Birlik konusu öteden beri tartışılan, bugün çok daha fazla tartışmalı ve içeriksiz olduğu ölçüde belirsiz hale getirilmiş bir konu olarak dikkat çekmeye devam ediyor. Birlik konusu sadece yaygın bir biçimde gündeme getirilen haliyle, yani farklı yapıların birleşmesi bakımından değil, bir yapının, özel olarak komünist partisinin kendi birliği bakımından da daima gündemdeki bir konudur. Böyle olması da doğaldır. Özellikle “yaşayan,” bu anlama gelmek üzere “gelişen” bir parti olması nedeniyle komünist partisi, birliğinin hangi temellerde gerçekleştiğini ve gelişebileceğini her zaman yenilemek, somutlaştırmak zorundadır. Komünist partilerinin birlik problemini sürgit yaşamalarının nedeni bu partilerin birer mücadele, daha doğru bir ifadeyle, savaş aracı/aygıtı olmalarıdır. Bu partilerin daima daha büyük kitlelerle birleşmek, tüm insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirmek üzere onların giderek büyüyen birlik gereksinimini sağlamak gibi bir yüce görevleri vardır. Bu, kitleler içinde daima çalışma gerektiren ve onları birleştirecek olguları, çıkarları, talepleri belirli amaçlar uyarınca gündemleştirmeyi zorunlu kılan bir görevdir. Dolayısıyla “kendi iç birliği” için de onun zorunlu olduğu şey doğru bir kitle çizgisi izlemesidir. Bu nedenle biz “birlik” mevzuunu “akımların birliği” ya da “kendini komünist olarak tanımlayanların birliği”, veya “aynı gelenekten gelenlerin birliği” kapsamında değerlendirmeyi yanlış bulan bir tutuma sahibiz. Bu tür birlik arayışlarının “kitlelerin çıkarlarına rağmen birlik” içerdiğini ve geleceksiz olduğunu değerlendiriyoruz. Bu, aynı tutum “devrimci hareketlerin birliği” için de geçerlidir. Kitlelerin hareketine dayanmayan her türlü “birlik” nihayetinde o harekete rağmendir ve kısırdır.
Dışımızdaki birlik süreçlerine yaklaşımımız kendi iç birliğimize yaklaşımımız için önemli bir referanstır. Çünkü biliyoruz ki kendimizi geliştirdiğimiz derecede diğer akımlara karşı güçlü oluruz veya dışımızdaki süreçlere ne derecede doğru müdahale edersek, bu anlamda yanlışlara karşı mücadele verebilirsek kendimizi de o derecede geliştiririz. Bu iki süreç arasındaki güçlü bağ kavranmadıkça partinin devrimci mücadele içinde ilerlemesi de sağlanamaz.
HER ŞEY MÜCADELE İÇİNDE GELİŞEBİLİR
İçinden geçtiğimiz süreçte her türden birliğin genel olarak onaylanması da dahil olmak üzere çok çeşitli birlik anlayışları yaygın bir biçimde benimsenirken bu apaçık oportünist tavrı eleştirenler “anti birlikçi” ilan edilip tartışmaların dışında değerlendirilmekte ve görüşleri tartışılmamaktadır. Kuşkusuz sadece bu değil, devrimci hareketler tarafından birçok mesele özel bir politikaymış gibi tartışılmamaktadır. Oportünizm açısından bu bir bakıma anlaşılırdır. Oportünizmin mücadele etmeden, kendi değişmezlerini merkezde tutarak ve dar grup çıkarlarına dayanan arayışları bu sonucu da üretir. Aynı şey belki biraz daha bariz biçimde birlik konusunda görülmektedir.
Buna karşılık biz bu tartışmalara devam edeceğiz. Etmemiz gerekiyor. Çünkü doğru anlayışın geliştirilmesi mücadele gerektirir ve komünist partisinin gelişimi doğru anlayışın ve doğru anlayışa uygun teorinin rehberliğini gerektirir; bunun dışında bir gelişme olanağını düşünmek komünist partisinin bilimsel karakteriyle uyuşmaz.
