[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Yeni yıla asgari ücret ve vergi dilimleri yükseltilmiş, EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) düzenlemesi yapılmış olarak girildi. Hükümet “vatandaşımıza verdiğimiz sözleri bir bir yerine getiriyoruz” derken, Kılıçdaroğlu “ben söyledim yaptılar, yapacaklar” açıklamasında bulundu. İşbaşındaki kliğin halka dönük ekonomik temelli düzenlemeleri genellikle “seçim hamlesi” olarak yorumlanmaktadır. Görüldüğü kadarıyla hükümet böyle görülmek veya anlaşılmaktan rahatsız değil. Emperyalist sermayeye bağlı ve onun çıkarlarının belirlediği bir ekonomi döviz kurlarında yüksek artışlar, yüksek enflasyon, sanayisizleşme, işsizlik vb. yaşayacak ve halkımız bu gelişmelerden cehennem azabı çekecektir. Bu gerçeğin görülmesindense seçim merkezli açıklamalar, egemenler açısından yeğdir. Ülkenin sosyo ekonomik gerçekliği yerine, aferizme, yetersiz, liyakatsiz yöneticilere fatura kesildikçe seçim ve sandığa biçilen misyon misliyle artıyor. TİP’in “Bu yıl, o yıl olacak”, CHP’nin “Beklediğiniz yıl, sonunda geldi” mesajları seçim ve sandığın bir kader anı olarak görülmesi, gösterilmesidir. AKP-MHP blokunun da benzer içerikte mesajlar verdiğini ekleyelim. Seçim sürecine bağlı olarak politik tansiyonun yükselmesi bir Türkiye gerçekliğidir. Seçim ve sandığa dönük halk ilgisinin, kapitalist ülkelere kıyasla, bizimki gibi ülkelerde daha yüksek olması, yarı sömürge yarı feodal yapının ürünü olan ekonomik, siyasal, kültürel gibi sebeplerle açıklanabilir bir durumdur. Bununla birlikte bugünkü dünya ve onun parçası olan Türkiye düne göre farklı, özgün gelişmelerin içerisindedir. Bu durum hâkim sınıf klikleri için iktidarda olmayı, yasama, yürütme gibi organlarda iktidarını tesis etmeyi ivedi olduğu kadar hayati bir mesele haline getirmiştir. Devlet iktidarı üzerinde etkin hatta egemen olmak hâkim sınıf klikleri açısından bu denli önem arz etmesi, içinden geçilen sürecin özgünlüğüyle alakalıdır. Bu, kapitalist-emperyalist sistemin krizinden gelen ve ülkenin sosyo ekonomik ve siyasal yapısının ürettiği çelişkilerle derinleşen yönetememezlik gibi bir özgünlüktür. Benzer her gelişmeden sonra devletin daha yetkinleştiğini, faşizm daha güçlü biçimde reorganize olduğunu görüyoruz. Böylesi bir Türkiye gerçekliğinde komprador bürokrat burjuvazi ve büyük toprak ağaları için, seçim ve sandık daha önem kazanabilir; küçük burjuva devrimci yapılar ve reformist partilerin de “yapılacak” seçimlere tarihi anlamlar yüklediklerine tanık oluyoruz.
Kapitalist-emperyalist sistemdeki gelişmeler, dünya halklarının lehine bir nesnel durum ortaya çıkarmaktadır. Dünyada kitle hareketlerinin yaygınlığı ve kimi ülkelerde süreklilik kazanması koşulların lehte olmasının göstergeleri arasındadır. Türkiye ve benzer ülkeler sosyo ekonomik yapıdan zuhur eden nedenlerden dolayı devrimin yükselişi için daima elverişli bir nesnel duruma sahiptir. Nesnel durum bugün açısından taşıdığı olumluluğa rağmen, yaygın ve güçlü kitle hareketi biçiminde devrimci bir yükseliş yaşamıyor olmamız nasıl açıklanabilir? Bunun belirleyici nedeni başta proletarya partisi olmak üzere devrimin öznel güçlerinin durumudur. Devrimin öznel gücü zayıflamışken, karşı-devrim daha örgütlenmiş, büyütülmüş, askeri ve teknik açıdan geliştirilmiştir. Bu denge geçici de olsa karşı-devrime inisiyatif üstünlüğü, nesnel durumun sonuçlarını maniple etme imkânı sağlamıştır. Küçük burjuva devrimci yapıların, tutarlı demokrat güçlerin reformizme doğru yüzmelerinin, AKP-MHP blokunu, bu klik eliyle faşist devlette gerçekleşen yapılanmayı bütünden kopuk alıp seçim sonuçlarıyla halledilebilir bir mesele olarak görmelerinin önemli bir nedeni öznel güçlerin yaşadığı gerilemedir.
Komprador patron ağa devleti olanca gücüyle kitlelerin üzerine abanarak, KP’nin ve Kürt ulusal hareketinin gerilla gücüne karşı bütün gücünü seferber ederek, demokratik, yasal ve yarı-yasal kurumlara, eylemlere olağanüstü bir kuvvetle saldırarak devrimci durumun yükseliş trendine girmesini engellemeye çalışıyor. Bugünkü durum bir kez daha devrimci savaşı, KP önderliğinde yürütülen Halk Savaşını hatırlatıyor; savaşın büyütülmesi yalnızca devrimin öznel güçlerini geliştirmez yanı sıra karşı-devrimin öznel güçler üzerindeki kontrolünü, inisiyatifini kırar, kitle hareketlerinin önünü açar, bu hareketlerle karşılıklı etkileşim içerisinde devrimci dalgayı yükseltir.
