HABER MERKEZİ- 19 Eylül’de Avusturya’nın Salzburg kentinde yapılacak olan Avrupa Birliği Zirvesi’ne karşı Avusturya Partizan, Rot Front Kollektiv (Avusturya), Partija Rada (Sırbistan) ortak açıklama yapıldı. Açıklamanın tam metni şu şekilde;
“Gerici olan her şey aynıdır; vurmazsan düşmesi imkansızdır. Tıpkı süpürmeye benzer bu; süpürgenin değmediği yerde toz kendiliğinden yok olmaz.“ (Mao Zedung)
Avrupa’nın öncü emperyalist güçleri 19/20 Eylül 2018 tarihlerinde Salzburg’da, Avusturya’nın Kurul Başkanlığı’nın “doruk noktasında”, gittikçe zedelenen güçlerini sahneleyecekler: Bu sahnede ise militaristleşme ve daha fazla silahlanma, ağır bir baskı ve “sınır güvenliği”, demokrasi maskesi altında yaptıkları katliamlar ve emperyalist egemenliklerini nasıl sürdürecekleri tartışması olacaktır. Avusturya’nın, Avrupa Birliği Kurul Başkanlığı’na getirilmesinin hemen akabinde binlerce insan farklı biçimlerde AB’nin gerici politikalarını protesto ederek, Avrupa ve Avrupa sınırlarının dışında AB’ye karşı mücadele eden milyonlarca insanın mücadelesinin Avusturya ayağını hareketlendirdiler. Emperyalist AB-İttifakına karşı gelişen mücadeleyi ve isyanları büyük bir coşkuyla selamlıyor, tüm demokratik, anti-emperyalist ve devrimci güçleri Salzburg yürüyüşüne katılarak protestoyu daha da ileriye taşımaya ve Salzburg “Güvenlik Zirvesini”, ezilen ve sömürülenlerin hafızasında ve kalplerinde direnişin, isyanın ve proletarya enternasyonalizminin simgesi olarak hatırlanmasına vesile olmaya çağırıyoruz!
Avrupa Birliği geniş kitlelerin ve İşçilerin gözünde gittikçe gerçek karakterini yansıtmaktadır. 2008’den itibaren süre gelerek derinleşen kriz, AB’deki çelişkileri gittikçe keskinleştirmektedir. Daha büyük kâr elde etmek için soluksuz bir şekilde işçi sınıfına karşı büyük saldırılar gerçekleşmekte, temel sendikal ve demokratik haklar gasp edilmekte, askeri müdahalelere hazırlıklar yapılmakta ve yeni emperyalist savaşlar için silahlanmaya hız verilmekte. Görmek isteyenler için ise AB’nin “Eşitlerin Birliği” olmadığı, sömürgelerin ve emperyalizm tarafından ezilen ülkelerin daha iyi ve bütünlüklü sömürüsü için emperyalist pazar hakimiyetinin geçici bir anlaşması olduğu açıktır. Yunanistan halkı geçtiğimiz on yıl içerisinde emperyalizmin gerçek bir gelişmeyi sağlamadığını, “bağımlı kapitalizm” yarı-sömürgelerde bir ilerleme yaratmadığı gerçeğini yaşamıştır. Peki gerçek olan nedir? Yunanistan’da emperyalizm, emperyalist egemenliğin sonucu olarak gelişen ve kendisini dışa vuran bir bürokratik kapitalizmin hakim kılındığını ve bu anlamıyla da ulusal kurtuluşun tam olarak kazanılmadığı gibi, devrimin demokratik görevlerinin de esasta tamamlanmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalmıştır. Bugün artık bu görev sadece, yeni demokratik ve sosyalist devrim yolunda, Komünist Partisi`nin önderliğinde devrimci proletaryanın öncülüğü altında gerçekleşebilir.
