Ünzile insan dölü
on kardeş beşi ölü
büyüdükçe unufak
ve gelir de görücü
inci gibi dişi
görücü bilir işi
söğüdüm ağlar gider
olur hatun kişi
varmadan sekizine
ergin oldu ünzile
hem çocuk hem de kadın
onikisinde ana
bir gül gibi al ve narin
bir su gibi saydam ve sakin
susar kadın ünzile
yağmuru kim döküyor
ünzile kaç koyun ediyor
dayaktan uslanalı
hiçbir şey sormuyor
Aslında yaşamımızdan ve tabii ki gündemimizden düşmeyen, biz “unuttukça” konuşulmaya, tartışılmaya başlayan, özellikle kadınlar için can alıcı bir nokta son dönemde yazılı ve görsel olan medya aracılığıyla tekrar dillerde dolanmaya, “kınamalar” yapılmaya, kadın “hasta”, “deli”, “psikopat” vb. gibi yorumlarla/görüşlerle linç edilmeye başlandı.
Adı Elif, Antalya’da yaşıyor. Kocasının evi terk etmesiyle, çocuklarına uyguladığı “şiddeti” videoya çekip, karşı tarafa yollaması, bu durumun ihbar edilmesi derken, kadının kendini bir anda linç havuzunun içinde bulmasına sebep oldu.
“Üst yapının”, “alt yapıda” şekillendirdiği o “toplumsal” hayat, kadını “öldürmek” için harekete geçti. “Eğitimli”, “medeni” bizler hayatı kadının burnundan getiriyoruz. Halbuki, kadına göre “eğitimli”, “medeni” olan bizlerin yapması gereken şey “toplumumuzun” can alıcı hastalıklarından biri olan “erken yaşta evlendirme” diğer adıyla “çocuk gelinlerin” bizim bilemediğimiz ama onların iliklerine kadar yaşadıkları o acı dolu zamanı ortaya çıkarmaktır. Ortaya çıkarmak, kaleme dökmekte yetmez, bu uğurda aktif hale gelmek, sorunun ortadan kalkması için mücadele etmek gerekir.
Elbette kadının çocuklarına uyguladığı “şiddetin” savunulacak bir yanı yok. Kadın ya da erkek yani bir kişinin çocuklara şiddet uygulaması, bunu “intikam”, “öfke” gibi sebeplerle yapması kabullenilemez. Ama ortaya çıkan sonuca bakarak da meseleler çözülemez.
Sadece bu konu özgülünde değil, başka sorunlar karşısında da formül bellidir. Meseleyi tespit eder adını koyarsın, vuku bulan coğrafyayı, kültürel, sosyal, ekonomik yapıyı masaya yatırırsın ve o sorunu ortadan kaldırmak/yok etmek için, onu ortaya çıkaran ana halkayı yok edersin.
Başka çözümler geçicidir, günü kurtarır, o an bir yol/yöntem izlenir ve “sonuçlandırılır” ama hepsi bu. Buradan elbette o çözümler için mücadele edilmeyeceği anlamı çıkarılmamalı. Sorunu kökünden yok etmek için kalıcı olan çözüm için de mücadelenin sürekli verilmesinden bahsediyoruz. Aksi takdirde sorun ortadan kalkmadığı için, sonraki zaman diliminde yeniden, yeniden ve yeniden gündem haline gelecektir. Döngü böyle oluşturulmuştur.
Ancak burada zorla evlendirilmiş ve anne yapılmış bir kadının ya da bir toplumsal gerçekliğin ve evet bir toplumsal yaranın ortaya çıkardığı delirme, çıldırma ve buhranla yüzleşemeyen bir başka toplumsal gerçeklik sorunudur. İki çocuğunu “delirmiş” gibi döven Elif’in durumu onu linç etmeye çalışan “erkek egemen” toplumun arızalı, yok edilmesi gereken, her yana çürümenin kokusunu yayan tüm yönlerini bize gösteriyor. Sorun karşısında hiçbir şey yapamayan toplumsal yapı kendiyle yüzleşmediği ve onu değiştirmediği sürece Elif’in çocukken zorla anne yapılması, bir delirme anında kendi çocuklarına eziyet etmesi ve buna karşı Elif’in toplum tarafından nefret ve kin objesi yapılması değişmeyecektir. Oysa alaşağı edilmesi gereken bu erkek egemen sistem ve onun tüm dayanaklarıdır.
