Son günlerde ülke gündeminde kendisine oldukça geniş yer bulan, tabir-i caizse gündeme oturan bir konu; soğan. Soğan ve diğer tarım ürünlerinde; üretim araçlarında ve üretimde kullanılan malzemelerde yaşanan artış nedeniyle, fiyat artışı devam ediyor. Başta Erdoğan olmak üzere devletin çeşitli organlarından yapılan açıklamalarda yaşanan bu fiyat artışı “stokçuluk”a bağlanıyor. Soğan depolarına polis eşliğinde baskınlar düzenleniyor, üreticilere stokçuluk iddiasıyla cezalar kesiliyor. Üreticilerin, köylülerin, işçilerin, emekçilerin sorunları, yükselen “geçinemiyoruz” çığlıkları spekülasyonlarla gündemden düşürülmeye, sümen altı edilmeye çalışılıyor. Döviz kurunda yaşanan artış ile birlikte başta temel tüketim maddeleri ve gıda olmak üzere birçok üründe fiyat artışı sürüyor. Bu zamlara paralel olarak işçiler, emekçiler her geçen gün daha fazla yoksullaşmaya, daha fazla sömürülmeye devam ediyor.
Uluslarası para kuruluşlarından yapılan açıklamalara göre Türkiye ekonomisinde daralma ve küçülme beklenirken, bu öngörülen tablo işçi ve emekçilere “hayat pahalılığı” olarak yansıyor. Türkiye’nin ithalata ve inşaat sektörüne dayalı ekonomisinin krize girmesiyle, bu krizin faturasının işçilere-emekçilere kesileceği çok açık bir şekilde görülmekte. Krizden çıkış yolunu emperyalist devletlerin ve tekellerin kapısını çalmakta bulan egemenler, bir yandan “tasarruf” çağrıları yaparken bir yandan da kitlelerin şoven duygularını kabartarak, kitleleri “dış mihrak”ların saldırısına karşı “vatan”ı savunmaya çağırıyor. Egemenler inisiyatifi kaybettiği ve algı operasyonlarının yetersiz kaldığı durumlarda, zor aygıtına sarılıyor, yükselen sesleri, hak arama taleplerini polis-asker saldırısıyla kontrol altına almaya çalışıyor. Egemenlerin bu zor aygıtına en çok ihtiyaç duyduğu bir süreçten geçtiğimize, havalimanı işçilerinin direnişinde tanık olduk.
Egemenlerin ağzından düşürmediği “tasarruf” politikaları sadece işçilere-emekçilere uygulanıyor, komprador burjuvazinin milyarlarca liralık vergi borçları siliniyor, lüks tüketim ürünlerine vergi muafiyeti getiriliyor ve işçi sınıfının kazanılmış haklarına dönük her saldırı “talebi” vakit kaybetmeksizin hayata geçiriliyor. Hemen her gün yaşamın her alanına gelen zamlar ile bu krizin yükü emekçilerin sırtına yüklenmeye çalışılıyor, emekçilerden “fedakarlık” bekleniyor. Emperyalist tekeller ile egemen sınıflar ve yandaşlarına sunulan teşvikler, vergi muafiyetleri, özel sektör ve bankaların borç yükünün “devlet garantisi” adı altında yüklenilmesiyle, bu krizin sadece emekçiler için bir “kriz” olduğunu görüyoruz.
“Kriz” bahanesine sığınan, arkasında devlet desteğini hisseden sermaye sahipleri, işçilerin zam taleplerine; işten atmalarla, vardiya düşürmelerle cevap veriyor. Flormar fabrikasında çalışan, Petrol-İş Sendikası’na üye oldukları için 200 gündür direnişlerini sürdüren Flormar işçileri, 228 gündür direnişte olan Cargill işçileri, enflasyon oranında zam talepleri karşılanmadığı için 4 gündür grevde olan Gripin fabrikası işçileri, ücretleri ödenmediği için direnişe başlayan TOKİ işçileri, bu saldırı furyasından hakkına düşeni alan ve bu saldırılara direnişle yanıt olanlardan sadece bir kaçı.
