Gerçek sorunların dinamiği halkın ihtiyacı olan ve dolayısıyla eylemi de olacak devrime işaret eder. Tam da bu nedenle tüm egemen yapılar halkın gerçek sorunlarını ya perdeler ya da kendi sistemlerine bağlamak üzere yönlendirirler. Bunun gerçek ve sonuna kadar dirayetli tek alternatifi halkın eyleminin zaferini koşullayan kızıl güzergahtır. Bunun önüne konan engelleri kaldırarak ilerlemek için söz konusu bu engelleri tanımak, izlemek ve tüm gerçeklikleriyle halkımıza kavratmak zorundayız.
EGEMEN BLOKLARIN KAPIŞMASINDA ÖFKE ARTIYOR
AKP-MHP faşist iktidar bloku gerilemekte olan her türden desteği yitirmemek için, geçmişte kendilerinin düzenlediği seçim sistemini bugün yine kendi çıkarlarına ve ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde değiştirmek de dahil içerde ve dışarda bir dizi hamle yaptı. Verili dengeleri korumaya, sürdürmeye yönelik bu yoğun çabanın başarılı olacağına dair kısmi bir muamma olmakla birlikte bu blok için destekler her geçen gün azalmaktadır. Bunun farkında olan bu hâkim blok, faşist diktatörlüğün tüm olanaklarını kullanarak rakibi diğer egemen sınıf blokunu yoğun bir baskı altına almaya çalışmakta ve “Millet İttifakı”nda kümelenen “muhalefetin” bütünlük kazanmasını engelleyecek politik ortamlar, tartışmalar, çatışmalar yaratmaktadır. Bu eksende “terörizm”, “milli beka” gibi başka milliyetçi devletlerin de güçlü biçimde ve yaygın olarak kullandıkları şoven argümanları polis-yargı ayağıyla bilhassa CHP üzerinde etkin bir baskı mekanizmasına çevirmektedir. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun 11 yıl önce söylediklerine “kamu görevlisine hakaret ve devleti alenen aşağılamak” gerekçesiyle verilen ceza ve bunun sonucu olarak devreye giren siyaset yasağı bu politikanın bir sonucudur. CHP üzerinden “vatan hainliği”, “gayri millilik”, “terörizm destekçiliği” ise rutin bir politik söylem olarak rahatlıkla ve sıklıkla kullanılmaktadır. AKP-MHP bloku devlet olanaklarını “rakip bloka” karşı daha açıktan kullanmaktadır. Muhalefeti izlediğini, dinlediğini en gevşek halleriyle ifade etmekten de hiç çekinmemektedir. Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçisiyle yemekte bir araya gelme görüntülerinin servis edilmesiyle zirveye çıkıldığı sanılsa da şimdi Kılıçdaroğlu’nun kimlerle ne konuştuğu kamuoyuna bizzat İçişleri Bakanı aracılığıyla anlatılmıştır! Deva Partisi’nden Metin Gürcan’ın “ajanlık” suçlamasıyla tutuklanması, bu kesimin milletvekillerinin ve yöneticilerinin sürekli dinlendiği ve izlendiğini ima eden bilgilerin meclis kürsüsü de dahil her platformda yine İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilmesi, bu kesimin destekçisi olan basın yayın kurumlarına yönelik baskı ve de yazarlara-yorumculara yönelik fiili saldırılar, davalar artık sürekli gündemdedir. Seçim tarihi yaklaştıkça bu çatışmanın, baskının dozu artmaktadır. Bu durum iki faşist blok arasındaki mücadelenin keskinleştiğini göstermektedir.
AKP-MHP blokunun baskısına karşı, CHP önderliğindeki diğer blok özellikle ekonomik-siyasi krizin tüm sonuçlarını bir kaldıraç olarak kullanmakta ve bunu merkeze almış görünen karşı hamleler yapmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, TÜİK, Merkez Bankası, Et ve Süt Kurumu gibi kurumlara Kılıçdaroğlu ekonomik ve siyasi sorunlara paralel olarak gündem oluşturacak şekilde “ziyaretlerle” gerginliği tırmandırmakta, elektrik faturası yatırmama ve karanlıkta kalma gibi “eylemlerle” hamlelerini çeşitlendirmektedir. Son olarak 13 Mayıs’ta “terörist yetiştirme”, “seçim güvenliği sorunu yaratma misyonu” üstlendiğini ifade ederek Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanının kurduğu kontra örgüt olan SADAT’ı gündeme getirdi. Bunları yaparken kitlelerin inisiyatifini silikleştirmek, olanaksızlaştırmak için de özel bir çaba harcamaktadır. Sokak eylemleri hakkındaki esaslı uyarılarının temelinde bu var. Büyük bir kapışmanın önünü almak için yoğun gayret göstermektedir.
