Ülke gündemi dalgalı, saçaklı ve yoğun. Örtü işlevi gören “Atatürk heykeline saldırı”, Tayyip Erdoğan ve avanesinden bir kısmının yakalandığı korona etrafında dönen “bela okuma ve sıhhat dileme kavgası,” muhalefetin cumhurbaşkanı adayının kim olacağına dair spekülasyonlar gibi daha bir dizi “pılıpırtıyı” ayıkladığımızda asıl gündemin işçi ve emekçilerin yaygın hareketi, zam furyasına duyulan öfke ve sokaklara taşmış bulunan halk protestoları olduğu görülecektir. Ekonomi alanında dünya çapında yaşanan baş aşağı gidiş sadece Türkiye’de değil başka birçok ülkede çelişkilerin keskinleşmesinin ana nedenidir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıp saldırmayacağı üzerine spekülatif senaryolara sıkışmış gözüken uluslararası gerginliklerin de temelinde dünya çapında yaşanan ekonomik çöküş sorunsalı bulunmaktadır. Bu çöküş sürecinin bizimki gibi ülkelerde daha önce ve yoğun biçimde hissedilmesi dışa bağlı ve yarı feodal ekonomik şartların kaçınılmaz sonucudur. İşçi ve emekçi hareketinin yaygınlaşması gelecek için bir işarettir. Bu işaretin doğru anlaşılması ve buna uygun konumlanmak için öncelikle “pılıpırtıdan” ayrı düşünmek, kayıkçı kavgasına malzeme taşımamaya dikkat etmek gerekir. Farkında olmalıyız ki kayıkları zaten sürüklenmektedir, üzerinde oldukları nehrin sonu ise onlar için felakettir…
2021 yılında işçiler ve emekçiler büyük bir yoksullaşma yaşadılar ve devam edecek bu büyük yoksullaşma sürecinin de henüz başındayız. Ücretlerin enflasyon karşısında erimekte olduğunu söylemek vahameti anlatmak için yeterli değildir. Temel ihtiyaçların karşılanmasında yaşanan ve ciddi boyutlara varan bir ekonomik kayıp söz konusudur. Krizin tüm faturası işçilere, köylülere, emekçilere ve orta sınıflara kesilmiştir. Bu ekonomik krizde egemen sınıflar ise palazlanmaya devam ettiler. Bankacılık sektöründe 2021 yılında toplam 92 milyar TL’lik kâr sağlandı ve bu kayıtlara tarihin en yüksek kârlılığı olarak geçti. Bu, bir önceki yıla göre %58 düzeyinde bir artış demektir. Bu tüm büyük ve ana sektörler için geçerlidir. Üretim ve finans alanında yaşanan krizde patronlar daha fazla büyürken, emekçiler daha fazla yoksullaşmıştır. Bu tablo gelir farkının da büyüdüğünü, krizde emekçiler için yıkımın, patronlar için fırsatların gerçekleştiğini göstermektedir.
Faiz-kur-enflasyon sarmalında emperyalist sermaye ve uşakları büyük “vurgunlar” gerçekleştirirken, bizdeki gibi pazarların emperyalist sistemin ucuz mal ve tatlı sermaye vurgunları için bereketli pazar hali derinleşerek sürmüştür. Faşizm sopasına, yönetme kabiliyetine ve kitlelerin örgütlenme-siyaset yapma hakkının cenderede olmasına güvenerek krizin tüm faturasını emekçilere acımasız şekilde kesmekten geri durmamıştır. Özellikle son 7 yılda kitle hareketlerinin zayıfladığı, hak arama bilincine ağır darbelerin vurulduğu, örgütlü güçlerin ve tüm örgütlenmelerin zayıflatıldığı ya da teslim alındığı koşullar faşizmi daha pervasız ve saldırgan hale getirmiştir. Geniş kitlelerin faşist kliklerin yürüttüğü kayıkçı kavgasında saf tutmaya mahkûm edildikleri ve ancak bu temelde politize olmalarına izin ya da olanak verildiği, tüm beklentilerin ve odaklanmanın adeta seçimlerle sınırlandığı bir kuşatma gerçekliği vardır. Bu kuşatma açık bir şekilde pasifizmin üretildiği, sisteme olan tepkilerin faşist kliklerden birine yedeklenmeye dönüştürüldüğü, tüm sorunların çözüm iradesi ve gücünün sandık olduğu, sandığın dışına çıkan her arayışın “darbe, terörizm, provokasyon” kategorisinde ele alındığı bir ideolojik-politik saldırı söz konusudur.
