Tarihsel krizler döngüsü içinde, insanca bir yaşam için zorunlu olan ekonomik, sosyal, çevresel koşulları hızla yok eden; emeğin kendini gerçekleştirmesinin koşullarını ortadan kaldıran; emperyalist kapitalist sistem, çıkardığı ya da kışkırttığı savaşlarla milyonların açlığının, ölümlerinin ve sakat kalmasının baş sorumlusudur. Sadece bunlar da değil; yarattığı yıkım ve yoksulluğun dolaysız bir sonucu olarak, ezilen halklar için mezarlığa dönen denizlerin, nehirlerin derinliklerinde son bulan ve her geçen gün artarak büyüyen gelecek arayışlarının; göç dalgalarının da sorumlusudur.
Dünyanın farklı coğrafyalarında yoksulların, yoksulluklarından kurtularak daha iyi bir yaşam umuduyla, yaşadıkları topraklardan vazgeçişi olarak adressiz yollara düşmesi olan göç ve göçmenlik; Emperyalist-kapitalist sistemin tarihine aittir. Gelecek düşleri dinamitlenmiş eşitsizliğin yan yana getirerek eşitlediği, tenleri, dilleri, ülkeleri ayrı; acıları aynı ‘toprağında gölgesi, sokağında feneri, penceresinde camı’ olmayan ‘çaresiz’ yığınların çare arayışı yolculuklara çıkarak, doğdukları ülke topraklarına yabancılaştırılmış, yabancılaşmış, doğduğu topraklarda ölme hakkı ellerinden alınmış 230 milyondan fazla insan bugün göçmen olarak yaşamaktadır.
Savaş, saldırganlık ve sömürü politikalarıyla ayakta durmaya çalışan sömürü sistemi var olduğu sürece göç ve göçmenlik sorunu da var olmaya devam edecektir.
Dünya nüfusunun toplam zenginliğinin %70’ine 2 binin biraz üzerinde insanın sahip olduğu, buna karşın dünya toplam nüfusunun 3’te 2’sinin günde 10 doların altında bir gelirle yaşadığı dünyamızda, BM’nin “Çaresiz Yolcular” başlıklı 2017 yılına ait raporunda göç eden insan sayısının 68.5 milyona yükselmesi -Tayland nüfusuna denk- göçün boyutunu ve önlenemezliğini gözler önüne sermektedir. Bu sayının 25,4 milyonunu ülkelerindeki çatışma ve baskılar nedeniyle yaşadıkları toprakları terk eden insanlar oluşturmaktadır.
Sömürü ve yağma politikalarıyla milyonları açlığa, işsizliğe, çaresizliğe sürükleyen emperyalist-kapitalist sistem, sözde insan kaçakçılığını önlemek bahanesiyle sınırlara tel örgüler çekmiş, duvarlar inşa etmiş, devasa askeri ve teknik olanaklarını devreye sokmuş; Ege Denizi’nde olduğu gibi NATO askerlerine deniz güvenliğini sağlama yetkisi vermiş; yabancı bandralı gemilerin girişlerini sıkı denetime-izne tabi tutmuş, ek olarak da önleyici yöntem olarak Libya, Mısır, Türkiye gibi geçiş yolları üzerinde bulunan yarı-sömürgeleri kredilerle finanse ederek göçmenleri adı geçen ülkelerde hareketsiz kılıp geri dönüşlere zorlamıştır. Ancak tüm engellemelere rağmen 2016’da Akdeniz üzerinden 363.000, 2017’de 171.301, 2018’de ise 139.000 göçmenin Avrupa’ya girişine engel olamamıştır.
Çıkardığı engeller ve zorluklar nedeniyle son 20 yılda yaşanan 20.000 göçmen ölümünün yarısı son üç yılda yaşanmış; El Salvadorlu 2 yaşındaki Valeria ile Kobanili 3 yaşında ki Aylan Kürdi gibi çocuklar başta olmak üzere açlığın ve savaşların ülkelerin de öldüremediği yaklaşık 10.000 insan havasızlık, açlık, susuzluk, boğulma ve donma gibi nedenlerle Akdeniz sularında ve yollarında can vermişlerdir.
Yoksul ölümlerin yaratıcıları olanların, ölümler sonrası takındıkları ikiyüzlü tavırlarının, yaşam hakkına ve demokrasiye dair açıklamalarının devrimci sosyalistler için elbette hiçbir inandırıcılığı yoktur. Burjuvazinin siyasal egemenliği; sermayenin ekonomik egemenliği ile; kapitalist özel mülkiyet ile; ekonomik, toplumsal eşitsizliğin korunduğu sistemin temsilcilerinin dillerinden düşürmedikleri -herkes için- demokrasi anlayışları, geniş sömürülen yığınların çıkarlarının temsilcileri gibi görünme ve onların özlemlerine yanıt olma söylemleri inandırıcılığı olmayan söylemlerdir.