Daha büyük kâr için çıktıkları avda emperyalistler sadece yarı-sömürgelerde iş gücünün sömürüsünü değil, kar ve pazar hamleleriyle, emperyalizm kaynaklı kitlesel göçlerle emperyalist merkezlerde de daha fazla kar ve sömürü alanı yaratmaya çalışmaktalar. Bu durum da göçmen işçiler üzerinde daha fazla sömürü ve baskı anlamına gelmektedir. Emperyalizm kana susamış bir vampir gibi sömürge ülkelerin kanını ve iş gücünü emmektedir. Yine buradan hareketle ilerici güçlerin bir bölümünün “sınırların kapatılması” yönlü propagandaya dahil olması fiilen gerici hareketleri güçlendiren bir pozisyon doğurmaktadır. Bu ezilenlerin lehine bir durum değildir. Yapılması gereken ezilen halkların ve ulusların aynı zamanda ekonomik ve demokratik hakları için verdikleri mücadelenin, emperyalizm ve işbirlikçi rejimlerinin yıkılması şiarında birleştirebilecek mücadeleyi ilerletmektir. Emperyalistlerin tekelci sermayeye yeni piyasa pazarları ve hakimiyet kuracakları yeni bölgeler yaratmak için çıktıkları bu avda iş gücü rezervi ve ham madde temin etme hedeflerinin önemli bir parçası “AB-Doğu genişlemesi” görülmektedir. AB’nin emperyalistleri (özellikle Almanya, Avusturya ve İtalya) için mevcut durumda bu alan nispeten düzenli dengelerini belli bir süre daha ayakta tutmak için hayati derecededir.
“GERİCİ OLAN HER ŞEY AYNIDIR; VURMAZSAN DÜŞMESİ İMKANSIZDIR”
Tam da Avrupa’da ezilen ülkeler, özellikle Doğu Avrupa ve Balkanlar, sermayenin nispi dengesinin çatlaklar yaşadığı ve emperyalist egemenliğin sallanmaya başladığı bölgelerdir. Birçok Balkan ülkesinde dayanışma eylemlerine vesile olan Bosna’da işçilerin grev dalgası ve kitle isyanları, Romanya, Yunanistan, Sırbistan ya da Macaristan’da hükümetlere karşı aylarca süren kitlesel yürüyüş/protestolardan kendi kaderini tayin hakkı mücadelesine, ezilen bağımlı uluslarda genel olarak ise ayrılma talebi ve eğilimi bunun için ise gerçekleşen kısmı silahlı savaşımlar bu sürecin en önemli yansımalarıdır. Emperyalist ülkelerde de işçi sınıfı henüz başka ülkelerdekiyle kıyaslanmayacak şekilde olsa da yeniden önem ve ilgi kazanmaktadır. Özellikle Fransa, Büyük Britanya ve İsveç’deki gençlik isyanları ve protestoları “Sınıf mücadelesinin yokluğu” üzerine gerçekleşen yakınma seslerini dinamik bir şekilde bastırdı. Emperyalizm işçi sınıfı ve kitlelerin meşru mücadelesini zayıflatmak için esasta iki yönteme başvurmaktadır. Bir taraftan işçi sınıfı ve kitlelerin mücadelesini “parlamentarizmin düzenli raylarına” koymak için reformizme alan yaratması, diğer taraftan ise açık faşizan yöntemler ile işçi ve kitle hareketlerini tasfiye etmeye çalışmaktadır.
Emperyalizmin bu yöntemleri (Yunanistan’da Syriza örneğinde yada Ukrayna’daki faşist hükümet örneğinde olduğu gibi) işçi ve kitle hareketini geçici süreliğine ciddi derecede zayıflatmaktadır. Bu durum kararlı bir devrimci önderliğin, işçi ve kitle hareketine önderlik yapabilecek Komünist Partilerinin zorunluluğunu göstermektedir. Bu yolda oportünizme ve liberalizme karşı mücadele önemli bir yerde durmakta. Çünkü tam da bu yönlü akımlar “Birliği yıkan zehir” gibidirler ve ideolojik mücadele yerine ilkesiz birlikler aramaktadırlar. Nihai anlamda emperyalistlerden biri ile birlik anlamına gelebilecek olan bu çizgi mevcut durumda ise AB’nin bir “birlik bloğu” ya da “AB-Emperyalizmi” ve hatta daha da vahim olarak ABD’nin “yaveri” gibi hareket etmektedirler. Oportünizmin bu bağlamdaki tüm biçimleri gerçekte sınıf ve anti-emperyalizm mücadelesinin doğru yoldan sapmasını, AB’nin emperyalistlerini hedefin dışına koyma uğraşıyla, proleter devrim karşısında bir pozisyon almaktır. Özellikle ekim devriminin büyük önderi Lenin’in “Emperyalizme karşı mücadele oportünizme karşı mücadeleye çözülmez bir şekilde bağlı olmadığı sürece, emperyalizme karşı mücadele boş ve yanlış bir söylemden ibarettir”direktifi tüm ilerici güçlere örnek olmalıdır.
