Yazı dizisinin ilk bölümünü okumak için tıklayınız.
Kötü muamele, yalan, sınırlara müdahale, saygısızlık, şiddet hatta istismar durumunda ciddiye alınmak için kullanılan “karşında çocuk yok” tabiri bizim için ne anlama geliyor? Bu söylem şu soruyu beraberinde getirir: Kötü muamele, sınır ihlali, saygısızlık, yalan ve hatta istismar karşımızdaki çocuk ise meşru mu? Geçtiğimiz yazıda da vurguladığımız gibi, yine toplumsal yaşam içerisinde “çocuk” küçümseniyor, basit görülüyor; ciddiye alınmamasında bir beis görülmediğine vurgu yapılıyor. Biz de bu yazıda diyoruz ki: karşımızda çocuk, onlara karşı sahiplenilecek sorumluluklarımız var!
“Karşımızda çocuk var, onlara karşı sorumluluklarımız var” derken bu sorumlulukları ortaya çıkarmak için çocukların gündemlerini doğru tespit etmemiz önemli. Okullar açılıyor, çocuklar yaz “tatillerinden” okullara dönüyor. Peki tatilde neler yaptıklarını, hangi oyunları oynadıklarını, nerelere gittiklerini konuşmalarını beklediğimiz çocukların gündeminde esasında neler var?
Biliyoruz ki çocukların gündeminde enflasyon ve yoksulluk var. Çocukların gündeminde iş cinayetleri var. Çocukların gündeminde devletin faşist pratikleri var. Çocuklar marketteki dondurmanın, okul üniformaların, ayakkabıların, çantaların, kırtasiye ürünlerinin fiyatlarındaki artıştan; sıra arkadaşlarının yazın çalıştırılırken yaralanmasından, katledilmesinden bahsediyor. Çocuklar anadilde eğitim alamadığı için şiddet gördüğünden, belki de tatilde herhangi bir düğünde halay çektiği için tutuklanan bir yakınından bahsediyor. Çocuklar, yaz tatilinden sonra yanlarına dönemeyen ve haber alamadıkları sıra arkadaşlarından bahsediyor. Bu gerçeğin çarpıcılığı ile onlara “Sen bu çocuk aklınla bunları mı düşünüyorsun, bunları nereden biliyorsun?” deme gafletinde bulunanlara yanıtları belli: “Markete gidiyorum görüyorum, NAZO 100 liraya çıkmış, eskiden 10 liraydı. Yetti artık! Çocuk kıyafetleri de çok pahalı olmuş. Bıktım!”
Bu tablo ve herhangi bir çocukla edeceğimiz sohbet ortaya koyuyor ki çocukları sistemin bize dayattığı pasif, anlayışı gelişmemiş ve politik olanı kavrayamayacak varlıklar biçiminde ele alma yaklaşımının temeli oldukça zayıf ve yanıltıcı.
Bunlar tatil dönüşü okul sıralarında konuşulanlar, ancak veriler gösteriyor ki her yaz tatili sonunda 10 çocuktan 3’ü okula geri dönmüyor; bunun en temel nedeni ise yoksulluk. Veriler ve deneyimler açık biçimde gösteriyor ki işçi ve emekçi ailelerin mevcut çalışma ve ücret koşulları, her iki ebeveynin birlikte çalışmaları halinde dahi yoksulluk sınırının altında kalacak düzeyde. Bu durum ise beraberinde çocukların da aileleriyle birlikte çalışmalarını gerektiriyor, hatta ailenin geçimini çocuğun işçiliğine bağlıyor. Bununla birlikte, ortalama bir kıyafet takımının yaklaşık bin 500 lira, 1 okul çantasının 400 lira, bir çocuk için hazırlanan beslenme çantasının maliyetinin günlük 100 lira, kantinde kaşarlı tostun 50 lira, okula yeni kayıt yaptıran çocuklardan usulsüzce istenen top kâğıtların tanesinin 100 lira olduğunu düşündüğümüzde her geçen dönem artmakta olan okul terk oranları o denli şaşırtıcı değil.
