyalistler ve yarı-sömürgeler üzerinde hegemonya kurmakta zorlanmaktadır.
*BOP ve Ilımlı İslam Projesi rafa kaldırılmıştır.
*Neoliberal sermaye birikim politikaları tıkanmış ve kriz yaşanmaktadır. Pandemi krizi derinleştirilmiştir.
*Türkiye’de krize paralel rant pastası küçülmüş, buna paralel hâkim sınıfların fraksiyonları arasındaki mücadele kızışmıştır. Bu durumda AKP tüm fraksiyonların çıkarlarını koruyamaz olmuştur. Dayandığı taban ciddi derecede daralmıştır. AKP’yi güçten düşüren önemli bir etmen de budur.
*Türkiye’de uzun süredir devam eden kriz halkta yeni bir bilinç oluşturmuştur. Bu bilince karşı AKP yönetme becerisini kaybetmiştir. Kaldı ki halkın kendiliğinden oluşan bu bilinci tamamen AKP karşıtıdır ve artık bundan dolayı AKP’nin söylemleri kitlelerde yankı bulamamaktadır. Tehlike, bu bilincin düzen içinde eritilmesidir. Bu anlamı ile gelişen süreçte esas tehlike hâkim sınıfların diğer kliğinden gelmektedir.
*Kürt sorunu uluslararası bir sorun olarak güncel olmayı sürdürmektedir. AKP bu sorunu hâkim sınıflar adına yönetememektedir. Sürdürülebilir “çözümler” üretememektedir.
*20 yıldır toplumsal yapıda ciddi değişimler olmuştur. AKP’nin iktidara geldiği zamanki toplumsal gerçeklikten farklı bir toplumsal gerçeklik olmuştur. AKP bunu okuyamamaktadır.
Özcesi dünya ve özelde Türkiye 20 yıl önceki halinde değildir. AKP Türkiye’nin siyasi çöplüğüne atılma sürecindedir.
Burjuva cephede değişimin yönü, verili koşulda böyle gözükmektedir. Komünistler değişimin yönüne göre pozisyon aldıklarında ciddi gelişme dinamikleri yakalayacaklardır. Tüm veriler kopacak fırtınanın habercisidir. Buna hazır olmak elzemdir.