MÜCADELECİ GÜÇLERE EKLENEN YENİ HALKALAR!
Tüm bu kuşatmaya, yönlendirme ve pasifize etme çabasına rağmen, gelinen noktada kitlelerin hak arayışı ve mücadelesinin engellenemeyeceği görülmektedir. Bir süredir işçilerin ve emekçilerin irili ufaklı direniş ve mücadeleleri bugün yaygın iş bırakmalara, iş yeri işgallerine, sefalet zamlarını protestoya, sokaklarda eylemlere dönüşmüştür. Metalden inşaat sektörüne, tekstilden maden sektörüne, nakliyeden gıda-perakende sektörüne birçok üretim ve hizmet sahasını içerecek şekilde yaygın bir hareket oluşmuştur. Buna bir de özellikle T. Kürdistanı’nda fahiş elektrik zamlarına karşı kitlesel eylemler eklenmiştir. İşçilerin, emekçilerin birikmiş öfkesi sınıf mücadelesinde kitlesel eylemlere, örgütlenme arayışına ve artık hak kayıplarına tahammül göstermemeye dönüşmüştür.
Faşist diktatörlüğün siyasal ve ekonomik sıkışmışlığı, çözümsüzlüğü toplumsal çelişkileri sürekli şekilde keskinleştirmektedir. Sahneye dünden farklı, yeni mücadeleci güçler çıkmaktadır. İş bırakmalar, kısmı grevler, direnişler, öğrenci eylemleri sürekli ve dinamik bir şekilde değişim isteyen yeni bir hareketin oluştuğunu göstermektedir. Tüm bunlara dünden bugüne demokratik haklarını isteyen, memnuniyetsizliğini açık şekilde ifade eden ve değişimi talep eden demokratik kesimleri de eklemek gerekmektedir. Gelişmeler yeni güçlerin mücadele cephesine akışını daha da güçlendireceğine işaret etmektedir. Ekonomik temeldeki gelişmeler ve bundan beslenen propaganda devrimci güçlerin etkinliklerinin çok ötesinde bir yaygınlığa, sürekliliğe ve bunun yarattığı bir bilinçlenmeye işaret etmektedir. Bu bağlamda yaşadıkları sorunların boyutunu ortaya koyan propagandalarda halk yığınlarına “harekete geç” çağrıları düne göre daha geniş bir çevreden ve daha açık yapılmaktadır. Sefalet koşullarının ve bu koşulları üreten keskin çelişkinin itim gücü ve potansiyeli olağanüstü düzeyde gelişkindir. Tüm bunlar devrimci çalışmalar için güçlü ve enerjik bir zemin sunmaktadır. Bunun yanında ise değişim isteği, ekonomik-sosyal haklar için örgütlenme arayışı ve buna dair gelişen bilinç kitleleri devrimci temeldeki yönelime daha açık hale getirmektedir.
DEĞİŞİM İSTEĞİNİ DEVRİMCİ TEMELE KAVUŞTURMAK!
