Çürümüş Sisteme Karşı Zafer Halkındır!

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Faşist diktatörlük ekonomik kriz içinde debelenmektedir. Krizin köklerinde yarı feodal, yarı sömürge yapının birikim, üretim ve büyümeye dayalı sorunları yatmaktadır. Bu durum kapitalizmin yükselme evresindeki sermaye birikim trenini kaçırmış, emperyalist sermayeye uşak bir sınıfsal karaktere sahip komprador-bürokrat burjuvazinin feodal kalıntılarla gerici tarihsel ittifakını getirmiştir. Bu gerici ittifak, birikim ve büyüme modellerinde emperyalist sermayenin talana, yağmaya dayalı rotasına bağımlıdır. Bu bağımlılık, yüksek kârlılık oranlarına ve ekonomik büyümelere işaret eden verilere rağmen ekonomik ve sosyal sistemin, temelini bunda bulan politik rejimin yapısal krizden çıkmasını baştan sona engellemektedir. Bu açıdan krizli yapının kendisi bir istikrara, sürekliliğe ve dolayısıyla bundan üreyen bir “iç düzene” sahiptir. Emperyalist birikim modelinin nispeten güçlü, istikrarlı olduğu koşullarda patron-ağa rejiminde kriz kararlılığının özü değişmez; bununla birlikte istikrardan yana kısmi bir gelişme olur. Ancak emperyalist sermayenin asalak ve çürümüş yapısı, bağımlılık üreten ilişkisi asla ekonomik ve toplumsal yapıdaki birikim, üretim ve büyümede bir düzelme, niteliksel bir değişim sağlamaz. Tam tersine sistemi daha fazla çürütür, daha bağımlı hale getirir ve toplumsal üretim ve birikimin daha büyük olanaklarla, daha büyük bir güçle ve asalaklıkla emilmesini sağlar. Böylelikle kendi doğal yolundan çıkartılmış bir ekonominin, ölmekte olanın canlandırılmasına dayanan, Frankenstein’ın canavarı misali bir “hilkat garibesi”ne dönüşmüş bu sistem, emperyalizm ve feodalizmin birliğinden türeyen özgün bir birikim, üretim ve büyüme modeli olarak bitmek bilmez krizlerin temelini oluşturur. Onun için istikrarsızlık ve kriz sürekli, aynı zamanda kararlı bir yapıya sahiptir. Emperyalist birikim ve büyüme modelinin kriz belirtisi verdiği ya da tıkanma sürecine girdiği koşullarda ise gerçekleşen tüm ekonomik büyümelere, patron-ağaların devasa kârlılık oranlarına, istihdamdaki iyileşmelere rağmen kriz döngüsü, yıkıcılığı ve ürettiği tüm sonuçlarla birlikte açığa çıkar.

Faşist diktatörlük bugün tam da emperyalist “neo liberal” birikim modelinin yaşadığı tıkanmanın sonuçları ile karşı karşıyadır. Bunu giderme olanağı olarak ortaya çıkan dönemsel fırsatlara uygun konumlanma çabası, uluslararası iş bölümünde emperyalist sermayenin ucuz üretim alanı olma girişimleri, sürekli değişen “ekonomi modeli” ve orta vadeli programlara rağmen emperyalist sermayenin birikim ve büyüme modelinin yarattığı krizin pençesinden kurtulamaz. Bu sorunun kapsamını yüzeyselleştirmek, çaresizliğin köklerinden kaçmak için “liyakatli-liyakatsiz”, “hetoredoks-ortadoks”, “yapısal reformlar ve ondan sapma”, “demokratikleşme ve otoriterleşme” gibi bir dizi kavramlaştırma ile sorunlar ele alınır ve tartışılır. Bugünkü ekonomik ve siyasi krizin yarı feodal, yarı sömürge yapının birikim ve büyüme krizi ile emperyalist birikim modelinin yaşadığı krizin kaynaşması olduğu gerçekliğinin üstü egemen sınıfları her türden sözcüsü, ekonomi uzmanları ve reformist-tasfiyeci cenah tarafından örtülmektedir.