Çoklukla partinin veya doğru fikrin “kendi seyri içinde” gelişebileceği yanılgısına düşülür; oysa o ancak yanlışla mücadele ederek, hatta bu mücadele oranında gelişir. Çünkü doğru fikir ve dolayısıyla parti de var olanla ilgilidir ve var olanı kavramak için onu karşımıza alıp incelemek, değerlendirmek zorundayız. Bu da onunla her bakımdan ilişkilenmek demektir. Yanlış dediğimiz var olanın korunmasını, sürmesini amaçlayan veya içeren her türlü şeydir. Doğru ise var olanın gelişim yönüne açıklık getiren ve müdahaleyi bu yönde ortaya koyan her türlü şeydir. O halde doğrunun ancak bir mücadele ile somutlaşacağı da açıktır. Tartışmalarımızın bu özelliği gelişmek ve gelişmeleri kavramak için belirleyicidir. Hem pratik olarak hem de teorik tartışmalar içinde mücadele devrimin gelişmesi için zorunludur. Aksi halde doğrunun gelişen, her gün için üretilmesi gereken bir kavram olduğunu inkâr etmiş oluruz. Doğru her zaman için geliştirilmesi gereken bir kavramdır: hangi biçimlere denk geldiği, neyi değiştireceği, nasıl engellerle karşı karşıya olduğu onu her gün üretmeyi gerektirir; şunu da eklemek gerekir: doğru eskiyen bir şey değildir, yeniyi, ileriyi temsil eder. Eğer bir fikrin doğruluğundan söz ediliyorsa onun bir gerçekliği vardır; somuttur, günceldir, ulaşılması gereken bir hedefe dairdir ve tabii ki bir şeylere karşıdır. Doğruyu tüm bu özelliklerinden ayrı kendi dar sürecinin bir uzantısı olarak görenler kısmen gelişim gösterseler de esas olarak gelişemezler. Kısmen gelişebilirler, çünkü olana ait bir fikrin de yaşama, “kendini” üretme olanağı vardır. Bu gelişme tabii ki varlığını sürdürme ölçeğinde olur. Devrimci fikrin ve dolayısıyla hareketin ayırt edici özelliği bu tür bir var oluşu kabul etmemesidir. Onun özelliği olanı dönüştürmek üzere kendi varlığını geliştirmek ve sürekli gelişmektir. Bu proleter bir hareket olduğunda sonuna kadar, sınıflı toplum sonlanana kadar devam eder.
DEVRİM NİHAYETİNDE BİRLEŞMEKTİR
Birlik anlayışının önemi devrim için halkın birliğini gerçekleşmesi zorunluluğundandır. Bunu devrimci güçlerin birliğine indirgeyen veya bu meseleyi bu eksende tartışıp, bu eksende hareketler üreten yaklaşımlar halkın birliği doğrultusunda doğru politikalar belirlemekte ilerleme kaydedemezler. Bu mesele toplumsal süreçlerin dinamiklerinden hareketle tartışılabilir ve politika da ancak bu eksende belirlendiğinde doğrulara denk gelebilir. Bizim bu meseleyi ikili, üçlü birleşmeler eksenli ele almaktan uzak durmamızın ve değerlendirmelerimizde buna bir karşıtlık olmasının temel nedeni tam olarak budur.
Devrimci hareketin gelişimi, sınıf ittifakları, devrimci iktidar organlarının oluşması ve bu organlar aracılığıyla kitlelerin yönetme yeteneklerinin gelişmesi gibi halkın birliğini içeren gelişmeler hiç şüphesiz ikili, üçlü birleşmeleri gündeme getirebilir. Bunların halkın birliği yönündeki gelişmelerin bir sonucu olduğu gerçeğini vurgulamalıyız. Esas olan halkın birliği yönündeki gelişmelerdir. Ancak bu gelişmeler birleşmeleri getirebilir. Bunun hangi biçimlerde olacağı doğal olarak günün şartlarında konu edilir ve biçimler üzerine genel tartışmalar yapmak gereksizdir. Bu gelişmeleri içermeyen, bunlarla bağlı olmayan birleşmeler günü kurtarmakla sınırlı kalır. Dolayısıyla yoğunlaşılması gereken halkın birliğini içeren gelişmeler olmalıdır. Bunu içermeyen “birlik” anlayışları nihayetinde bölücüdür, dağıtıcıdır. Bu özelliği hemen her benzer birlik süreçlerinde görmek olasıdır. Elbette istisnalar olacaktır; ne var ki istisnaları oluşturan nedenler de istisnaidir, dolayısıyla çok özeldir. Böyle olmakla birlikte bunların da halkın birliği süreci bakımından “birleştirici” olamayacaklarını kesine yakın bir netlikle ifade edebiliriz. Halkın birliğinden azade, yanlış çizginin kısmen güçlenmesi kimseyi aldatmamalıdır. Dolayısıyla bunlar genel tartışmalarda dikkate alınamazlar.
