Faşist diktatörlüğün, saldırılarını ara vermeden sürdürdüğü, en küçük muhalif seslere dahi büyük bir hışımla saldırdığı, ezilen ve emekçi halkın üzerine her geçen gün daha ağır faturalar yüklediği koyu faşizm dönemlerinden birinde olduğumuzu biliyoruz. Toplumun en ilerici dinamiklerine yönelik savaşın yoğunluğunun ne derecede artırıldığına, faşizmin saldırılarını bütünlüklü bir imha politikası etrafında şekillendirdiğine tanık olmakta, sonuçları ile birebir karşı karşıya kalmaktayız. Faşizmin özellikle devrimci karşı koyuşlara en başından itibaren nefes aldırmama yönelimi onun karakteristik bir özelliği olmasına rağmen, karşı devrimci kuşatmanın duvarlarını yükseltmenin, pekiştirmenin yollarını aradığını ve bu kuşatmanın ağırlaştığını görüyoruz. Bunun bir diğer yönünü ise ideolojik saldırıların yoğunlaşması ve daha geniş çevrelere sirayeti oluşturmakta.
Saldırılar arttıkça toplumun özellikle ileri kesimlerinde somut bir gerileme yaşandığı ve saldırılara karşı koyuş noktasında yeterli düzeyin esas olarak yakalanamadığı gerçeği de karşımızda durmaktadır. Elbette, devrimci komünistler her zaman düşman saldırılarının odağında olacak; karşı devrim, devrimci karşı koyuşu ezmenin yollarını arayacak ve kuşatmayı daha da derinleştirmenin koşullarını yaratacaktır. Devrimci dalga, karşı devrimci gerici burjuva-feodal sınıfların karşısında güçlü ve avantajlı konuma erişene kadar, koşullara büyük ölçüde egemen olan gerici sınıflar hükmedecektir.
Ancak bu süreç dalgalı, inişli-çıkışlı bir süreçtir. Düşmanın saldırıları kesintisiz sürecektir, alacağı sonuçlar ise devrimci komünistlerin koşullara ne ölçüde müdahale edebildiği, saldırıların karşısında ne derecede set kurabildiği ile ilintilidir.
Bugün düşmanın dağlardan sokak başlarına, oradan hapishanelere kadar her alanda yoğun bir saldırı dalgasını hayata geçiriyor oluşu gerici ideolojilerin daha fazla alan bulmasına da yol açmaktadır. Bazı kesimlerde bunun karşılığı düşmanın çizdiği ve gitgide daha da daralan “demokratik alandan” arta kalanlara sarılmaktır. Örgütlenme ve kitle faaliyetinin tek koşulunun bu alanlar olduğuna dair reformist fikirler bugün daha fazla kanıksanmış görünmektedir. Demokratik alanın sınırları daraldıkça, bu alandaki faaliyeti tüm faaliyetlerin önünde gören, bu alanların dışında kitle faaliyeti ve örgütlenme çalışmalarının yürütülmeyeceğine ikna olmuş kesimler daralan demokratik alanla birlikte daha fazla küçülmekte, kitle faaliyetinin ve örgütlenmenin önünün açılması adına kitlenin somut durumundan ve yöneliminden daha fazla kopmakta, örgütlülüğün ve olanakların sınırlarını daha da daraltmaktadır.
Elbette, bu alanlar devrimci mücadelenin gelişmesi için kullanılacak olanaklar barındırır. Bu olanakları da sonuna kadar kullanmak ve savunmak devrimci görevdir. Ancak asıl sorun, mücadelenin ve örgütlenme faaliyetlerinin bu alana sıkıştırılması sorunudur. Demokratik alanın savunulması adına kuşanılan “demokrat” giysisi, doğaldır ki devrimci kalıba dar gelecektir! Bu alana dair düşmanın saldırıları, devrimci mücadelenin de bir sorunudur, bu sorun da yine devrimci mücadelenin geliştirilmesi için fırsat haline getirilebilir. Aksi bir yönelim, devrimci mücadelenin kendisi için hayati sonuçlar barındırmaktadır. Örgütlenebilmek ve kitle faaliyeti yürütebilmek için demokratik alanın koşulları hangi politikaların öne çıkacağını veya nasıl bir biçim alacağını etkileyen bir yerde durur. Bu alanların genelde değişen koşullara sahip olduğunu, kitlelerin yönelimi, beklentileri kadar “demokrasi”nin kapsamı, egemen sınıfların yönetme kapasitesi de bu koşulların çeşitli özelliklerini belirler. Kuşkusuz bunlar alanda yürütülecek çalışmaların kapsamını, derinliğini, biçimlerini vs. belirler… Bununla birlikte genel anlamda örgütlenme ve kitle faaliyetinin kendisi için olanaklar hiçbir zaman ortadan kalkmaz. En geri koşullarda dahi bu olanaklar söz konusudur. Buradaki temel belirleyici unsur kitlelerin, ezilen ve bir devrime ihtiyacı olan kitlelerin varlığıdır. Dağınık, örgütsüz, yılgın, umutsuz, kendi çıkarlarına rağmen saflaştırılmış vs. olması önemli olmaksızın kitlelerin varlığı örgütlenmek için temel unsurdur.
