[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri, Türkiye’de sürekli ve hızlı bir şekilde değişen gündemi bir kez daha değiştirdi. Depremin ve ardından selin yarattığı yıkımın etkileri henüz atlatılamamışken yıkılan evlerin enkazları hâlâ kaldırılamamış, kaldırılan enkazların yerleşim yerlerine yakın depolanması sonucu halk için yeni sorunlar çıkarmıştır. Seçim merkezli “yoğun” çalışmalar, 14 Mayıs sonrası seçileceklerin halka, işçi ve emekçilere yönelik yaklaşımının da göstergesi niteliğindedir.
Uzun bir dönemdir kurulan Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı arasında yürütülen seçim ve “iktidar” olma tartışmaları, halkımıza bu iki faşist ittifak gücünden başka bir alternatifinin olmadığı, bunlardan birinin tercih edilmesi gerektiği düşüncenin empoze edilmesiyle olgunlaştırıldı.
Özellikle yirmi yılı aşkın zamandır hükümette olan AKP ciddi anlamda teşhir olmuş, son deprem felaketiyle “güçlü” görünen sistemin, havası alınmış balon misali ayakta bile duramadığı ortaya çıkmıştır. Yıllardır toplumun muhalif veya farklı düşünen her kesimine yönelik baskı ve sindirme politikaları yanında alım gücünün düşmesi, yoksulluğun had safhaya ulaşması, iktidar taraftarlarının önemli bir kesiminin haksız kazançlarla palazlanması toplumsal öfkeye yol açmış durumdadır. Bu açıdan AKP-MHP bloku ciddi bir yönetme krizi yaşamaktadır.
Buna “alternatif” olarak gösterilen kesimin (Millet İttifakı) durumu da ortadadır. 100 yıllık faşist Kemalist diktatörlüğün kurucusu, sürdürücüsü CHP’den, katiller sürüsünden oluşan İYİ Partiye, katliamların savunucu ve örgütleyicilerinden oluşan Saadet’ten, AKP’nin bir dönem politikalarına damga vurmuş, Başbakanlık, bakanlık yapmış diğer parti bileşenlerine baktığımızda, halk için, işçi ve emekçiler için, kadınlar, LGBTİ+’lar için, çocuklar, gençler, yaşlılar, göçmenler, Kürtler, azınlık milliyetler, Aleviler ve diğer inanç grupları için umut vermeyen, endişelere neden olan bir bileşenle yüz yüzeyiz.
KİM KİME ALTERNATİF, KİM KİMİN TEMSİLCİSİ?
Kısaca ve kaba yönleriyle ortaya koymaya çalıştığımız bu birbirinin alternatifi blokların halkımız nazarında gerçek yüzlerinin tam olarak anlaşılmaması belli boyutlarıyla normaldir. Yoksul birine 14 Mayıs’tan sonra zenginleşeceğini söylemek, inancı tanınmayana bunun hemen sağlanacağını söylemek, işsize iş, evsize ev, yok sayılana statü, halka iktidar, eşitsize eşitlik vb. popülist ama kulağa hoş gelen vaatlerde bulunmak, sempatiye, oraya doğru bir yönelime neden olacaktır. Bu tabloyla hemen her seçimde karşılaşılmaktadır.
Bu yıl yapılacak seçimlerin ayırt edici özelliklerinden biri, alternatif olarak sunulan Cumhurbaşkanı adayının Dersimli ve Alevi bir aileden gelen Kemal Kılıçdaroğlu olmasıdır. Başkanı olduğu partinin 100 yıllık ideolojik yapısı ve pratiğinin, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başkanı olduğunun, 6’lı Masa’nın ortak adayı ve temsilcisi olduğunun unutulduğu veya unutturulmak istendiği bir atmosfer yaratılarak, önemli bir kesim tarafından destekleneceğidir.
Diğer yönüyle güçlü bir şekilde propaganda edilen ve esas tehlikeli olan yön ise, 14 Mayıs’tan sonra AKP-MHP blokunun seçilememesi durumunda demokrasi geleceği, hatta “devrim” olacağı beklentisidir. Bu propagandayı yapan ve halkımızı seçime, sandığa yönlendiren, orayı kurtuluş olarak sunan maalesef sadece bu ittifak güçleri değildir. Devrimci kurum ve kuruluşların önemli bir kesimi, reformist, demokrat ilerici kesimler de bu kervana kapılıp, halk kitlelerine alternatif olarak seçim sandıklarını sunmaktadırlar.
6’lı Masa’nın iki yıla yakın bir süreç boyunca yürüttüğü tartışmalar, toplantılar sonucunda, aday çıkarma aşamasında Meral Akşener’in masadan kalkmasıyla yaşadıkları ve kamuoyuna yansıyan çatırdama ve bunun sonrasında CHP’nin hemen aynı gün rotayı “sol”a kırması (Sol Parti ve TİP’le görüşmesi) sonrası, reformist kesimlerden Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesine ye çalışmaktadırlar.