Temel mesele sınıf mücadelesidir. O, nesneldir. Emperyalistler ve uşakları en gelişmiş aygıtları olan devletleriyle, üretim ilişkilerine bağlı olarak kendini üreten ideolojileri ve kitlelerin bilinçleri üzerinde oluşturdukları hegemonyayla yani bütün öznel güçleriyle “nesnel” dediğimiz sınıf mücadelesine müdahale edip, egemenliğini sürmeye çalışıyor. Proletaryanın kurmay güçleri ise Hindistan, Filipinler dışında zayıf durumdadır. Proletarya Marksizm-Leninizm-Maoizm silahına, üstünlüğü tartışmasız olan bu yenilmez silaha sahip olmasına rağmen, tek tek ülkelerde siyasi etkisi belirgin olan, bir güç haline gelememiştir. Uluslararası Komünist Hareket geri ve dağınık konumdan çıkmak üzere yeni başlangıçlar yapmış, uzun bir yürüyüş için önemli olan ilk adımları atmıştır. Geride bıraktığımız ekim ayı içerisinde geçekleşen Uluslararası Birlik Maoist Konferansı ve aralık ayı içerisinde deklare edilen Uluslararası Komünistler Birliği enternasyonal proletaryanın şimdiki ilk olan ama artarak devam edecek adımlarıdır. Bu uluslararası gelişme komünistlerin nitelik sorununa dönük bir müdahalesidir. Ülkemizde de sağlamlaşma, ilkeleri üzerinden ayağa dikilme, Bolşevik temel üzerinden sıkı, disiplinli bir yapı oluşturma süreci işlemekte, her yürek pratiğin örsüyle KP’nin çekici arasında biçimlenmek üzere ele alınmaktadır. Yaşadığımız toprakların tarihini, burada yaşayan halkın ulusal, inançsal özelliklerini, sınıfları, bu sınıfların genel ve özel durumlarını, sınıf savaşını ve savaşın bu topraklarda hangi stratejiyle yürütüldüğünü, sorunlarını vb. hakkında bilgi sahibi olmak, kritik süreçlerde nerde duracağını, ne ve nasıl yapacağını bilmek, tek başına kalsa bile yönünü bulacak, görevlerine sarılacak, sorumluluklarını halka layık olacak biçimde yerine getirecek düzeyde gelişmiş devrimciler savaşın gidişatını belirler. Faşist devleti tanımak, saldırılarını boşa çıkartacak biçimde konumlanmak, düşmana kolay lokma olmayacak bir çalışma tarzını içselleştirmek gibi, kitlelerle kaynaşmış, sözüyle, davranışlarıyla kitlelerin güvenini kazanmış olmak da bir nitelik sorunudur. Faşist devlet devrimci dalganın eğilimi üzerinde etkili olmak için çırpınırken; faşist zoru tırmandırıp, kitleleri örgütlemeyi, tarikatlar, çeteler, resmi ve yarı-resmî kurumlar aracılığıyla mobilize bir kitle gücü yaratmayı elden bırakmıyorken, devrimci çalışma içerisinde olan militanların bir çaylak, bir amatör, ne yaptığı hakkında pek fikri olmayan bir acemi olması bağışlanamazdır.
Bu tarifteki gibi bir devrimci tipolojisi kolektifin kurumsal eğitim anlayışı ve kişinin bireysel çabasıyla değişime dönüşüme uğratılabilir. Bunun için ihtiyacımız olan şey “neden”dir. Kendimizde olan gerilikle savaşmalı mıyız, neden? Kitleleri anlamak, hareketlerini eyleme dönüştürecek olguları bulmak, bir dayanışmanın, üretimin parçası yapmak, PP’ye kazanmak istiyor muyuz, neden? Okumak, incelemek, yazmak için zaman yaratmak gerekir, ama neden? Bu böyle uzayıp gidebilir, buna gerek yok, kısacası varlık gerekçemiz, yaşamımızın anlamı “neden”lere verdiğimiz cevaptadır.
Devrimci saflarda ve tabii kolektifimizin de saflarında nefer olmak gibi biraz da mistisize edilmiş bir makam var. Nedir nefer? Görev insanı, her koşulda görevini yapan, bu yapma eylemi önünde engel tanımayan, halka ve onun davasına inanmış, yürekten bağlı bir savaşçı, militan! Kendini halkın davasına adamanın üstünde daha ne olabilir ki? Bu bakımdan nefer olmak bir yüce eylemdir. Nefer tıpkı N.Hikmet’in şiiri gibidir, ne diyordu şair: “Başladı işe / Bitirdi işi / Başlarken avaz avaz bağırmadı. / Bitirdi ve: / Gelin seyredin, diye / dört yanı çağırmadı. / O milyonların milyonda biridir. / O bir sıra neferidir.” Evet nefer olunmalı, ama nefer kendini aşmalı, o bir öncü olmalı, önderleşmelidir. Neferin bitmez tükenmez enerjisi, coşku ve sebatı devrimci çalışmaya kitlelere önderlik etme düzeyine taşınmalı ki kitlelerin yaratıcı gücü açığa çıkabilsin. Nefer-önder ilişkisi karşılıklı dönüşme ilişkisidir, bunu gerçekleştirecek güç neferle birlikte kolektiftir.
Daha ileriye, daha öne çıkma, sıçramalar gerçekleştirme en çok nefere ait bir iş olmalıdır. Bunun için daha güçlü bir istek gerekir, tereddütsüz bir güven gerekir.