DEM Parti Batman İl Eş Başkanı Mustafa Mesut Tekik ile röportaj yaparak kayyım saldırılarının amacını, “barış” söylemlerinin ne ifade ettiğini konuştuk.
Yeni Demokrasi: Öncelikle merhaba. Bir kez daha TC’nin kayyım saldırılarıyla siyaset yürüttüğü bir süreçten geçmekteyiz. Son olarak Batman, Mardin ve Halfeti belediyelerine kayyım atanmış, halkın iradesi gasp edilmişti. Bu bağlamda TC’nin Kürt ulusal kazanımlarına dönük saldırılarını tarihsel boyutuyla ve bugünüyle nasıl değerlendirirsiniz?
Mustafa Mesut Tekik: TC devleti bir Osmanlı bakiyesi olarak kuruldu. Kuruluşunda tabii İttihat ve Terakki ile Teşkilat-ı Mahsusacı kodlar var. TC tekçilik üzerine kurulan bir devlettir: Tek dil, tek din, tek mezhep, tek etnik kimlik hatta tek cins, erkek-eril zihniyet üzerine kendini inşa eden bir devlet. 1921-24 arası bir ara süreç vardır; Türk Kurtuluş Savaşı boyunca nispeten Türk-Sünni erkek dışındaki diğer kimlikleri de içine alan bir ara süreç vardır ama bu ara süreç Lozan’dan sonra 1924 Anayasasıyla birlikte sona eriyor tekrar tekçilik, teklik dayatılıyor. Ve malumunuz, 1925-38 arası özellikle Kürtler, Aleviler ve Türkiyeli sosyalistler üzerinde bir kırım politikası izleniyor. Bugün üçüncü yol siyasetinin o zamanki doğal müttefikleri olan Mustafa Suphilerden başlayalım Kürtlere, Alevilere kadar, sosyalist devrimcilere kadar bir tasfiye süreci yaşanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde deyim yerindeyse müesses nizam, o zamanki ittihatçı zihniyet kendince itiraz mekanizması olabilecek tüm unsurları bastırıyor. Günümüzde kayyım rejimi vb. şeyleri değerlendirirken biz buna “yüz yıllık patinaj” diyoruz, bunu anlatmamız gerekiyor. Çünkü bugünü doğru değerlendirebilmemiz için geçmişi ele almamız gerekiyor. Tabii çok partili sisteme geçişle birlikte de aslında asimile etme, bu mümkün değilse entegre edip eritme siyaseti uygulanıyor. Zaman içerisinde bu siyaset hep sürüyor. Yani Türkiye’de Türk-Sünni ve eril düşünüş dışında bir kimlik, bir aidiyet olsun istenmiyor. Bu sürüyor, Kürtler üzerinde sürgün politikaları devam ediyor, Rumlar’a yönelik İstanbul başta olmak üzere 6-7 Eylül pogromu gerçekleştiriliyor, homojen bir kimlik yaratma arayışı devam ediyor. ‘49’lar tevkifatı, Komünist tevkifat, yine yazarların; Sabahattin Alilerin katledilişine, Musa Anterlerin, Nazımların zindanlara atılmasına, sürgün edilmesine, 1960 darbesine kadar bu arayış sürüyor. Statükonun bu bastırma, asimile etme, sisteme eklemleme, egemen sınıfların dışındaki sesleri yok etme siyaseti sürüyor.
1960’larda Avrupa’da öğrenci gençlik hareketleri, dünyadaki sol rüzgâr, ulusal kurtuluş rüzgârı elbette Türkiye öğrenci hareketi başta olmak üzere kadın hareketi, Türkiyeli sol-devrimci özneler ve yapılar üzerinde büyük etki uyandırıyor. ‘60’lar, ‘70’ler süreci de gene mücadeleyle, direnişle geçen yıllardır. Tabii bu yıllar Kürt hareketinin de Türkiyeli devrimci-sol güçlerle hem iç içe hem de ayrılarak bir örgütlenme sürecine denk geliyor. Yani 12 Eylül darbesine kadar zulüm de direniş de hem Türkiye işçi sınıfı üzerinde hem Kürt halkı üzerinde hem Aleviler üzerinde aralıksız sürüyor. ‘80’lerle birlikte reel sosyalizmin henüz çözülmeden, gevşemesiyle birlikte neoliberal politikaların ‘80’lerle birlikte tüm dünyada etkisini göstermesiyle birlikte toplumun liberalizasyonu da başlıyor. 12 Eylül Cuntası deyim yerindeyse Türkiyeli sol, muhalif, Kürt, Alevi kesimler üzerinden bir silindir gibi geçiyor ama bununla birlikte bir direniş odağı da açığa çıkıyor.