Bu eksende anlık gelişmelere değil sürecin bütününe odaklanmak, devrimcinin görevlerini de bu eksende belirlemek gerekmektedir. Komünist yaklaşımın ve tutumunun “Çeşitli sınıfların güç ve eğilimlerinin doğru, nesnel biçimde dikkate alınması üzerinde yüksel”diği (Lenin) unutulmamalıdır. Çelişkilerin niteliği, kitlelerdeki arayışın ve yükselen taleplerin özü, egemen sınıfların her şeyi ama özellikle de kitlelerden yükselen eylemleri belirlenmiş sınırlar içinde tutmak üzere aldıkları konum ve kendi içlerindeki parçalanma ve çatışmalar daha güçlü bir hareketin işaretini vermektedir. Bu hareket yeni güçlerin sürekli katılımıyla büyüme özelliğine sahiptir. 2022’de ivme kazanan ve yaygınlaşan hareketin yer yer kazanımlarla, yer yer kayıplarla birlikte ilerleyeceği, ama mutlaka yeni halkalarla güçleneceği potansiyeline sahip olduğu kavranmalıdır.
Asıl üzerinde durmamız ve tartışmamız gereken ise ortaya çıkan hareketten devrimci çalışma lehine nasıl yararlanacağımız, buna nasıl yöneleceğimiz, bunun için nasıl birleşip ve örgütlenebileceğimizdir. Hiç kuşkusuz özellikle geniş temeldeki ekonomik sorunlar ekseninde propaganda yapmanın olanaklarının yoğunlaştığı ve devrimci çalışma için kolaylaştırıcı olan bu durum karşısında devrimin propagandasına odaklanmak, bunun yaratıcı şekilde hayata geçirilmesine çalışmak gerekmektedir. Bu görevin parçalı ve dağınık çalışmaları birleştiren, yönlendiren ve peşinden sürükleyen, ileriye taşıyan nitelikte olduğu ortadadır. Bir adım ilerde olma sorumluluğuyla süreci öngörüp yoğunlaşmak ama özellikle de hareketten öğrenmeyi ihmal etmemek gerekir.
Devrimci çalışmaların, yaygın devrim propagandasının kitleleri pasifizme, parlamentarizme, ekonomizme hapseden sınırlardan kopmayı içerdiği unutulmamalıdır. Kitlelerin gerçek kurtuluşuna işaret etmek, bu eksende daha güçlü çalışmalar örgütlemek ve bu çalışmaları hayata geçirmek kitlelerin ekonomik, sosyal temeldeki hakları ve örgütlenmeleri karşısında egemenleri daha fazla tavize zorlamak anlamına geldiğini de unutmamalıyız. Sorun her zaman için neyin neye hizmet ettiğidir; hak mücadelesi devrimin hizmetinde olduğunda büyük kazanımların aracı olacaktır. Devrimci rotanın işaret edilmediği, onun daha güçlü ve etkili şekilde sürdürülmediği, sadece kitle hareketinin içinde olmakla ve peşinden sürüklenmekle sınırlı bir çalışma sürecin tüm devrimden uzak, hastalıkları, zaafları taşıyan politik yanını beslemeyi getirecektir. Hiç kuşkumuz olmamalıdır ki bu hareketin daha da güçlenmesine ve ileriye taşıyan politik bir nitelik kazanmasına engel olacaktır.
Değişim isteği, yoğun çelişkiler, sisteme yönelik öfke, yeni güçlerin mücadele saflarına dahil olması daha güçlü bir devrimci çalışmayı, değişim isteğinin devrim isteğiyle birleştirilmesini içeren bir yoğunlaşmayı getirmelidir. Oportünizmin ve reformizmin “kitlelerin hareketinden kopmamak gerek” diyerek kitlelerin ihtiyacı olan devrimden uzaklaşan, kayıkçıların nehrinde sürüklenen tasfiyeciliğine karşı açık, net ve kararlı konumlanıştan taviz verilmemelidir. Daha güçlü kitle hareketleri, daha birleşik bir mücadele hattı için daha enerjik bir devrimci çalışma, daha yaygın bir devrimci propaganda; işte ihtiyaç duyulan budur.