14-28 Mayıs seçimleri sonrası “liyakatsiz” ekonomi yönetiminden “liyakatli” bir ekonomi yönetimine, “nas” politikasından yüksek faize, baskılanan döviz kurlarından dalgalı döviz kuruna geçilmiş, yapısal reform adımları ve vaatleri gündemi kaplamış, yeni OVP (orta vadeli plan) çalışmaları açıklanacağı ilan edilmiştir. Tüm bu gelişmelerle ortaya çıkan sonuç ise dizginlenemeyen enflasyonda hiçbir düzelme olmaması, toplumsal bölüşüm dengelerin daha derinden bozulması, gelir farkının büyümesi, ücretlerin erimesi, işçi-emekçilere yönelik sömürü çarklarının daha güçlü dönmesi karşısında işçi-emekçilerin ekonomik kayıplarının artması, dolaylı vergilendirmede yeniden düzenleme ihtiyaçları, yeni dolaylı vergi kalemlerinin oluşturulmasına dair ek çalışmalar ve nihayet ağırlaşan bir yoksullaşma ve yoksunlaşma hali ortaya çıkmıştır. Süreç birikim ve büyümenin borca dayalı yapısını güçlendirmiş, emperyalist finans kuruluşları ve fonlarının yanında bunların uzantısı olan sermayenin (Körfez sermayesi gibi) ve kısmen de kara paranın kuşatması altındaki bir yapıya dönüşmüştür. Emperyalist sermayeye bağımlılık ya da ona uşaklığı içeren yapı son 13 yıllık “yeni ve dinamik süreçte” kökleşmiş ve derinleşmiştir. Herkes tarafından kabul edilen borç sarmalı, yapısı ve niteliği yeni olmayan ancak daha köklü ve güçlü hale gelen bir bağımlılığı anlatmaktadır.

Bu yapının düzelmesi, bir çıkış yolu oluşturması olanaklı değildir. Liyakatsizlikten liyakatli yapıya geçişin Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın 8 Ağustos’ta, Ekonomi ve İstişare Toplantısı sonrası ve 11 Ağustos’ta, Finans Dünyasıyla gerçekleştirdiği toplantı sonrası yaptığı açıklamalardaki çaresizliği görülmeye değerdi. Cevdet Yılmaz çaresizliğin resmini çizmişti!  Bugünün sorunlarının çözümü hakkında konuşamamış ama geleceğe dair vaatler ve atıp tutmanın kolaylığından olsa gerek “çözüm” önerileri sunmaktan da geri durmamıştır. Bunun yanında bilindik sakız çiğnenmiştir: “yapısal reformlara geçilmesi, hukuk devletinin istikrar için öneminin görülmesi, enflasyonist sürecin devam edeceği ancak ‘sabırla’ beklenmesi, kamu harcamalarında disiplin ve tasarrufa gidilmesi, doğrudan vergilerin payının artırılması, vergi düzeninde sadeleştirilmeye gidilmesi”… Ekonomide emperyalist sermayeye güven vermeyi amaçlayan “liyakatli” kadronun geleceğe dair halka verdiği mesaj şudur: herkes düştüğü için düşülmüş olunan kriz girdabında faturanın halka kesilmesinde “kararlılık”, yoksullaşma ve yoksunlaşma durumuna karşı ise herkesten, tabii özellikle de halktan rica edilen “sabır” her şeyin ilacıdır!