Ancak bir gerçek var ki; sınıf bilincini almamış ya da ona yabancılaşmış, göçmenlerin yaşama tutunma mücadelesinin ölümlerle sonuçlanan yitişleri kanıksanmış, göç alan ülkelerin egemenleri yaşanan ekonomik krizlerin faturasını göçmenlere çıkarmıştır. Göçmenleri sorumlu tutan açıklamalarına destek sunmuş, onaylar hale gelmiştir. Tekil olaylarla gerekçelendirilen göçmenlere dönük ırkçı saldırganlıkların destekleyeni durumundaki milyonların varlığı da; emperyalistlerin göçmenlere dönük politikalarını ve onların sözde ‘demokrasi ve insan hakları’ anlayışlarının bizlerce daha fazla teşhirinin mutlak gerekliliğini göstermektedir.
SUÇLU OLAN EMPERYALİST-KAPİTALİST SİSTEMDİR!
Carola Rackete ismi ile sembolize olan eylem bizlere tam da ihtiyaç duyulan teşhir olanağını sağlaması, göçmenlere dönük duyarlılığı ve sahiplenişi arttırması ve kamuoyu yaratarak dayanışmayı büyütmesi bakımından oldukça önemli olanaklar sunmuştur. Bu boyutuyla; Carola Rackete’nin göç ve yaşam hakkını savunarak, Akdeniz’de ölüme terk edilen 53 insanın sahiplenilmesindeki kararlı tutumu egemenlerin dertlerinin ‘sınır güvenliği ya da yaşam hakkını gözetmek’ olmadığını, alınan önlemlerin göçmenlerin can güvenliği için alınmış önlemler olmadığını ortaya koymuştur. Rackete’nin “direniş ya da şiddet eyleminde bulunmak”, “askeri güçlerinin can güvenliğini tehlikeye atmak” ve “yasa dışı göçe yardım etmek” gibi zorlama iddialarla mahkum edilmeye çalışılması “demokrasi” anlayışlarının sadece mülk sahiplerine hizmet ettiğini bir kez daha göstermesi açısından da oldukça önemliydi. Biliyoruz ki yaşamları ve yoksulluklarından çok toplu ölümlerle gündem olan göçmenlere karşı bu insanlık dışı yaklaşımlar sadece İtalya’nın da değil tüm Avrupa ülkelerinin gerçeğidir. Sermaye sahiplerinin çıkarlarının korunması olan yasalarda zaten ortak bağlayıcılık söz konusudur. Alınan kararların yaşam bulması ortak sorumluluklarındadır. Göçmenlere yönelik yasallaştırılmış saldırganlıklar nedeniyle yaşanan ölümlerin sorumluları da bir bütün Avrupa burjuvazisi ve onun demokrasisidir. Bu öyle bir demokrasidir ki, ırmaklarda, denizlerde ölemeyen, ölmeyen göçmenler bu demokrasinin sağladığı olanaklarla kapitalist işletmelerin hem iyi bir “müşterisi” hem de ucuz iş gücü olmakta ve sektörleşmiş kazancın sermayesi konumundadırlar. İsviçre’den; göçmen kampı işletmeciliği yapan, göçmenlere barınak ve yemek sağlayan İsviçreli şirket ORS bu söz konusu işletmelerden bir tanesidir. 2018 cirosu ise ‘sadece’ 99 milyondur. Almanya’da başvurusu kabul edilmeyerek sınırdışı edilenler göçmenleri ülkelerine taşıyan Air Berlin’in ise bilet satışındaki 2015 yılı itibariyle karı 350.000 dolardır.
“Bütün kardeşler aynı anadan doğmaz.” Çerkez Atasözü
Emperyalist-kapitalist sistemin var ederek büyüttüğü çelişkiler insanlığa felaket getirirken, sistemlerini de yıkılışa götürecektir. Nihayet bu yıkılış insanlığı DHD’ne ve sosyalizme taşıyacaktır. Şair Ahmet Telli’nin bir dizesindeki söylediği gibi sınıf çelişkileri ve çelişkiler sonrası yaşanan sınıf çatışmaları “tarihin gürbüz çocuğunu tetik ve parmakları” mutlaka yaratacaktır.
Açlığın ve savaşların uzak coğrafyalara savurduğu; ırmakların, denizlerin derinliğin de acıyla, haykırışlarla alınan son nefeslerin, kırılan, kıyılan, yıkılıp hırpalanan yarınsız yoksulluğun; bir avuç egemen ve onlarla nemalananların masallarıyla uyutulmuş, uyuşturulmuş, korkutulmuş kalabalıkların yoldaşları olan devrimci-komünistler bu süreci hızlandırmalıdır.