Dersim dünden bugüne egemenlerin her türlü kuşatmasına maruz kalan bir coğrafyadır. Devletin özel politik-askeri ve kültürel olarak Dersim’e dair her dönem özel bir yönelimi hep olmuştur, olacaktır. Bu özel yönelimin altında yatan tarihsel gerçeklik ise Dersim halkının her zaman direngen bir ruha sahip olması, zulme boyun eğmemesi ve sınıf mücadelesinin mevzilerine ev sahipliği yapmasıdır. Egemenlerin uyguladığı her bir politika; Dersim halkını yozlaştırmaya, sistemin bataklığına sürüklemeye odaklıdır. Devlet eli ile yapılan her proje, doğanın yok olması ile başlayan ve kendileri için rant kapılarının açıldığı bir gerçekliğe sahiptir. Hemen her yıl onlarca kez yakılan ormanlar “Bitirdik, yok ettik.” dedikleri gerillaya yönelik imha stratejisinin bir parçasıdır.
Dersim’de orman yakma geleneğini bozmayan devlet ağustos ayında gerillaya yönelik operasyonla birlikte Ovacık, Hozat ve Munzur Milli Parkı’nda peş peşe başlatılan orman yangınları ile rutin doğaya ve insana dönük saldırganlığını sergilemiş oldu. Günlerce müdahale edilmeyen ve edilmesine izin verilmeyen yangınlarla ilgili yalana başvurulan bir politika izlendi. Yangını söndürmek için giden çevre dernekleri üyeleri ve Dersim halkı tehdit edilerek engellendi. Tüm bu gelişmeler sonucunda Munzur Çevre Derneği’nin sosyal medya üzerinden başlattığı #dersimyanıyorsesver hashtag kampanyası ile oluşturulan kamuoyu sonucu validen gelen açıklama yine yangını inkârdı. Sonrasında köylülerin göndermiş olduğu görüntülerin sosyal medyada yayılması ile yangınları artık gizleyerek çözemeyeceğini anlayan vali, yangını kabul ederek “Ormanları ‘terör’ örgütleri yakıyor.” dedi.
“GÖRMEDİM, DUYMADIM, BİLMİYORUM!”
Sosyal medya ile gerçeklerin ortaya çıkması, ciddi bir kamuoyu oluşmasıyla birlikte valilik yeni bir sorumluluk üstlendi. Öyle bir şey yapılmalıydı ki hem sosyal medya üzerinden devletin yok dediği yangını teşhir edenler terörize edilmeliydi hem de devlet aklanmalıydı. HaberTürk kanalından ağzı iyi iş yapan, “görevine bağlı” bir muhabir Dersim’e getirildi. Vali ve komutanlar eşliğinde helikopterle yangın yerlerini keşfe çıkan muhabir, burjuva-feodal medyada olmanın yarattığı tüm olanakları kullanarak Dersim’de yangını kimin başlattığı sorusunun cevabını aramaya koyuldu. Bunu yaparken de Dersim halkının oyları ile belediye başkanı olan ve kendisini “Komünist Başkan” olarak tanıdığımız Fatih Mehmet Maçoğlu’nu kendi politikalarına yedekleyecek bir röportaj gerçekleştirdi. Günlerce süren yangın, devletin inkârı, müdahale etmemek için bin dereden getirilen su, yangının neden-nasıl başladığı bilindiği hâlde verilen röportaj ile kurulan cümleler baştan sona safiyane değildir. Tam tersine ideolojik ve politik bir duruşa tekabül etmektedir. HaberTürk muhabirinin Fatih Mehmet Maçoğlu’na sorduğu “Ormanları devlet mi yaktı?” sorusu itina ile seçilmiştir. Maçoğlu’nun “Özellikle şunlar yaktı, bunlar yaktı diyemem, demem de. Görmediğim bir şeyi söyleyemem…” cevabı ise 1938 yılından bu yana devletin Dersim’deki köyleri yakma ve orman yakma politikalarının aklanmasıdır. Verilen cevap egemenler tarafından da Dersim halkı açısından da tarihe not düşülmesi gereken bir yerde duruyor. Ezilen; katliamlardan geçen, yaşamı, kültürü, geleceği faşist baskılar ile abluka altına alınmaya çalışılan bir halkın hafızaları her zaman berraktır. Her yönlü saldırıların planlamasını yaparak hamlesini gerçekleştiren faşizmi aklama çabası onun özünü, niteliğini, ezilen yoksul halklara yaptığı zulmü, sınıf düşmanı olduğu gerçekliğini yok edemeyecektir.
Dersim’de yaşayıp devletin Dersim’e dair ürettiği politikaları bilmeyen, duymayan, yaşamayan hiç kimse yokken Maçoğlu; belediye başkanı olduğu halde devletin Dersim halkı üzerinden geliştirdiği politikaların farkında değil midir? Yıllardır devlet eli ile katledilen onlarca insanın olduğunu biliyoruz. Katledildikleri an orada olmadığımız için “Bilmiyoruz, görmedik!” mi dememiz gerekli. En son aracıyla mantar toplamaya giden Murat Yıldız’ı katleden devlet, yine inkâr etti buna da mı inanalım? Gülistan Doku’nun bir türlü bulunmamasını ve ailesinin soruşturmalardan geçilmesinin hesabını kime soralım? Gözlerimiz görmese de politik bilincimiz, tarihsel hafızamız, bu saldırıları gerçekleştirenin, ormanlarımızı yakıp halkı katledenin devletten başkası olmadığını bize göstermektedir.
Dersim başta da dediğimiz gibi direngenliğin isyanın coğrafyası olduğu kadar katliamların imhaların da coğrafyasıdır. Direnç gösteren halklar; tarihler boyunca devlet tarafından bastırılarak ve katledilerek kültürü, inancı, dili yok edilmeye çalışılır. Faşizmin bu politikaları, geçmişten bugüne devam etmekteydi ancak karşısında mücadele eden devrimciler vardı. Bugün ise devrimci dinamiğin zayıflaması ile devlet yapmak istediği her türlü politikayı fütursuzca uygulamaktadır. Kendisine devrimci bir misyon yükleyen halkın sorunlarına ve Dersim coğrafyasına uygulanan politikalara siper olmak iddiası ile gelen belediye başkanı; bugün Dersim’de devlet eli ile gelişen ve halkın yaşam alanlarını, kültürünü, inancını, hedef alan uygulamalara müdahale etmediği gibi boy boy fotoğraf karelerinde yer almaktadır. Bu reformizmin seline kapılmanın bir yansımasıdır. Uzlaşmanın en bariz örneğidir. Devrimcilik bir iddia olduğu kadar sınıf düşmanlarıyla uzlaşmaz bir karşıtlıktır. Bunu bilinci pratiğe geçirmeyenler ise tarihin derinliklerinde kaybolmaya mahkumlardır.
“Dersim’de ormanları kim yaktı?” sorusuna bu kadar zor cevap verenler orada yıllardır var olan direnişlere, egemenlere korku salanların tarihsel haklılığına bir kez daha bakmalıdır. Devletin bu haklı mücadeleyi yok etmek için “gücünü” sınırsızca üzerinde sınadığı yer olmaya devam ettirdiğine bir kez daha bakmalıdır. Son sözü her zaman mücadele edenlerin, örgütlü olanların ve faşizmle uzlaşmayanların söylediğini bilmelidir.