Egemen sınıfların ve temsilcilerinin kararlılığı karşısında işçi ve emekçiler henüz kararlı bir mücadele rotasında değildir. Ancak sabretmeyecekleri de açıktır. İşçi ve emekçilerde zaten sınırlı ve yetersiz olan ekonomik durumun ve hakların, kriz karşısında güneş görmüş kar gibi erimesi derin ve güçlü bir öfkeye yol açmaktadır. Bu öfke örgütsüz, dağınık ve bir programa dayalı hareket halinde değildir. Lokal düzeylerde, daha çok iş yerlerinde gerçekleşen tepkiler ve yer yer direnişler ve toplu sözleşmelere yansıtmak üzere özellikle ücretlerde ve öz haklarda yaşanan kayıpları telafi edecek talepler oluşturma şeklindedir. Ekonomik temele oturan bir hareketlenmenin belirginleşmekte olduğunu söylemek mümkün. Buna karşı patronlarla emekçilerin aynı gemide olduğuna dair gerçeği patronlar lehine ters yüz eden ideolojik saldırılar, çeşitli faşist partilerin vekilleri ve belediye başkanlarının direnen işçilere hakaretleri, grev kırıcılığına denk gelen müdahaleleri ya da bir yanı emekçiye şefkat görüntüsü veren patron övgüleri, işçilerin hedefi haline gelmiş patronları “iyi, dini bütün, vatanperver, hayırsever” insanlar olduğuna öfkeli/direnen işçileri ikna etmek için aracı oldukları bir kuşatma söz konusu.. İşçi ve emekçilerin çelişkilerini bir şekilde bastırmanın yanında, bu çelişkileri emeğiyle geçinenleri, ücretli emekçileri teskin ederek terbiye etmeye çalışan reformist ve sarı-sendikal anlayışın da ideolojik kuşatmanın bir parçası haline geldiği görülmelidir. İşçi ve emekçilerin ekonomik mücadelesinin güçlenme eğilimi karşısında faşist sistemin bugünden ideolojik aygıtlarla, zorla, dinci ve şoven argümanlarla, çeşitli faşist kliklerin sistemi kollayan politik konumlanışlarıyla hazır olduğu görülmelidir.

Seçimlere bağlanmış umutların yıkılmasından sonra da düzenin kapıkulları gene, ama bu kez yerel seçimlere yönelik ciddi bir tehlikenin varlığıyla meşgul etmektedir halkı. Ya CHP’ye karşı ya da AKP’ye karşı süreklileştirilen bir korku ile iki taraftan birine mecburiyet dayatılmaktadır. Demokrasi denerek dayatılan seçimlerin halkı düzene bağlama, şer de olsa iki halk düşmanı klikten birini seçme  hakkı olduğu bir kez daha gözler önüne serilmektedir. Partiler halinde bölünmüş ve birbirine rakip olarak dizayn edilmiş bu faşist kliklerin halk karşısındaki konumlanışları dünkü ile aynıdır.

Bu konumlanışı Akbelen’deki direnişe karşı sergilenen seviyesizlikte de gördük. CHP’li milletvekilinin direnişçilere seçim sonuçlarından hareketle saldırgan ifadeler kullanması hiç kuşkusuz ne rastlantısaldır ne de kendi başına bir olaydır. Bunun için bu partinin ve elbette diğer gerici partilerin de halkı dışlayarak örgütlendikleri gerçekliğine, halkın örgütlenmesine, parti yönetimlerini belirleyecek biçimde aktifleşmesine karşı aldıkları kapsamlı önlemleri hatırlatmak yeterlidir. Bu önlemler daha çok parti içi grupların birbirlerini safdışı bırakma gayretlerinde gündeme gelmektedir. Oysa aynı önlemlerin temel amacı halkın eğilimlerinin partiye yansımalarını önlemektir. Bu kuruluşundan itibaren CHP’nin temel özelliklerinden biridir. Ondan sonra kurulan tüm gerici partiler de bu önlemleri referans almışlardır. Akbelen’deki toprak mücadelesinde karşımıza çıkan gerçeklik kitlelerin sorunlarına ancak kendilerinin çözüm bulacaklarıdır. Kadınların öne çıktığı bu direnişin talanı, yağmayı, ağaç sökümünü engelleyememiş olması ondan bir şey öğrenmeyeceğimiz anlamına gelmez. Aksine umudun, iyimserliğin kaynağını kavramak için bu direnişte yükselen seslere kulak vermek doğru bir yol olacaktır…

Kitleleri esaslı sorunlarından, onları harekete geçmeye itecek gündemlerden, kitleleri bölecek ve parçalayacak yapay ve zorlama gündemler oluşturarak meydana getirilen paket bir yönetme süreci de her zamanki gibi devrededir. Tatil günlerinin dini esaslara göre düzenlenmesi, yeni Anayasa çalışması, göçmenler ve ona bağlı olarak türeyen tartışmalar vs. kitleleri laiklik-anti laiklik, vatanseverlik-hainlik gibi şovenist ve dinsel gericilikle boğmaya dayalı gündemlerdir.