“AB’nin yıkılması”, ilkeli bir enternasyonal temelde ele alınmadığı sürece çoğu zaman “boş ve yanlış bir söylemden” ibaret olmaktadır. AB’nin bir ülkeden doğru “yıkılabileceğini” iddia etmek tek yanlılıktan muzdarip olan derin bir şovenizmdir. Böylesi bir oportünist gevezelik AB’ye karşı mücadeleyi ileri bir geleceğe bırakmakta ve gerçekte ise zararlı etkilerini kitleler ve proletarya içerisinde genişletmeye çalışan şovenizmin, emperyalist milliyetçiliğin ve ırkçılığın zehrini yaymaya çalışan gericiliğin işine yaramaktadır. Bu zehirli fikirleri geri püskürtmek devrimci güçlerin kararlı bir sınıf duruşunu gerektirmekte, proletarya enternasyonalizminin duruşu içerisinde enternasyonal birliği oluşturma görevlerini yerine getirmeyi zorunlu kılmaktadır!
AB’yi ortaya çıkaran koşullar ve onu Avrupalı emperyalistler için geçici bir zorunluluk haline getiren durum emperyalizmin kendisinde yatmaktadır! Ezilenler ve sömürülenler için, eğer hayal peşinde koşmuyorlarsa “başka bir AB” istemi olamaz. Her türlü “başka bir AB” egemen sistem içerisinde sömürü, baskı ve zulmün, şovenizmin, ırkçılığın ve savaş heveslisi gerici egemenliğin başka bir biçimine çıkmaktadır.
Emperyalizm kağıttan kaplandır. AB ise fazlasıyla böyledir. Ancak emperyalizmin bu varlığı onun kendiliğinden yok olmasını sağlamıyor. “Gerici olan her şey aynıdır; vurmazsan düşmesi imkansızdır” sözü sınıf mücadelesini tarihin motor gücü olarak kavrayan, Marksizm’in sade bir gerçeğidir. Dünyanın dört bir yanında milyonların mücadelesinde, Avrupa’nın işçi sınıfı ve kitlelerinin mücadelesinde emperyalizmin yenilgisi için ortaya çıkan şiddetli arzu kendisini dışa vurmaktadır ve özellikle bugün Hindistan, Peru, Türkiye ve Filipinler’de sürdürülen Halk Savaşı gidilmesi gereken yol olarak devrimciler için ışıldayan örneklerdir. AB kendiliğinden düşmeyecektir. Her hangi bir ülke tarafından da yıkılmayacaktır. Emperyalist AB-İttifakı işçilerin, kitlelerin, ezilen halk ve ulusların çıkarları için siyasal olarak proleter devrim yolunda, Komünist partileri tarafından yürütülen sosyalist ve yeni demokratik devrim yolunda, büyük öğretmenler Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung’un evrensel öğretilerine kesin bağlılıkla yok olacaktır!
AB-İttifakına Karşı Mücadele Edelim! Proletarya Enternasyonalizmi Duruşunu Kuşanın!
AB-Doğu Genişlemesine Karşı Örgütlenin, Proletaryanın Enternasyonal Birliği için Mücadeleyi Güçlendirin!
Yaşasın Enternasyonal Proletaryanın Büyük Önderleri Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung’un Ölümsüz Öğretileri!
Yaşasın Proleter Dünya Devrimi!
Avusturya Partizan
Rot Front Kollektiv (Avusturya)
Partija Rada (Sırbistan)”