DÖVİZ DÜŞÜYOR YOKSULLUK YÜKSELİYOR
Enflasyon oranının %25’lere ulaşması, konkordato ilanları vb. örneklerle beraber kriz, kendisini hayatın her alanında hissettiriyor. Son haftalarda döviz kurunda yaşanan kısmi düşüş nedeniyle “krizi atlattık” söylemleri çoğalıyor. Döviz kurunda, geçtiğimiz döneme nazaran belli bir oranda düşüş meydana geldi. Egemenler tarafından bu düşüş “en kötü olanını atlattık” olarak lanse edilse de dövizdeki düşüş, ekonomideki krizin başladığının göstergesi olmuştur. Hammadde ve üretim araçlarının dövize endeksli olması üretimi krize sokmaya yetmiştir. Üretici hammaddeye ulaşamadığı ve üretim için gerekli olan giderleri karşılayamadığı için dövizde düşüş yaşanmıştır. Kısacası üretim için gerekli döviz talebi azaldıkça yani üretim azaldıkça döviz kuru düşmektedir. Diyebiliriz ki dövizdeki düşüşün başlıca nedenlerinden birisi, krizin atlatılmış olması değil, üretimin, ithalatın ve ihracatın azalmasıyla dövize olan talebin azalmasıdır. Diğer nedenlere de, “rahip Brunson” olayı ile Türkiye ve ABD arasında yaşanan “kriz”in sona ermesi, Türkiye’nin bakanlarına uygulanan yaptırım kararlarının ABD tarafından kaldırılmasını ekleyebiliriz. Öyle görünüyor ki TC, ABD emperyalizmi ile arasındaki “buzlarını” eritmiş ve sermaye sahipleri sıcak para akışını sağlayarak döviz kurunun daha da yükselmesini engellemiştir. Peki döviz kurundaki bu düşme emekçiler cephesinden bir şey ifade ediyor mu? Cevabı elbette, hayır!
PAYIMIZA DÜŞEN DİRENİŞ OLACAKTIR
Asgari ücret görüşmelerinin de başladığı bu süreçte hayat pahalılığı can yakıcı bir noktada duruyor. Öyle görünüyor ki önümüzdeki yıl da bu makas açılmaya devam edecektir. Açlığın, yoksulluğun, zulmün olduğu yerde, elbette direnişler de vardır, var olacaktır. Küçük ve orta ölçekteki sermaye gruplarının çektiği iflas bayrağının her geçen gün daha da yükselmesi ve komprador burjuvazinin krizi fırsata çevirme çabaları ve krize “direnme”leri işçi sınıfına ve can bedeli kazanılmış haklara yönelik saldırıların daha da yoğunlaşacağının habercisidir.
Krizin daha fazla hissedilmeye başlanmasıyla birlikte, lokal olarak gelişen işçi hareketlerinin daha da boyutlanacağını söyleyebiliriz. Bizlere düşen görev nesnel zemini güçlenen işçi sınıfının ekonomik taleplerini, siyasal taleplere dönüştürerek iktidar hedefiyle birleştirmektir. Daha da derinleşen sınıfsal, toplumsal çelişkileri sınıf mücadelesine kanalize etmeli, sınıf mücadelesinin bir parçası haline getirmeliyiz. Bugün işçi sınıfının karşısında, “eli sopalı” burjuvazi ve devletin ta kendisi vardır. Hak arama, örgütlenme mücadelelerinin koşulların daha da çetinleşeceği belirginleşmektedir. Şu sözlerle birlikte gelişecek mücadele günlerini örgütleyerek ilerleyelim: “Önümüzde çetin ama şanlı mücadele günleri var. Sınıf mücadelesinin denizine bütün varlığımızla atılalım! Bu mücadelede kahraman işçi sınıfımıza, fedakâr ve çilekeş köylülerimize, yiğit gençliğimize sonsuz bir güven duyalım!”(İ. Kaypakkaya)
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 24. sayısından alınmıştır.