Demokratik alana yönelik düşman saldırılarını teşhir etmenin tek aracı burjuva-feodal sistemin içine uzanan, aralık bırakılmış kapı misyonu gören demokratik alanlar değildir, ama o bu çalışma için ihmal edilemez, edilmemesi gereken bir parçadır. Kitle ile buluşabilmenin, onları mücadele içinde konumlandırmanın ve devrimci mücadeleye katmanın tek alanı olmasa da önemli bir alanıdır. Olanaklar daralınca, aralıklı kapı kapanınca tüm benliğini bu alana teslim edenler elbette sisteme hapsolacaklardır. Oysa ki sınıf mücadelesinin ülkemizde izleyeceği seyir içinde, devrimcilerin esas faaliyetlerini hangi alanlarda yoğunlaştıracağı, tali alanlarda yürütülen faaliyetin hedefinin ne olduğu da açıktır. Bu perspektifin aşınması, devrimci iddianın aşınmasını beraberinde getirmektedir. Bugün için ağır koşulların akıntısı içerisinde savrulup durulursa, ilk elden tümü ile devrimci dinamikleri imha edemese dahi olabildiğince hem pratik olarak hem de politik olarak pasif olmayı, ideolojik olarak ise aşınmayı dayatmaktadır. Bu da dünden yarına ilerleyen bir süreçtir, bir anda olmayabilir, ancak son aşamada varacağı yer iddiadan sapma olacaktır.
Sorun, bu saldırılar altında neye hazırlandığımız ile de ilintilidir. Belirlenen bir politik yönelim, bazen uygun koşulların heba olmasına sebep olurken zaman zaman ise karşı görünen koşulların mücadeleyi ileri taşımasına olanak sağlayabilmektedir. Bazı süreçler, demokratik alanda kitle ile buluşmanın olanaklarını ve koşullarını sınırlayabilir, ancak aynı süreçler kitle ile sistem arasındaki makasın açılmasını, sisteme olan güvensizliğin artması ile halkın kendi çıkarlarının daha berrak bir şekilde görünür olmasını beraberinde getirebilir, bu koşullar daha ileri kitle faaliyetinin olanaklarını da içerisinde barındırır. Bunları açığa çıkarmak bizim, koşulların hangi yönünden daha fazla etkilendiğimiz, aldığımız konum ve yöneldiğimiz güzergâh ile ilintilidir.
Tüm tarihin öğrettiği gibi şiddet toplumsal ilerlemenin, büyük sıçramaların temel öğesi olmuştur. Ölümsüzleşenlerimizin devamcılarına, şiddetle halka yönelen karşı devrimci dalganın esas olarak derimci şiddetle alt edilebileceği ilkesini güçlü bir mesaj olarak bıraktılar. Onlar yığınların ortak çıkarları ile özdeşleşmiş, zor koşulların ve kuşatmanın ancak zor ile yıkılabileceğine güçlü bir işaret olmuşlardır. Bu ilke, tarihsel olarak defalarca ispatlanmıştır, bütün başka yollar ve biçimler bu ana yolun oluşması, gerçekleşmesi içindir. Her biri bunun olanaklarını içermesi bakımından değerlidir. Dolayısıyla sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimlerinden çıkarımlarımız ve ölümsüzlerimizden aldığımız talimat ile şekillenmemiz, hedefimizi berraklaştırmamıza da olanak sağlayacaktır.
Koşulların ardına sığınılarak yalnızca yenilgilere gerekçe yaratılabilir, örgütlü ve güçlü bir karşı koyuş oluşturulamaz. “Koşullara teslim olmayacağız” şiarı ölümsüzlerimizden bize kalan mirastır. Devrimci mücadele içerisinde kısmi ve geçici yenilgiler olabilir, ancak iddia aşınmadığı sürece bu yenilgiler yengiye de dönüşecektir. Bilmeliyiz ki koşullar bizi esir almaya başladığında geri çekilmenin sınırı olmayacak, iddia erozyonu başlayacaktır. “Bir kez görevler doğru biçimde belirlenince, bir kez bu görevi gerçekleştirme yolunda yinelenen girişimler için enerji olunca, geçici başarısızlıklar sadece küçük talihsizlikleri temsil ediyordu. Devrimci deneyim ve örgütsel yetenek elde edilebilecek şeylerdir, yeter ki bunları elde etme isteği olsun, yeter ki eksiklikler kabul edilsin. Devrimci eylemde eksikliklerin kabul edilmesi, bunların yarı yarıya giderilmesi demektir.” (Lenin) Tüm karşı rüzgâra rağmen, iddiaya tutunmak ise cüret meselesidir. Hatalarımızın üzerine özveri ile gitmemiz, eksikliklerimizi derin bir kavrayış ile ele almamız, geleceğe ise cüretle bakmamız gerekmektedir. Koşullara teslim olmadan, devrim mücadelesini ileri taşımanın fırsatlarına odaklanmak, aleyhte görünen dönemleri sınıf mücadelesinde proletaryanın lehine çevirmek hayati görevlerimizdendir.