Karşılıklı hamlelerin seçim süreci yaklaştıkça sertleşeceği rahatlıkla söylenebilir. Halk kitleleri sözde bu büyük kapışmadan çıkar umacak şekilde şimdiden seçime hazırlanmaktadır.
Ülkede yaşanan ekonomik ve politik kriz, emperyalist güçler arasında Rusya’nın Ukrayna işgali ile tırmanan çok boyutlu çatışma ve gerginlik genel kriz iklimini daha da katmerli hale getirmiştir. Faşist diktatörlüğün sıkışmışlığına dair belirtiler ekonomik sıkıntılarla sınırlı değil. Özellikle dış politikada ABD emperyalizmiyle daha fazla uyumlu olma, onun yönelimi için işlevli olma çabası ve güven tazeleme zorunluluğu onu bilhassa Ortadoğu-Afrika hattında yeni dengeler kurmaya zorlamaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri’nden İsrail’e, Mısır’dan Suudi Arabistan’a, İran’dan Suriye’ye kadar bir dizi devletle ilişkilerine yeni bir biçim verme arayışıyla faşizm bu süreçte, kendilerinin söylemiyle “olmadık hallere” girmiştir. Bu, bugüne kadar taktik hamlelerle elde ettiği ne kazanım varsa tehdit altına girecek yeni bir duruma işaret etmektedir. Faşist diktatörlük bu açıdan da ciddi bir yönetme problemi yaşamakta ve emperyalistler nezdinde güven sorununa da işaret eden iç krizlere tutulmaktadır. Ömer Çelik ile Cahit Özkan’ın söylemleri arasındaki uyuşmazlık dikkat çeken bir problemdi…
Bu çok boyutlu ve kapsamlı kriz içinde hiç kuşkusuz en ağır fatura Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden emekçi halka kesilmektedir. Eriyen ücretler, iflasa sürüklenen küçük esnaf, artan işsizlik ve günbegün devam eden zamlar ağır bir yoksulluk ve sefalet getirmektedir. En temel ihtiyaçların karşılanamaması veya bu konuda oluşan ciddi endişeler genişleyen bir kesimin gündemini işgal etmektedir. Bu alandaki kötüleşme boyutlanarak devam ediyor ve daha çok haber konusu oluyor.
Bu yokluk, yoksunluk ve yoksulluk koşulları içinde hak ve özgürlüklere yönelik saldırılar da kaçınılmaz olarak yoğunlaşmaktadır. Kürt düşmanlığı olarak somutlaşan şovenizm, Kürt ulusunun yok sayılması ve faşist diktatörlüğün Kürdistan’ın her bir parçasındaki saldırganlığı toplum nezdinde kanıksanır bir olaya dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu güçlü şoven histeri artık ülkemizde bununla sınırlı değildir: Afgan, Pakistan ve Suriyeli göçmenler öne çıkarılarak genel olarak göçmenler üzerinden de benzer bir histeri üretilmektedir. Faşist kliklerin her biri aynı amacı güden ama ayrı yol veya yöntemlerle göçmenleri suçlu gösteren veya onların kendilerini rahat hissedemeyecekleri bir ortam yaratmaktalar. Bunun doğrudan bir amaç olmaması hiçbir şeyi değiştirmez. Bu eksene dayanan politik yönelimler tırmandırılmaktadır. Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’nin varlık zemini adeta göçmen düşmanlığı olmuştur. Göçmenleri merkeze koyarak dünyanın Türkiye üzerideki büyük oyunlarından söz eden bu tam kullanışlı şovene karşı AKP-MHP bloku bilhassa Suriye politikası için göçmenleri dolgu malzemesi olarak kullandı. Bunun aynı zamanda emek pazarını ucuzlatmanın bir aracı olarak da kullanıldığı sır değildir. Tüm bunlar özde göçmenlere yönelik düşmanlığın ya da göçmenlerin açmazlarını kendi çıkarları için onları alete dönüştürmenin biçimleridir. Bu şekilde hem siyasi hem de ekonomik krizin faturası sistemden hızla göçmenlere pay edilebilmektedir.
HER CEPHEDE DAHA ÖRGÜTLÜ VE DAHA BİLİNÇLİ OLALIM!