HER TARTIŞMAMIZ DOĞRUNUN ZAFERİ İÇİNDİR
Yapmakta olduğumuz bu tartışmalardaki değerlendirmeler komünist partisinin içi için de aynı derecede geçerli ve gereklidir. Oradaki birlik durağan değildir, olamaz da. Gelişmek zorunda olan bir komünistler birliği sorunu her zaman için geçerlidir. Komünist partisinin iç birliği için bunu özellikle anlamak ve benimsemek gerekir. Hatta söz konusu tartışma ve değerlendirmeler esas olarak komünist partisi içinde olmalıdır ve doğru fikrin gelişmesi bakımından onun her bir parçası da kendini bundan sorumlu tutmalıdır. Bu özellikle bütünün ve ona uygun olarak her parçanın da gelişimi için olmazsa olmazdır. Bu noktaya yer yer dikkat çekiyoruz. Genel olarak bunun nedenini açıklamak gerekir: Komünist partisi herhangi bir tartışmada kendi çizgisini geliştirmeyi esas amaç edinir; dolayısıyla her tartışmada kendi içinde bir çizgi savaşımı verir. Birlik tartışmalarını yaparken de esas olarak kendi çizgimizi, anlayışımızı, hareket biçimlerimizi saptar ve her bir parçanın buna uygun olarak, aynı doğrultuda, aynı çizgi etrafında birleşmesini ve gelişmesini sağlarız. İç tartışmalarımızdaki yanlışları böylece en güçlü biçimde mahkûm eder, kendimizi bunlardan arındırarak ilerleriz. Genel bir tartışma yaparken esas olarak özel bir tartışma içinde olduğumuzu her bir parçamız kavramış olmalıdır.
Bölücü ve dağıtıcı tutumların her an karşı karşıya olunan sorunlar olduğunu biraz geçmişe bakan herkes görür ve bunun gelecek için bir uyarı olduğunu da her aklı başında kişi fark eder… Bölücü ve dağıtıcı tarzların bütün komünist partilerinde ciddi problemler olarak ele alındığını biliyoruz. Sadece “dışarıdaki” problemler değil de aynı zamanda “içerideki” problemler olmaları bunların içeriğini oluşturan birlik karşıtlığının komünist partisindeki, elbette “özel” bir sorun olarak görülmesini gerektirir. Dışımızdaki oportünizme karşı mücadeleyi kendi doğru çizgimizi geliştirmek üzere verdiğimize göre kendimizle de mücadele ettiğimiz açık olmalıdır. Parti kendi birliğini geliştirmek üzere demokrasiyi olabildiğince güçlü uygular. Bu demokrasinin irade oluşturmak üzere uygulandığı da açıktır. Bölücü veya dağıtıcı tarzlar özellikle demokraside başarısız kalanların başvurmak zorunda kaldıkları yöntemlerdir. Bunlar tartışmaları, irade oluşturma süreçlerini, birikim üzerinden ilerlemeyi ihmal ederler. Böyle olduğu için de oluşan iradeyi küçümsemeyi, yok saymayı, hatta olabildiğince dağıtmayı bir gereklilik olarak kavrar ve harekete geçerler. Bunun “zorunda kalınan” bir hareket olmasının nedeni yenilgi hissidir. Oportünizm algıda kalmış “doğruların” toplamıdır; yenilgi hissi de onun objektif olana yabancılığından kaynaklanır. Mücadeledeki başarısızlığının kaynağı da budur. Doğrunun mücadele ile gerçekleştiğini kavrayamadığı ölçüde aynı anlamı içeren demokrasiyi de küçümser, kendi bildiğini mücadelesiz egemen kılmanın biçimi iradeyi boşa düşürmek olur. Bu güçsüzlükten kaynaklanan yanlış müdahalelerin doğal akıbetidir. Komünist partilerinde disiplin anlayışının güçlü olmasının nedeni doğru çizgiyi geliştirmenin biçimi olarak güçlü bir mücadeleyi öngörmeleri ve gerçekleştirmeleridir. Bütün ustaların komünist hareketi üreten pratiklerinde her zaman çok güçlü tartışmalara tanık olmamızın nedeni budur. Bölücü ve dağıtıcı pratiklerin gerisinde güçlü tartışmaların olmaması da bir tesadüf değildir…
