Faşizmin sömürü ve baskı “hukuku”, ikinci kayyum saldırısıyla bir kez daha yüzünü gösterdi. Baştan belirtmek gerekirse; faşist diktatörlüğün sömürü ve baskı hukukuna karşılık en hafif tabirle safça “hukuk” dilenmek ya da bu dilenmeyle hesap sorduğunu sanma hissi faşizmin üçüncü kayyum ya da diğer faşist saldırılarını engelleyemeyecektir. Böyle süreçlerde “hukuka” yapılan vurgular karşılık bulmamıştır, bulmayacaktır. Elbette faşist diktatörlüğün Kürt düşmanlığı, HDP’li belediyelere yönelik bu gasp saldırılarının temel dayanak noktası olmaktayken, bir yandan da belediyeler üzerinden gerçekleştirilen talanlara ve ekonomik rahatlama olanaklarına devam etme çabasıdır. Üstelik hakim sınıfların politik ve ekonomik krizinin gittikçe derinleştiği ve her yeni gün bu krizden çıkamama halinin baş gösterdiği bir süreçte kısa vadeli reçeteler olarak bu saldırılar yazılmaktadır.
Tekrar belirtmek gerekirse hakim sınıfların kayyum saldırısı, faşist diktatörlüğün altında ezilen başlıca kesimlerden olan Kürt ulusuna yönelik ne ilk ne de son saldırı olacaktır. Bu gerçeklik günümüzde “faşizmi” yeni keşfedenler açısından heyecan yaratsa dahi yazımızın içeriği hakim sınıflar için belediyelerin ekonomik kaynak olarak ne derece önemli olduğu ve böylesi kriz sürecinde bu saldırılardan nasıl medet umduklarına dair olacaktır.
Emperyalist-kapitalist sistemin dünya çapında uzun süredir yaşadığı ekonomik kriz sürerken önümüzdeki süreçlerde bu krizlerin daha da derinleşeceği öngörülmektedir. Yine bu devletlere göbekten bağımlı faşist Türk devletinin bu krizden etkilenmemesi ihtimal dahilinde değildir. Üstelik coğrafyamızda ekonomik ve politik olarak kendi iç dinamiklerine dayanan özgün krizler; devletin bir bütün ezilenlere yönelik saldırılarının pervasızlaşmasının, hakim sınıflar arası klik savaşlarının keskinleşmesini, bunlara bağlı olarak var olan faşist diktatörlüğü “kuvvetlendirilmesi” ihtiyacını beraberinde getirmektedir. Buradan hareketle devletin direksiyonunda olan AKP-Erdoğan kliği, belediyeler gibi “hazine sandıkları”nı bırakalım “vatan haini, bölücülere” gitmesini, devletin bekâsı uğruna esasta kendisiyle aynı olan çıkar çatışması yaşadığı kliklere dahi bırakmak istememektedir. Öyle ki ekonomik gelir ve talan anlamında muazzam olanaklara sahip olduğu İstanbul belediyesini kaybetmemek için seçim tekrarlatan da yine bu klik olmuştur.
İlk kayyum saldırısının ardından yapılan 24 Haziran seçimlerinde kayyum atanan HDP’li belediyelerin tekrar alınmasıyla “kayyum bilançosu” kitlelerle paylaşılmıştı. Saraylar gibi döşenen odalardan, yüzbinlerce liralık “hediye” faturalarına kadar faşizmin kayyumlarının “iş başındayken” yaptığı icraatlar HDP’li belediyeler tarafından teşhir edilmişti. Meşru bir direniş ve savaş veren Kürt ulusuna karşı “vatan millet Sakarya” nidalarıyla gasp edilen belediyeler, kriz sürecinde, ekonomik getirilerinin yanında oraya oturtulanların padişahlar gibi yaşadığının kanıtı olmuştur. Kayyum olarak atanan valiler, “feyz aldıkları” Tayyip Erdoğan’dan özenmiş olacaklar ki hamaset siyasetini lokal düzeylere indirgemiş, bu hamasetle gasp ettikleri belediyelerin paralarıyla da bakanlara ya da üstlerine yüzbinlerce liralık hediyeler dizmiştir. Kayyum saldırısının ardından kayyum atanan belediyelerde yaşananlara ilişkin çıkan haberlere kısaca baktığımızda dahi saldırının boyutu ve altında yatanlar görülmektedir. Van Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyum yüzlerce emekçiyi işten atarken “çok büyük keyif aldığını” söyleyerek alçaklığını göstermiştir. Yine Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyumun ilk işi listeler hazırlayarak 150 işçiyi işten çıkarmak olmuştur. Mardin Belediyesi’ne bağlı olan bir kurumda müdürlük yapan tacizci Ercan Uysaler’in davası devam ederken “emekli” edildiği ortaya çıkmıştır.
Hakim sınıfların yaşanan bu ikinci kayyum saldırısına olan ihtiyacı bir öncekinden farklı değilken, bu sefer farklı olan durum, bu saldırıyı gerçekleştiren faşist AKP kliğinin bir önceki kayyum saldırısındaki haline oranla daha güçsüz bir durumda olduğu gerçekliğidir. Yönetme sorununun gün geçtikçe derinleştiği, diğer kliklerle çatışmaların arttığı bir süreçte bu saldırı, “gücünü sağlamlaştırma” amacını gerçekleştirememiş aksine AKP-Tayyip kliğinin zayıflığını göstermiştir. Bu anlamda siyasal zayıflığının bir kaynağı olan önemli büyük şehirlerin kaybedilmesiyle oluşan rant ekonomisindeki daralmanın boyut kazanmasına karşı faşist kayyum saldırıları küçük de olsa bir merhem işlevi görecektir. Bu bağlamda bu kayyum saldırısının siyasi boyutu belirleyici olmakla beraber rant ekonomisine dayalı sistemin ve AKP’nin küçülen pastada kendi kliğini beslemesinin ekonomik ayağı da yabana atılmamalıdır. Bu anlamda politik yanı ile birlikte ekonomik yanı da oldukça önemlidir. Apar topar yapılan atamada bu ekonomik iştahın da önemli bir yanı vardır.
Ekonomik veriler, dünya genelinde krizlerin çok daha büyük çapta olacağını işaret etmektedir. Bu kriz dönemlerinin yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde çok daha ağır geçeceğini görmemek ise öngörüsüzlük olacaktır. Bu kriz süreçlerinde hakim sınıfların ihtiyaç duyduğu saldırılardan bir tanesi de kayyum saldırısı olmuştur/olacaktır. Bu saldırıları bertaraf edecek güç ise faşizmin saldırılarına karşı “seçilmişleri savunma” darlığından çıkarak, bir bütün sisteme yönelecek ve sistemin tüm araçlarını yerle bir edecek örgütlü halkın gücü olacaktır.
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 5 Eylül 2019 tarihli 43. sayısından alınmıştır.