Çalışma yaşamı işçi ve emekçiler için sayamayacağımız zorluklarla doludur. Kadınlar için bu zorluklar daha da katlanılmaz haldedir. Ataerkil toplumda kadının ikincil olan konumu üretime, çalışma yaşamına dahil olmasıyla ortadan kalmaz. Üretime katılmasıyla ucuz işgücü ve emek sömürüsünün dişlileri arasında öğütülmeye başlar. Uğradığı ayrımcılığın ve eşitsizliğin, dolayısıyla ezilmişliğin hacmi büyür. Emperyalist kapitalist sistemde kadının yeri “evidir.” Bu nedenledir ki kadınların üretime katılması, çalışma yaşamında yer alması kolaylıkla kabullenilmez. Üretim hiyerarşisinin alt basamaklarına yerleştirilen kadın işçiler, patronların, müdürlerin, ustabaşıların ve bu halkaya eklenmiş baskı zincirinin hedefi olur. Cinsiyete dayalı ayrımcılık çalışma yaşamı içerisinde de kadınların peşini bırakmıyor. İşçi kadınlar, mobbing ve taciz gibi türlü saldırıların hedefi olur. Kadınların mobbinge ve tacize uğramadan paydos ettiği tek bir güne rastlanmaz.
Sokaklarda, evlerde yaşanılan şiddet biçimlerinin mobbing halini de fabrikalarda, iş yerlerinde, atölyelerde, çalışma alanlarının tümünde görebiliriz. Mobbing sadece kadınları hedefleyen bir psikolojik şiddet ve baskı biçimi değildir. İşçi ve emekçilerin neredeyse tamamı bu türden saldırıların ve vahşi sömürünün hedefi durumundadır. Sömürünün çarkları hep daha fazla kâr elde etmek için çevrilir. Yüksek performans dayatması vb. uygulamalarla işçi ve emekçiler birbirleriyle yarışa sokulur, rekabete zorlanır. Böylelikle, işçiler arasındaki dayanışma ruhu ortadan kaldırılarak birliği parçalanır. Her şey, vahşi sömürünün, daha fazla kâr elde etmenin güvenceye alınmasına yöneliktir. Sömürünün daha fazla kâr elde etmeye yöneltilmiş koşulları işçi ve emekçileri her türlü baskıya özellikle kadın işçileri aşağılanmaya, mobbinge açık hale getirmektedir. İşçi ve emekçilere yönelik saldırganlıkları sermaye, güç ve yetki gibi ayrıcalıklara sahip olmalarından ileri gelmektedir.
Bu kimi zaman işçileri aşağılamaya, alay etmeye, küfür ve hakaret yağdırmaya, kişiliğini ezmeye, hiçleştirmeye dönüşmekte kimi zamanda aşırı iş yükü vererek ya da istemediği bir yerde çalışmaya zorlayarak, bezdirme biçiminde de ortaya çıkabilmektedir. Ancak tüm bunların birleştiği amaç işçilerin hem psikolojik, fiziksel ve ekonomik yıkımı hem de saldırılara karşı koyamayacak biçimde parçalanması, yılması ve örgütsüzleştirilmesidir.
Özellikle fabrikalarda kıdem hakkını kazanmış ya da patronların “sakıncalı” gördüğü hak arama mücadelesinde öne çıkmış işçiler bu saldırıların hedefi haline getirilmektedir. İşçilerin kendi “rızasıyla” işten çıkmasını sağlamanın yolu gevşetilmeden uygulanan baskı ve mobbingdir. İşçi ve emekçilerin karşı karşıya kaldığı mobbingin yüzde 80’inin yöneticiler ve patronlar tarafından uygulanması bu nedenle sebepsiz değildir!
Bu tablo özellikle kadın işçi ve emekçiler açısında çarpan etkisi yaratmaktadır. Kadınların payına düşen tüm işçi ve emekçilere yöneltilmiş bu baskı ve aşağılamayla sınırlı kalmaz. Aynı tezgahlarda yan yana çalıştıkları erkek işçiler tarafından da mobbinge uğrar. Kadınların yaptıkları iş küçümsenir. Aşağılanır, horlanır! Bu durum sadece ataerkil toplumun erkeğe sağladığı ayrıcalıkla açıklanamaz. Kadınların iş gücünü ucuza satın alan patronlar çoğu zaman erkek işçiler üzerinde de ücretleri aşağıya çekmeye yönelik bir baskı kurar. Erkek işçilerin daha ucuza çalıştırılan kadın işçi ve emekçilerle rekabete girişerek ortak çıkarları etrafında birleşmeleri engellenir. Erkek işçiler, erkek egemenliğinin sağladığı ayrıcalıklarla birleşen tepkisini kadın işçilere doğru yöneltir. Düşük ücret baskısı altında kadınlarla aynı işi yapıyor olmak erkek işçilerin en büyük hoşnutsuzluğu ve uyguladığı mobbingin kaynağı olur. İşçi ve emekçiler arasında görülen mobbing türlerinin yüzde 15’lerde kalması sorunun önemini azaltmaz!
Kadınların iş yerlerinde yaygın biçimde yaşadıkları taciz ve mobbinge karşı tepkilerinin açığa çıkması her zaman olanaklı değildir. Açığa çıkandan daha fazlasının yaşandığı, kadınların açıklamakta, karşı koymakta zorluk yaşadıkları bilinmektedir. Kadına yönelik tüm bu saldırılar biliyoruz ki üzerindeki baskıyı süreklileştirmeye, sindirmeye, kölece boyun eğmelerini sağlamaya yöneliktir. Kadının toplumdaki, çalışma yaşamındaki ikincil konumunu, ezilmişliğini değişmeksizin korumayı hedeflemektedir. İstenen, kadınların yaşadıkları boyutlu saldırılara rağmen sessiz kalması, kabullenmesi ve boyun eğmesidir.
Oysa yapılması gereken, tüm bu saldırılara mücadeleyle, direnişle karşı koymaktır. Boyun eğişe karşı başımızı yukarı kaldırarak, suskunluğa karşı sesimizi yükselterek, baskıya, sömürüye ve her türlü kölelik ilişkisine isyan ederek saldırılara göğüs gerilebiliriz.
Bu nedenledir ki yaklaşan 25 Kasım çalışmaları kadınların yaşamın ve üretimin her anında uğradığı boyutlu saldırıların görünür olmasını sağlamanın ötesine geçerek örgütlenmeyi, işçi ve emekçi kadınlarla bağımızı güçlendireceğimiz örgütleme hedefini önüne koymalıdır. Kadınlar örgütsüz oluşlarıyla yaşamın her alanında saldırıların hedefi durumundadır. Tacize, tecavüze, baskıya, kadın cinayetlerine, sömürüye karşı bozulmuş sessizlik ise örgütlenmeyi beklemektedir.