PARLAK SÖYLEM HER ZAMAN DOĞRU SÖYLEM OLMAZ
Proletaryanın, ezilen son sınıf olmakla tüm toplumun sınıflı dünyadan kurtulmasıyla sonuçlanacak kurtuluş mücadelesi onun bakış açısının tüm toplumsal süreci kapsamasını, yani kesine yakın bir objektiflikte olmasını içerir. Şöyle de söylenebilir: proletaryanın üretim araçları karışındaki konumu onun bu araçlar üzerindeki egemenliklere tamamen son vermek için mücadele etmesini ve bunlara özel olarak sahip olamayacağı gerçeği de onun subjektivizme düşmemesini getirir. O kendini kurtararak, zorunlu olarak tüm sınıfları yok etmek üzere toplumun sınıflı dünyadan kurtulmasını sağlayacaktır. Bu nedenle “onun bakış açısı bilimseldir,” diyoruz. Çünkü onun sınıf bakış açısı nesnel olarak, bir sınıf olmakla beraber “dar sınıf bakış açısından mustarip” değildir. Dağıtıcı, bölücü tarzların gerçek kimliğini açık edebileceğimiz yer bu sınıf bakış açısından uzaklığıdır. Subjektif değerlendirmeler, gerçeklikle kurduğu ilişkinin zayıflığı onu ele verir.
Bölücü ve dağıtıcı üslubun fark edilmesi ve eleştirilerek alt edilmesi için söylem ile eylem arasındaki ilişkinin ve bunlardan temel olanın hangisi olduğunun bilinmesi genellikle belirleyicidir. Bu olumsuz pratikler genellikle gene olumsuzluklar bahane edilerek, bunlara karşı gerçekleşir. Belli zayıflıkları, gerilikleri, yetmezlikleri bahane etmesi onun kendindeki mücadelesiz ilerleme gayretini görmemesini içerir ve bunun sonucunda yıkıcı pratiklere imza atar. Haklılığını sözde “yanlışa karşı” olmakla açıklar. Oysa yanlışın eleştirisi doğru bir çizgide mücadeleyi içermelidir; proletaryanın sınıf bakış açısındaki bilimsellik bunu gerektirir.
Şunu hem tarihsel olarak öğrendik hem de her gün yeniden görüyoruz: Oportünizmin bölücü, dağıtıcı özelliği onun genelde parlak üsluplarla ifade ettiği söylemlerinde değil, yukarıda değindiğimiz kaçınılmaz sonucu (mücadelesiz kazanma isteği) üreten sınıfsal karakteriyle ve bu karakterin bir özelliği olan toplumsal süreçlere bütün olarak bakamamasında, kitlelerin çıkarlarını, eğilimlerini, taleplerini çalışmalarının ana unsuru olarak görememesinde ayırt edilebilir.
Bu da bizi birlik konusunun da başka her şey gibi, sınıfsal bir öz taşıdığı doğrusuna getirir. Proletaryanın çıkarları açısından bakmanın “dar sınıf bakış açısı” olamayacağına değindik. O halde bu çıkarları gerçekleştirmek üzere konumlanmış bir yapı da dar bakıştan mustarip olamaz. Onun her bir parçası da bütüne tabi olduğundan, bunların herhangi bir durumdaki küçük burjuva bakış açısından gelen tutumları bütüne karşıtlık gösterir. Bölücü ve dağıtıcı olmalarının nedeni de budur zaten. Bu nedenle bu sonuçlar şaşırtıcı görülmemeli; aksine proleter sınıf bakış açısında derinleşmenin, bununla mücadelenin kaçınılmazlığını kavramanın nedenleri olarak görülmelidir. Sonuç olarak proletaryanın bakış açısından uzak olduğumuzda doğru bir birlik anlayışı üretmekte de esas olarak başarılı olamayız. Dağıtıcı ve bölücü olaylardan sonra öğreneceğimiz temel şey bu olmalıdır.