Faşist diktatörlük devrimci fikriyat ve mücadeledeki zayıflamaya, silahlı mücadele üzerinde kurduğu güçlü inisiyatife, Kürt düşmanlığıyla ve “yerli ve milli olanı tercih etmek” gibi ulusal gururu kabartan güçlü şovenist dalgayla oluşturduğu sosyal ve politik zeminin pervasızlığı ile olabildiğince saldırgan bir hareket tarzı izlemektedir. Buna, devrimin sorunları ve ilkelerinden uzaklaşan ve parlamentarizm batağına saplanan reformist-tasfiyeci akımın etkisi ve kitleleri pasifize eden zararsız muhalif akımın konumlanışı da eklendiğinde pervasızlık daha da artmaktadır. Faşist diktatörlük devrimci güçlerin yanında esas olarak Kürt Ulusal Mücadelesine bir nefes molası vermeksizin saldırmaktadır. Halkın örgütlü güçleri ve özelde silahlı savaşım ayağı yok edilmek üzere hedef halindedir. PKK’nin Kürdistan’ın üç parçasındaki tüm gerilla ve savaşçı güçleri imha hedefli saldırı altındadır. Zap gerilla alanına yeniden Pençe-Kilit denen kapsamlı bir operasyon başlatılmıştır. NATO menşeili savaş mekanizması gerillayı söküp atmak üzere hareket etmektedir. Savaşta yakaladığı taktik inisiyatif üstünlüğüne güvenerek başlattığı saldırıda gerillanın taktik vuruşları ve direnişiyle karşılaşmıştır. Ağır kayıplar veren faşist güçler kayıplarının önemli bir kısmını sakladığı gibi kamuoyuna açıkladığı kayıplar üzerinden, gerillanın başarısını gizleme ereğiyle klasikleştirdiği şovenist kampanyayı da sürdürmüştür. Gerillanın başarılı her direnişi ve hamlesi kuşkusuz egemenlerin kurduğu ideolojik hegemonyaya vurulan bir darbe olarak algılanmaktadır. Bu doğru bir algıdır ve geliştirilmelidir. Güçlü bir bilince vardırılmalıdır.

Çünkü çürük, bağımlı ve krizli yarı sömürge, yarı feodal yapının parçalanması ve dağılması başından sonuna devrimci bir silahlı mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Faşizm silahlı mücadeleye yönelik oluşturacağı her güvensizliğin devrim fikrinden kitlelerin kopuşuna hizmet edeceği ve çürümüş sisteminin ömrünü uzatan, kitleleri yönetmede daha kolay bir politik zemin oluşturan koşulların oluşması olarak görmektedir. Bunu aynı zamanda halkı kurtuluşa götürecek olan komünizm perspektifinin ve onu örgütleyecek komünist partinin ideolojik temelinin aşınması olarak tanımlamamız gerekir. Krizi sürekli olan bu sisteme karşı, öfkeyle dolup taştığı koşullarda kitlelerin yıkıcı gücünü silahla donatıp Halk Savaşı perspektifinden yeni iktidarı inşa eden bir devrimci savaş yaratamadığında devrim için konumlanmış partinin komünist niteliklerini koruyamayacağı açıktır. Var olan toplumsal yapının çelişkilerine, niteliğine, gerçekliğine uygun olan devrimci savaşım Halk Savaşıdır. Bu savaşa göre örgütlenen bir savaşçı parti ve kitleleri buna seferber eden bir rota oluşturulmadığında halkın kurtuluşunun olanaklı olmayacağı açıktır. Kurtuluşu örgütlemek için; savaşçı bir parti, onun gereğine uygun bir kitle çizgisi, çalışma tarzı ve konumlanış; komünist partisinin kumandası altında Uzun Süreli Halk Savaşı.