1990’larla birlikte topyekûn bir özel savaş konsepti devreye sokuldu. Faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, asit kuyuları, paramiliter güçler aracılığıyla insanları enselerinden kurşunlamalar, Türkiye’de ve Kürdistan’da binlerce insanın gözaltında kaybedilmesi bu özel savaş konseptinin sonuçlarıydı. 1921’den günümüze kadar doğal müttefik sayılan üçüncü yol çizgisinin müttefikleri üzerindeki kırım politikası devam ediyor. ‘90’ların ortalarıyla birlikte Kürtler de hem legal düzlemde hem de diğer boyutuyla siyaset sahnesinde müstakil, bağımsız bir hareket olarak Türkiye ve Kürdistan’da boy göstermeye, toplumsallaşmaya başlıyor. Hem parlamenter düzlemde hem yerel yönetimlerde Kürtler, Türkiyeli müttefikleriyle, dostlarıyla birlikte büyük mevziler kazandı. Önce Kürdistan’da sonra Türkiye’nin özellikle metropollerinde, işçi havzalarında da “hep beraber siyaset”e dair mevziler kazanmaya başladı. Bu durum 2015’te, 7 Haziran seçimleriyle birlikte büyük bir ivme de kazandı.
7 Haziran’dan sonra biliyorsunuz, kasıma kadar büyük bir kaos yaratıldı Türkiye’de. O kaos döneminin, bombaların patladığı, düğünlerin kana bulandığı pek çok yerde “oylarımız artıyor” söylemleri de gelişti ve o zamanki Başbakan bunu da telaffuz etti. Yine IŞİD gibi barbar örgütlere yol açıldı ve Ankara’da Gar Katliamı gibi Türkiye tarihinin en büyük sivil katliamlarından birisi gerçekleştirildi. Tabii o dönemde “çöktürme planı” denen uğursuz plan da devreye sokuldu. Kürtlere, Alevilere ve sosyalistlere ait ne kadar kurum ve örgüt varsa; basın, kültür-sanat, siyaset, gençlik, kadın, ekoloji alanındaki kurumlar, hatta kimi engelli kurumları vb. tasfiye edildi, kayyım atandı, kapatıldı, mallarına el konuldu, siyasetçiler tutuklandı, binlerce siyasetçi sürgüne girmek zorunda kaldı ve bu çöktürme planı devreye sokuldu. Hemen hemen belediyelerin tümüne kayyımlar atandı 2016’da ama Kürt halkı diz çökmedi. 2019’da gene kayyım atandı, daha büyük bir sahiplenmeyle bu kayyım rejimine cevap verildi. Yine AKP-MHP hükümetinin Orta Doğu’ya yönelik hegemonik emelleri Türkiye’de bir barışa cevaz vermiyordu. Yani yayılmacı düşünce elbette barışa cevaz vermez, barışı öncelemez, daha militarist, güvenlikçi politikaları önceler.
Bu siyaset türkiye ile yetinmedi, Suriye’de, Irak’ta da yüzünü göstermeye başladı. IŞİD, El-Nusra ve türevleri gibi kan emici örgütler Rojava’da inşa edilmek istenen özgür, komünal yaşama, Kürtlere tercih edildi. Kürtlerin Rojava’da kendilerine dostlarıyla birlikte özgür yaşam alanları kurmaları engellenmeye çalışıldı. Türkiye’de operasyonlar devam etti. Sindirme, umudu yok etme, iradesizleştirme, Kürt halkının tüm öncülerini teslim alma, tutuklama, sürgüne gönderme siyaseti devam etti. Bununla Kürt halkının iradesi kırılmak, umudu yok edilmek istendi, mücadeleden düşürülmüş, mücadele azmi bitmiş, kaybolmuş bir Kürt toplumsallığı hedeflendi. Ama tabii ki Kürt siyasi hareketi buna düşmeden, buna izin vermeden kendi örgütlenme çalışmalarını Kürdistan’ın tümünde, Türkiye metropollerinin hemen hemen tümünde özveriyle büyütmeye çalıştı ve 2023-24 seçimlerine bu psikolojiyle girildi. Her iki seçimde de AKP-MHP koalisyonu umduğunu bulamadı. AKP-MHP koalisyonu kıl payı da olsa cumhurbaşkanlığını kazanmasına rağmen hem yerel yönetimlerde büyük bir darbe aldı hem de parlamento seçimlerinde istediği düzeyi tutturamadı. Türkiye bu süreçte savaşta ısrar ettiği için, barışı görmediği için büyük bir ekonomik yıkım da yaşadı. Milyonlarca insan açlık sınırında yaşıyor, işçiler kan ağlıyor, asgari ücretin durumu ortada, milyonlarca emekçisefalet koşullarında yaşıyor, göçmenler sefalet koşullarında yaşıyor. Irkçılıkla, ezan-bayrak retoriğiyle AKP-MHP hükümeti bunu perdelemeye, tali bir konuymuş gibi göstermeye çalıştı ama artık mızrak çuvala sığmıyor!