“Kaderimize” sahip çıkacağız, bizim yaşamamız gereken, bize ait olan hayatı, başkaları kaleme alamaz. En başta buna hayır diyeceğiz ve yaralı olan tüm bedenlere mücadele eden elimizi uzatacağız.
20 yaşında bir kadın, biri 3 diğeri 1 yaşında iki çocuk. Bu kadının evlilik yaşını düşününce en iyi ihtimalle 17 denir. Şöyle bir empati kuralım kadınlar. 17 yaşındaki bizi düşünelim. Okula giden biz, sokakta arkadaşlarıyla “kör ebe” oynayan “ip atlayan” biz ve bir yerlerde “zorla” evlendirilen bir kız çocuğu. “Regl” olana kadar bilmezdik ne olduğunu örneğin. Çocuktuk çünkü. Ama bizim yaşıtımız olan başka bir kız çocuğu “zorla” evlendirilmiş, büyüklerin hayatına “zorla” dahil edilmiş, yine “toplumsal işbölümü gereği” belki henüz yemek yapmayı bilmeyen, belki temizlikten anlamayan, cinsellik, çocuk doğurma, bakımından bir haber bir kız çocuğu bilmediği bir dünyaya itiliyor. Akranları dışarıda oyunlar oynarken 17 yaşında ilk çocuğunu doğuruyor. Çocuk, zor ve şiddet yoluyla anne yapılıyor.
Böylesi bir hayatın içine mahkum edilmek insanı fiziksel ya da ruhsal sağlığından edebilir. Bunun bir çok örneğini hayatın içinde görebiliriz. Hem erken yaşta “zorla” evlendirilerek ve yine “zorla” anne yapılan kadının fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimini henüz tamamlayamadığı için, bu süreçlerin onun bedeninde yarattığı sağlık sorunları, tahribatlar; hem de yaşadığı psikolojik ve fiziksel her türlü baskı ve şiddetin kadının ruh halini yaralaması, üstelik henüz gelişim aşamasında olan, yaşam karşısında tecrübesiz, savunmasız bir insanın hayata, olaylara, olgulara bakışı ne denli sağlıklı olabilir. Onu, sağlıksız bir ruh haliyle yaptığı yanlışlarla yargılamak, linç etmek en hafif deyimle, yanlış anlayışı yok etmekten “kaçmaktır”.
Dediğimiz gibi meselenin özüne inmek zorundayız. Sorunun “toplumsal”, “geleneksel”, “yoksulluk”, “eğitimsizlik”, “dini” vb. sebeplerden ortaya çıktığını söylemek, meseleyi münferit, kişinin “cahilliği”, “hastalığı” durumuna getirmek ya da lokalleştirmek anlamına gelir ki bu da sorunu çözmeyeceği gibi bireylerin linç edilmesine neden olur. Kendi gerçekliğimizi de görmek zorundayız.
Yapılan birçok araştırmaya bakıldığında, bu ve benzeri toplumsal sorunların esasının yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde olduğunu göreceğiz. Hindistan, Bangladeş vb. çoğaltabiliriz. Toplumun ekonomik-kültürel durumlarını şekillendiren üst yapıyı tespit etmek gerekir. Bu ülke toplumlarının karşı karşıya kaldığı yoksulluk, bunun getirdiği eğitimsizlik, kültürel sorunlar, dini mecburiyetler, geleneksel ritüeller, neredeyse başlangıçtan bu yana kadına verilen “değer”le de birleşince, biz kadınları küçük yaşta “zorla” başka evlere, ailelere satılan birer meta haline getiriyor.
Yaşadığımız coğrafyada yukarıda verdiğimiz örnek ülkelerin içinde yer alıyor. Ülkemiz, farklı farklı bölgelerinde farklı farklı nedenlerle ama sonucu aynı olan pratiklerle “çocuk gelinleri” ortaya çıkarıyor. Bir bölgede yoksulluğun getirdiği imkansızlıklar çocuğu para karşılığı (başlık parası) satmayı getirirken, diğer bölgede bilinçsizlik, başka bir yerde de dini gericiliğin ağırlığı sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yani bölgelerin sosyo-ekonomik, kültürel şekillenişi orada birinin diğerine göre daha belirgin bir şekilde öne çıkmasını, oranın belirleyici çelişkisi olduğunu gösteriyor. Evet resmi bir bütün olarak görmek gerekiyor, coğrafyamıza da kuşbakışı olarak bakmak gerekiyor. Ama varolan bu çelişki yumağının da bir ana kaynağı olduğunu unutmamak gerekiyor. Ki esas olan da budur bizce.