Tüm bu koşullar içinde halk yığınları seçim ve seçimin sonuçları üzerinden polarize ve politize edilmektedir. Halk yığınlarının örgütlü devrimci-demokratik güçlerinin de önemli bir kısmı yaşanan tüm politik ve ekonomik sorunları seçimler, onun yaratacağı değişim üzerinden tartışmaktadır. Bu durum halkın yaşadığı yoğun çelişki, yoksulluk ve yoksunluk halinin yarattığı öfkenin bu gündeme kaymasına yol açmaktadır. Kitlelerin sandıktaki tercihlerinin onların geleceğini belirleyeceğine dair ağır bir politik kuşatma söz konusudur. Bu, ekonomik ve siyasi sorunlarla, faşist klikler arasındaki kapışmayla adeta felç olmuş sistemin bütün halkı da felç etmek için kullandığı bir silah olarak karşımıza çıkmaktadır.
Komünistler tüm bu sorunlar içinde kuşkusuz seçimi ve neden olacağı yeni dengeleri önemser, dikkate değer kabul eder. Ancak parlamentarizmin o dar ve yanıltıcı gözlüğünü, gerici güçler arasındaki dengelerin değişimini ve bunlar arasındaki ilişkileri “seçime” indirgeyen yaklaşımları reddeder. Asıl mesele olarak halkın gerçek sorunları için verilen mücadeleye, sınıf mücadelesi için çelişkilerin düzeyine, içinde bulunulan devrim aşamasına, halk güçleriyle gerici güçlerin tam ve doğru şekilde tasnif edilmesine ve değerlendirilmesine, bunlardan hareketle aktif mücadelenin tüm yönleriyle örgütlenmesine odaklanır. Devrimci bakış açısı budur. Parlamenter seçim sisteminden beklenecek değişim, halkın gerici güçler tarafından bir şekilde dolgu malzemesine çevrilmesine sunulacak kolaylaştırıcı etki hiç kuşkusuz halka gerçek kurtuluşun ve doğru bilincin taşınmaması anlamına gelecektir.
Halk güçlerinde yoğun bir kafa karışıklığının olduğu, kitlelerin bilincinin ve mücadele araçlarının yoğun bir biçimde halktan gasp edildiği ve mücadele düzeyinin gerilerde olduğu şartlardayız. Bu şartları tersine çevirmek ise ancak devrimci mücadelenin tüm cephelerde ihtiyaç duyduğu ideolojik donanımı ve egemenlerin ideolojik ve politik yönlendirmelerini, kitlelerin devrimci fikirlerle bağını, kitlelerin yaşadıkları sorunlar etrafında ördükleri küçük büyük her aktif mücadele biçimini veya bu yöndeki arayışları kavramakla olanaklıdır.
Bu ise net ve kesin bir sınıfsal duruşa sahip olmak, halkın her şeyi kazanma isteğine ve eğilimine sahip olduğuna güvenmeyi gerektirir. Bu hiç kuşkusuz bir siyasi çizgi sorunudur. Bu siyasi çizgi ise Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden halkın çelişkilerini, sorunlarını onların mücadeleleri içinde sentezlemiş, tüm tabuları Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimini rehber alan bir bilinçle yerle bir ederek yıkmış, siyasal ve sosyal devrim ile iktidarı zapt etme bilinci oluşturmuş ve enternasyonal proletaryanın kızıl bayrağını Proletarya Partisi’ni kurarak göndere çekmiş İbrahim yoldaşın çizgisidir. O, halkın kurtuluşu yolunun inşasına odaklanarak, halkın mücadelesine sonsuz bir bağlılık ve güvenle sınıf mücadelesini kavramıştır. Bu kavrayışla komünist siyasi çizgi tam 50 yıl önce inşa edilmiştir.
Şimdi onu faşizmin işkencede katledişinin 49. yılında daha yüksek bir bilinçle kavramamız, devrim için yarattığı çizgiye bağlanmamız gerekmektedir. Devrim için, halkın iktidarı için çizdiği kızıl güzergâhın anahtarı olan Halk Savaşı kavrayışını büyütmeliyiz. Daha güçlü ve ileriye doğru örgütlenmeli, halkı yalancı beklentilere ve boş gevelemelere mahkûm eden ve felç eden tartışmalardan ve yönlendirmelerden güçlü şekilde koparmalıyız. İbrahim Yoldaş katledilişinin 49. yılında devrimci bir ruh, komünist bir hamle, içinde bulunduğu koşulları doğru tahlil eden ve geçmişi korkusuzca çözümleyen bir kavrayış ve hâlâ güncel bir rehberdir. Onun çizgisinde sebat etmek, onun yöntemini daha güçlü kavramak sınıf mücadelesinin daha ileri bir bilinçle, ileri bir örgütlenme anlayışıyla sürdürülmesi demektir.