SINIFIN ÇIKARLARINA TABİ OLALIM
Küçük burjuva sınıfların çıkarlarına tabi olmakla oportünizm kaçınılmaz olarak dar grupçudur. Dar grupçuluk çoğunlukla “kendi örgütünün çıkarları dışında düşünmemek” olarak anlaşılır. Buradaki “örgüt çıkarları” tanımı yanıltıcıdır. Çünkü sınıfın çıkarlarına tabi olan örgütün dar grupçu olması yukarıda değindiğimiz nedenden ötürü olanaksızdır. Komünistlerin “halkın birliğini” amaçlayan ve gerçekleştiren çizgileri onları dar grupçulukla daha baştan karşıt hale getirir. Temel mesele örgütün sınıf karakteridir. Eğer sözü edilen proletaryanın çıkarları bakış açısından hareket eden bir örgüt ise onun “dar düşünme şansı,” kendi dar çıkarlarının avantajlarını diğerlerine rağmen kollama özgürlüğü yoktur, olamaz.
Diyebiliriz ki devrim denen şey halkın kendi çıkarlarını gerçekleştirmek üzere buna engel olan her şeyi alt üst etmesi; egemen olanı yıkması ve kendini gerçekleştirmek üzere yeni bir sistem kurması veya bunu egemen kılmasıdır. Bu nedenle komünistlerin tüm politikaları, eylemleri, taktik ve stratejileri halkın birliğini sağlamak ve bu birliğin içerdiği amaçları gerçekleştirmek içindir. Birlik anlayışı, amacı olmayan bir komünist düşünülemez bile… Ne var ki buna rağmen komünistler tüm mücadeleleri boyunca en fazla anti birlikçi suçlamalarına maruz kalan kesimlerden olmuştur. Kısa bir komünist hareket tarihi okuması bunu görmemizi sağlamaya yeter. Bunun esas nedeni komünistlerin niyetleri öyle olsa da birlik konusunda başarılı olmamaları değildir tabii. Elbette başarısızlıkları inkâr edemeyiz. Sonuçta komünistlerin genel başarısızlıkları amaç olarak benimsedikleri halkın birliğini başaramamalarını da içerir! Bu suçlamaların temel nedeni bundan çok oportünizmin devrim çizgisinden, sürecinden, amacından bağımsız olarak, hatta çoklukla “güçsüzlüğünü örtme” niyeti içeren birlikçi anlayışını her gündeme geldiğinde komünistlerin reddetmesidir. Birlikçilik de anti birlikçilik de her zaman halkın birliği temelinde, dolayısıyla devrime katkısı bakımından değerlendirildiğinde gerek içte gerekse dışta oportünizmin bölücü, dağıtıcı karakteri gün gibi açığa çıkar.
Bu konu kitle çizgimizin temel özelliklerinden birinin daha anlaşılması ve gerçekleştirilmesi bakımından önemlidir. Bölücü veya dağıtıcı özellik komünistlerin çalışmalarında onların tam da amacı olan birliği parçaladığı için mücadele edilmesi gereken özelliklerdendir. Komünist partisi özelliği olan “demokratik merkeziyetçilik” güçlü bir disiplin anlayışı içerir. Lenin’in RSDİP 1. Kongresindeki tartışması bu anlayışın güçlü bir savunmasıdır; “Ne Yapmalı?” broşürü de bu savunmanın kapsamlı bir teorisini verir.
Özgülümüzde tam da bu konu hakkında yaptığımız değerlendirmelerin ve eleştirilerin doğrudan muhatapları tarafından dahi tartışılmaması bunun göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bununla birlikte şunu vurgulamalıyız: birlik konusu “birlikçilik” üzerine ahkâm kesmekle gelişebilir bir konu değildir. Bunun koşulu geniş kitlelerin, harekete geçebilir durumda olan kesimlerin karşı karşıya oldukları sorunların doğru ve çözülebilir sorunlar olarak tanımlanması, bu tanımlar için harekete geçilmesidir. Somut politikalar üretmekle ilgili olan bu konu üzerinde netleşme olmadıkça temelde halkın birliğini sağlamak olan birlik anlayışı geliştirilemez. Komünist hareketin birlik anlayışı da tamamen halkın birliğini sağlamak üzere toplumsal çelişmeleri kavramak ve bu çelişkilerin doğru, yani halkın lehine çözümünü içerir. Dolayısıyla komünist hareketin kitle çizgisi onun birlik anlayışının da temelidir.