Diğer yandan birçok devrimci kurum seçimlere yönelik tavrını açıklamamakta, açıklayanlar ise özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik net bir tavır ortaya koymamakta, ya genel geçer “burjuva partilere oy yok” yaklaşımını sergilemekte ya da tek adam iktidarı değişmeli vb. muğlak söylemlerle Millet İttifakı’na örtülü destek çağrısı yapmaktadırlar. Devrimcilerle reformistler arasındaki farkın bu tür dönemlerde daha belirgin hale gelmesi gerekirken aksine bugünkü koşullarda bu fark neredeyse silikleşmiş durumdadır.
Bir kısım devrimci örgüt, her dönem olduğu gibi parlamentonun reddedilmemesi gerektiği, buranın etkili kullanılarak sistemin teşhir edilmesi gerektiği üzerine söylemlerde bulunarak, proleter devrimcileri “marjinal”, “statükocu” olmakla suçlamaktadırlar. Genel olarak bakıldığında parlamentonun da mücadele için bir taktik araç olduğu yaklaşımı ve bunun reddedildiği eleştirisi yapılarak sorun ele alınmaktadır. Komünistlerin mücadele araçlarına yaklaşımı çok nettir ancak halkın mücadelesini, bilincini karartacak, devrimin esaslı görevlerini ve sorunlarını sürecin dışına itecek yaklaşımlara komünistler doğru bir politik tutumla yaklaşma sorumluluğu altındadır. Bugün parlamento ve seçimler hiç kuşkusuz devrimin bir kürsüsü olarak kullanılmaya uygun değildir. Devrimci bilinci bulandıran, tasfiyeciliği kökleştiren, halkın mücadele isteğini geliştiren değil bunları felç etmeye yarayan özelliklere sahiptir. Görülmeyen ve üzerinde tartışılmayan yan budur.
Diğer yandan bugüne kadar parlamentoya giren devrimci demokratların bu parlamentoyu ne kadar etkili kullandıkları ortadadır. Arada bir soru önergesi vermekle, birkaç basın açıklamasında görünmekle parlamentonun etkili kullanılamayacağı açıktır. Parlamentoyu sistemin teşhiri için kullanmak isteyenlerin, o kürsüleri bu amaçla sistem teşhiri yaparak kullanması gerekir. Bunu yapamadığınızda yapılan eleştiriler de seçim programı boyunca verilen vaatler de yerine getirilmemiş olmaktadır.
BOZUK DÜZENDE SAĞLAM ÇARK OLMAZ!
Bugünkü sistemin eleştirisi özsel bir eleştiri değildir. Vaat edilen ise önceki sürece bir dönüştür. Millet İttifakı seçimleri kazandıktan sonra düzeltilmiş, iyileştirilmiş parlamenter sistemi inşa edeceklerini iddia etmektedirler.
Sistemin ciddi anlamda teşhir olduğu, halk kitlelerinin derin güvensizlikler beslediği dönemlerde başvurulan yöntemlerden biri de restorasyon yapmaktır. Restorasyon kelime anlamı olarak; eski bir yapıda bozulmuş, yıkılmış olan yerleri, bölümleri aslını bozmayacak bir biçimde onarmaktır. Sistemin esasen var olan faşist yapısını koruyacağı, ancak kitleler nezdinde yıpranan vitrin yüzünü değiştirerek yeniden güven tazelediği, halka şirin gösterildiği bir düzenleme yapma hedefiyle, yani devlet bekasını koruma, devleti sürdürme vaadiyle seçime, sandığa gidilmektedir. Devrimcilerin, demokratların, reformistlerin bu gerçeğin üzerinden atlayarak destek olmaları, oynayan tuğlalara harç olmaları düşündürücü ve kaygı vericidir.
Yeniden restorasyon diye vadettikleri de 2-6 Mart’ta Millet İttifakı içindeki krizle sadece güç paylaşımına odaklı bir yaklaşımı içerdiği görülmüştür. Değiştirecekleri sistemin tepesinde kimin olacağına dair kıyasıya bir mücadele içine girilmiştir. Yıpranan kurumların makyajının tazelenmesi, güç dağılımının yeniden yapılması ve buna uygun biçimlerin oluşturulması gibi tartışmalar kuşkusuz olacaktır ancak faşist kliklerden var olan sistemi restore etme anlayışının halkın çıkarlarıyla hiçbir şekilde uyuşmayacağı da açık olarak kavranmalıdır.
İbrahim Kaypakkaya yoldaş bu duruma yönelik yine berrak ve net bir şekilde düşüncelerini ortaya koymuştur. “Kurtuluş Savaşını takip eden yıllarda, devrimin baş düşmanı Kemalist iktidardır. O dönemde komünist hareketin görevi, hâkim mevkiini kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliğine karşı, Kemalistlerle ittifak değil (böyle bir ittifak zaten hiçbir zaman gerçekleşmemiştir), komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının bir başka kliğini temsil eden Kemalist iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.” (İbrahim Kaypakkaya Seçme Yazılar-Umut Yayımcılık.)
Durum aslında bu kadar açık ve nettir. Sistemin alabildiğine teşhir olduğu, kitlelerin güvensizliğini her fırsatta dile getirdiği, klikler arası çelişkilerin derinleştiği koşullarda devrimcilere, demokratlara, yurtseverlere düşen görev bu çelişkileri daha fazla derinleştirmek, devrimin, sosyalizmin propagandasını daha güçlü yapmak ve kitleleri sandıklara değil, devrime kanalize ederek örgütlemektir.