5 Mart 1870’te dünyaya gelen Rosa Luxemburg’un kırk dokuz yıllık yaşamı, kısa ancak fırtınalarla dolu geçti. Sürgün yaşadığı İsviçre’de Rus Marksist kuramcı G. Y. Plehanov ve Leo Jogickes ile tanışır. Leo ile 15 yıl sürer beraberlikleri. 1893’te Leo ile birlikte Polonya’da Marksist olan Polonya Krallığı Sosyal Demokrasi Partisi’ni (SDKP) kuran Rosa, kişiliği ve yetenekleriyle kendini bir önder olarak kabul ettirir.
1906’da 1905 devriminden etkilenerek “Kitle Grevleri, Sendikalar ve Siyasal Partiler”i yazar. 1907 yılında, Almanları Rus devrimci proletaryasını izlemeye davet ve “Şiddete teşvik”suçundan iki ay hapis yatar. 1908-1914 yılları arasında “Özerklik ve Ulusal Sorun” ile “Sermaye Birikimi“ adlı kitaplarını yazar. Fakat Rosa “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”nı yanlış kavramıştır. Ona göre sömürgelerin kurtuluşu, Avrupa’nın kurtulmasıyla mümkün olacaktır. Lenin, Rosa’nın bu düşüncesini eleştirmesine rağmen O’nun başeğmezliği ve devrime olan inancı karşısında “O bir kartaldı. Ve kartal kalacaktır” derken Clara Zetkin de Rosa’yı anlatırken “Sosyalizm fikri Rosa’nın hem kafasında hem de kalbindeki kudretli bir tutkuydu. O devrimin keskin kılıcı, yaşayan alevi idi” der.
1915’te Hollanda’da yapılan Uluslararası Kadın Konferansı’na katılır. O yıl tutuklanır ve 1918’e kadar tutsaklığı sürer. Rosa, SPD’nin sosyal şovenist bir politika izlemesinden ötürü Karl Liebknecht, Clara Zetkin ve Mehring ile beraber Spartakisler Birliği’ni oluştururlar.
15 Ocak 1919’da Karl Liebknecht ile birlikte “Freikorps” katilleri tarafından katledilirler. Rosa’nın cesedi aylar sonra atıldığı kanalda bulunarak Liebknecht’in yanında kendisi için ayrılan yere gömülür. Ölümlerinin 102. yılında Rosa ile Karl, devrimci mücadelenin her anında yaşamaya devam ediyor.