Uzun yıllardır devrimci hareketin, halkın çıkarları doğrultusunda devrimci çalışmalar yürüterek kendi önderliğinde halkın birliğini sağlayabileceğine dair çok zayıf bir beklenti vardır. Bunu genelde halkın devrimci harekete güvensizliği olarak tanımlıyoruz. Bu güvensizlik tanımını genel bir söylemden çıkarıp somut biçimler içinde değerlendirdiğimizde devrimci hareketlerin savundukları görüşlerin sorunlu, yetersiz, dağınık olduğu gerçekliğini görmemek olanaksızdır. Hareketler mevcut durumu, devletlerin gerek ekonomik gerekse de siyasi açmazlarını, saldırılarını, bununla beraber nihayet bozulacak dengelerini bütünlüklü kavramadıkça “çözüm” üretmek veya belirlenmiş çözümleri halka ikna edici, onları harekete geçirici bir biçimde sunmalarını bekleyemeyiz. Oysa sınıf düşmanlarımız bütünlüklü, önemli ölçüde ortak, aynı saldırılarda birleşmiş olarak, kendi aralarındaki çelişmeleri çözmeye çalışırken dahi halkın aleyhine politikaları uygulayarak egemenlik sürmektedirler. Onların saldırılarının bu bütünlüklü halinin anlaşılmaması aslında sınıf bakış açısından, sınıfsal analizlerden uzaklaşmanın, böylece bütünlüklü bir tutum geliştirememenin bir sonucudur. Bunun yerini parçalarda kalan, hatta sınıf düşmanlarımızın gündemlerine sıkışan, bu gündemlerden kaynaklanan saldırılara karşı direnişlerle sınırlı tutumlar alır ve almaktadır.
Komünist hareketin kitle çizgisi bu zaaflı tutumun tam karşısında yer alır; hatta bu tutumların eleştirisidir. Bizim eleştirilerimizin özü de kitle çizgimizin gerekleriyle ilgilidir. Gıdasını oradan alır. Belki de almalıdır demeliyiz. Zira halkı birleştirmede eksik kaldığımızı, süreçleri doğru analiz etmede henüz başarılı olamadığımızı, dolayısıyla stratejik gelişim bakımından yerinde saydığımızı belirttiğimiz yerde kitle çizgimizin gereklerini yerine getirmede başarılı olduğumuzu da ileri sürmemeliyiz.
Bütünlüklü yaklaşımlar geliştirmenin toplumsal süreçlerin doğru anlaşılmasıyla ilgili olduğuna daha önce değinmiştik. Süreçlerin bütün olarak anlaşılmasında Marksizmin yakaladığı üst düzey yeteneğin sonuç olarak onun sınıf bakış açısından kaynaklandığını özellikle vurgulamalıyız. İşçi sınıfının ideolojisinden olmakla doğrudan ilişkili bu kavrayış bütün komünist hareketin de özüdür. O halde açıklıkla ifade etmeliyiz ki sınıf bakış açısından bakmak dediğimiz şeyin uzağındayız, dolayısıyla bu uzaklığı ortadan kaldırmakla ilgili bir sorumluluğumuz olduğunu da görmeliyiz. Gerek sağ ve gerekse de sol oportünist hataların özü sınıf bakış açısından uzaklaşmanın ya da uzak olmanın ürünüdür. Bu nedenle oportünizmin sınıf karakteri hakkında komünistlerin hiçbir tereddütü olmaz ve bizde de olmamalıdır. Birlik konulu gündemlerde de değerlendirmeleri, eğilimleri, gerçekleşen birlikleri ve tartışmaları bu bilgi ile yorumlamak gerekir.
Devrim mücadelesinde olanların en temel sorumluluklarından biri halkın birliğini gerçekleştirmektir.
Yanlış anlayışlara karşı eleştiriler yürütmenin doğru biçimi olarak kendi tutarlı çizgimizi somutlaştırmanın esas olduğunu bilerek hareket etmeliyiz.