“Ön yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur” demiş Albert Einstein. Şerzan yoldaşla ilk karşılaşmamızdaki izlenimim ve Şerzan yoldaşı tanıdıkça mücadele kararlılığı ve azmi arasındaki çelişki, bana Einstein’ın sözünü anımsattı. Şimdi onu anlatmaya başlarken “nereden başlamalı” soruma cevabı burada buldum. Biliyorum onu, onun anlatmak istediklerini anlattığı gibi güçlü anlatamayacağım. Onu anlatmak, bir bebeğin yaşama gözlerini açtığındaki algı dönemi ve sonrasındaki gelişim çağını anlatmak gibi…
İlk karşılaşmamızda bende bıraktığı “acaba” izleniminin aksine ölümsüzleştiği ana kadar mücadeledeki duruşu, halka bağlılığı, devrime olan inancı bir gelişim seyrinin ürünüydü. Her fırsatta, “gerilla yaşamının ve doğal olarak partinin kendi yaşamındaki gelişim seyrine etkisini” dillendirmekten geri durmazdı. Ahmet (Yetiş Yalnız) yoldaşla bir konuşmasında “ben gerillaya gelmeden önce hayatın her şeyine yabancıymışım” sözleri bunun en somut örneği olmuştu. 10 yıl boyunca adımladığı zorlu Dersim patikalarındaki mütevazi ama kararlı yürüyüşü, “kendini yeniden, yeniden üretmek, değiştirme eylemine kendinden başlamak” pratiğinin Şerzan yoldaşta cisimleşmiş hali olmuştu.
Yeni öğrendiği her şey (ki ben bilirimciliğin kişiliğinde çok zayıf olmasından kaynaklı yeni olan her şeye açık, öğrenme isteği çok güçlüydü) onun için bir hazine niteliğindeydi. Ki kendini sürekli yenileme çabasının, devrimcilikte ısrar ve inancın, bitmez tükenmez halk ve yoldaşlık sevginin güçlü olmasında da bu yönünün çok fazla etkisi vardı. Tökezlediği yerde kendini yeniden üretme iradesi biraz da buradan güç alıyordu. Çünkü kendi deyimiyle “parti” ile yeni bir dünyaya gözlerini açmış ve bir daha kapatmamak üzere gözlerini hep kutup yıldızına doğru çevirmişti. Anlamıştı bir kere, kutup yıldızı ona yönünü kaybettiğinde doğru yönü gösterecekti.
En zor anlarda tutundu mücadeleye. Ne düşman saldırıları ne sağ tasfiyeci hizbin partiye yönelik yılgınlık kokan saldırıları inancında eksilme yaratmadı aksine daha fazla görev yüklenme sorumluluğunu artırdı.
Devrimcilik maddi yaşam içinde ezen-ezilen çelişkisinin yarattığı sorunlar karşısında güçlü bir vicdan muhasebesini içinde taşır. Ama bir farkla, bu vicdan muhasebesi bilinçle harmanlanıp sorunları ortadan kaldırma pratiğine de girmeyi zorunlu kılar. İşte Şerzan yoldaş bu iki ögeyi yaşamı boyunca güzel harmanlayıp, mücadelenin en ön saflarında, uğruna yaşamını feda edecek kadar inançla dövüştü.
Öğrenci kökenli olmasından kaynaklı ilk geldiği dönemlerde emeğe çok yabancıydı. Ama gerillada emek yoğunluklu bir faaliyetin içinde oldukça, ezilenlerin harcadığı emeğe rağmen ezenler tarafından açlıkla-yoksullukla terbiye edilme saldırılarına karşı kini ve öfkesi daha da büyüyordu.
2017 baharında Bozan’da Çakmaklı tepelerine döşediğimiz mayının başında bekliyordu. Günlerce iki kişilik bir faaliyet içerisinde her zamanki gibi hiçbir yakınma içerisinde olmadan, düşmanın mayının üzerine gelmesini bekliyordu heyecanla. Sonbaharda verilen 12 kaybın hesabı sorulacaktı. Bir yandan 12’lerle ilgili şiir kitabı çalışmasını tamamlamaya çalışıyor, diğer yandan eyleme yoğunlaşıyordu. Beklediğimiz an geldiğinde tepede düşmanı ilk fark eden O olmuştu. An an, mayının tepedeki düşmanda patlamasını büyük bir heyecanla izlemiş, mayının patlamasının hemen ardından, bir dakika önce çekildikleri noktaya havan düşmesine rağmen, ölümden dönmüş olmasının hiçbir korkusu okunmuyordu gözlerinden. O an tek yoğunlaştığı, eylemin başarıyla sonuçlanmış olması ve yoldaşların hesabının bu pratikte sorulmuş olmasıydı. Kendi mısralarıyla;
Yok öyle
Boyun eğmenin zamanı değil şimdi.
Sen değil misin?
Karı delip göğe eren
Haydi kaldır başını
Hele hele şimdi
Hiç de değil
Boynu bükük durmanın
…..
Haydi kaldır başını
Daha yolumuz uzun”du.
Kaldırdı başını, üstlendi zorlu görevleri. Artık TİKKO’nun birim komutanlarındandı. Ölümsüzleşenlerin de bıraktığı boşluğa bütün varlığıyla siper oldu.
Gerilla yaşamı boyunca artık eli-kolu olan silahını iyi kullandığı gibi, kalemini de iyi kullanmasını biliyordu. Gerilla yaşamını, ölümsüzleşen yoldaşlarını, dağı, taşı, kuşu bile kendi yaşam çizgisine göre öyle güzel anlatıyordu ki… Bir de ezilenleri anlatmayı, onlara sadece bir şeylerin kötü olduğunu değil, kötülüğe karşı neler yapılması gerektiğini de anlatmasını iyi biliyordu. Kaleminden birçok öykü, şiir, anı-anlatı çıktı. Kitaplaştı kimisi; ölümsüzleşen yoldaşlarını anlatan “onlara, onlar gibi olanlara” adlı şiir kitabı oldu. Öyküye döküldü bazen; “Keşiş” oldu. Yazmak da bir eylemdi onun için. Savaş içinde üretmeyi, gerçeğin dilini kaleme dökmeyi iyi başardı.
Şimdi yeniden başa dönüyorum… İlk karşılaştığımız ana. Ben de oluşan ön yargıya… Kafamda ona dair oluşan “acaba” sorusuna… Evet yerle bir etmişti bütün ön yargılarımı. Hem de çok kısa bir süre zarfında. Vicdan, bilinç, irade ve pratik denkleminde devrimimizin sıra neferi, hamalı oldu. Yakınmadı hiçbir zaman. Yaşadığı kadar anlatmayı, anlattığı kadar pratiğe girmeyi öğretti. Şimdi bizlere büyük bir kavga, kavganın içinde yoğrulmuş anılar, öyküler bıraktı. Gelecek kuşaklara, insanlığa anlatırken Şerzan yoldaşı, bıraktığı boşluğun ağırlığı ama bir o kadar taşıdığı inancın büyüklüğüyle anlatacağız onu.
Dersim’den Bir Partizan