AKP Türkiye metropollerinin tümünde seçimi kaybetti, Kürdistan’da kaybetti. Taşımalı oylarla belirli bazı ilçeleri, beldeleri aldılar ama halk gerçeği görüyor; Şırnak’ta, Gercüş’te, Botan’daki pek çok ilçede aslında taşımalı memur, asker, polis, güvenlik personeli üzerinden bazı seçimleri aldıklarını herkes biliyor. Dolayısıyla Kürt halkı aldığı belediyeler üzerinden kendini ifade etmeye, topluma eşit-adil hizmet götürmeye, kadınları, engellileri önceleyen, yoksulları önceleyen hizmetler götürmeye ve bu anlamda sempati toplamaya başladıkça AKP-MHP rejimi saldırmayı kafasına koydu. Dolayısıyla şu an çoklu bir siyaset izliyor Cumhur İttifakı. Bir yandan havuç, bir yandan sopa siyaseti izliyor.
Yeni Demokrasi: Kayyım saldırıları TC’nin barışı gündeme getirdiği, Abdullah Öcalan’ın mecliste konuşmasının tartışıldığı bir süreçte gerçekleşti. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?
Tekik: Dediğimiz gibi TC çoklu bir siyaset izliyor. Aslında gri alanda bulunan, siyasal tercihleri geçişken olan kesimlere bir mesaj vermeye çalışıyor. “Bakın ben barış istiyorum” demeye getiriyor ama öte yandan en zalimane uygulamaları da adalete, demokrasiye sığmayan en uç uygulamaları da aynı dönemde yapıyor, seni teslim olmaya zorluyor. Yani Kürt demokratik siyasetini, Kürtler adına siyaset yürüten tüm güçleri teslimiyete, nedamete zorluyor. “Ya benim istediğim çizgiye gelirsin ya da ben seni bu şekilde kabul etmiyorum” demeye getiriyor. Dolayısıyla Hakkari ile başlayan, Esenyurt’la devam eden Batman, Mardin ve Halfeti’yle süren kayyım konseptini yeniden devreye koyuyorlar.
Görüyorsunuz, tüm sınıfsal katmanlarıyla yurtsever Batman halkı 10-11 gündür ayakta ve kayyım rejimini kabul etmediğini gösteriyor, demokratik tepkilerini ortaya koyuyor. Mardin’de, Halfeti’de hakeza Esenyurt’ta Kent Uzlaşısının tabanı, bileşenleri hakeza bu itirazı dile getiriyor ve dile getirmeye devam edecek. Açık söyleyelim, eğer bu ülkede birileri barış eli uzatacaksa, bir barış gelişecekse -ki hepimiz istiyoruz- onursuz barış olmaz. Barış onurlu olur. Barış bir tarafın kendisini öbür tarafa dikte ettirdiği bir anlayışla olmaz. Barış karşılıklı uzlaşıyla olur. “Ben senin iradeni kıracağım, iradesizleşeceksin, hiçbir şey de talep etmeyeceksin ve biz buna barış diyeceğiz” diyorlar, böyle bir şey yok! Bizimle, Kürt halkıyla barış isteyenler Kuzey ve Doğu Suriye bölgesinin halklarına, yönetimine saygı göstermeliler. Bizim özgürce örgütlenme ve kendini ifade etme hakkımıza, seçilmişlerimize Kürt halkının iradesine, belediyelerine, parlamenterlerine, siyasetçilerine saygı göstermeliler. Gene kendilerinin de ifade ettikleri üzere Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda belirleyici rol oynayacağı bilinen sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi kaldırarak ve özgür siyaset yapma hakkını teslim ederek onurlu barışın kapısını aralayabilirler. Direniyoruz, direnmeye devam edeceğiz. Biz Türkiye’de gerçekten demokrasi, gönüllü birlik, eşit yaşam, sömürüsüz yaşamı arzuluyoruz, istiyoruz. Bunun mücadelesini yürütüyoruz dostlarımızla, Türkiyeli devrimcilerle, sosyalistlerle, işçi sınıfıyla birlikte.
Yeni Demokrasi: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Tekik: Biz Trakya’nın, Gebze’nin, Çukurova’nın emekçileriyle omuz omuza bu özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesini yürütmek istiyoruz. Gene Kazdağları’ndan Fındıklı’ya kadar bu sisteme itirazı olan herkesle birlikte yol yürümek istiyoruz. Biz yine katledilen, hor görülen, sömürülen Türkiyeli kadınlarla, feministlerle, kadın hakları mücadelecileriyle birlikte yol yürümek istiyoruz. Biz yine Munzur’dan İkizdere’ye kadar kapitalist modernite güçlerine, kapitalist vahşete karşı duran herkesle birlikte yol yürümek, mücadele etmek istiyoruz. Tümünü de yanımızda görmek, tümünün de yanında olmak istiyoruz.