Çocukların yalnızca kanını, etini değil, sinirini, beynini de israf eden dev makinenin bir parçası, yedek gücü haline getiren kapitalist-emperyalist sistem, çocukları okullardan kopararak tarlalarda, fabrikalarda, sokaklarda çalışmaya zorluyor. TC özelinde ise kâr oranı kısa vadede düşük olan meslek okulları, eleman yetiştirmek, masrafını üstlenmek üzere egemenlerin imdadına yetişiyor. Çocuklar, adı okul olan bu kurumlarda staj, MESEM uygulamaları adı altında egemenlerin hizmetine sunuluyor. İş birlikçi kapitalist üretimin sürekliliğini çocukların geleceği ile garantine altına alan Koç’un 2006 yılında MEB ile birlikte başlattığı “Meslek Lisesi, Memleket Meselesi” projesi boşuna değil. MEB verilerine göre Türkiye’de 293 meslek lisesi, bir milyon 848 bin 236 öğrenci yani “çocuk işçi” vardır; MESEM programına kayıtlı 1,5 milyon öğrenciden 300 bine yakını 18 yaşın altında! Ve elbette biliyoruz ki bu veriler dışında kayıt dışı çalıştırılan yüz binlerce çocuk ve göçmen çocuk var. TC devleti, çocuk işçilerin sayısını yükseltmek için eğitim modelinde dahi değişimlere gitti. 4+4+4 eğitim modeli, MEB onaylı mesleki ve teknik eğitim politika belgesi, kurduğu zanaat atölyeleri, pansiyonlu meslek ve teknik ortaöğretim kurumları ile çocuklar eğitim dışına itildi. Okula gitmeyen yani çocuk işçi sayısı her geçen sene artmaya devam ediyor!
İtiraz etme ve söz hakkı tanınmayan çocuk, çalıştırıldığı alanlarda işçiler arasında da araçlaştırılıyor. Baca temizlemede alet kullanılmaz; onlar alet haline geliyor, ellerinin küçük ve kıvrak olması nedeniyle hasatta ürünlerin zarar görmemesi kaygısı ile çilek tarlalarında yoğunluklu olarak onlar çalıştırılıyor, oldukça meşakkatli olan ipek üretiminde ucuz ve kolay disipline edilecek iş gücü olarak değerlendirildiğinden, özellikle kız çocukları çalıştırılıyor. TC ise bu durumu iş kanunu ile dahi meşrulaştırarak çocuk işçileri “genç çalışanlar” olarak tanımlıyor.
BU DÜZENİ ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ İLE YIKACAĞIZ!
Çocukların erken yaşlarda çalıştırılması ve en temel ihtiyaçlarının dahi karşılanamıyor olması, dolayısıyla akranlarının yaşantısının dışına itilmesi ve yoksunluk halleri fiziksel ve psikolojik gelişimini sekteye uğratıyor. Kapitalist-emperyalist sistem için sömürüye en açık ve en savunmasız toplam olan çocukların işçiliği, bu sistemin ortadan kaldırılması ile son bulacaktır. Ancak günün getirdiği acil görevleri tanımlamak gerekiyor. Bu alanda yürütülen çalışmalara baktığımız zaman çocukları “kurtarmaya” giden ünlüler, deprem sonrası kurtarılan çocuklara uzattıkları çikolataları kaydettiği görüntüler ile insanlık onuruna aykırı biçimde kendi reklamını yapanlar, sadaka dağıtan tarikatlar, yoksullara kırtasiye malzemesi taşıyan gönüllüler, komprador kapitalizmin aygıtı şirketler tarafından desteklenen insani yardım kuruluşları karşımıza çıkıyor. Biz biliyoruz ki bu mesele, liberal aktivizme bırakılamaz.
Tüketimcilik, hayırseverlik ve kişiselleştirilmiş kaygılara dayanan bu aktivizm, temsilin kusurlu bir biçimiyle, öncül sebeplerden kopuk bir şekilde çelişkileri duygusallaştırarak sistematik olarak zayıflatıyor. Biliyoruz ki bu alanlar, sorumluyu ve faili işaret etmeyen, yardımlarının “siyaset üstü” olduğu iddiası ile sistemin yarattığı yangına kovayla su taşıyarak suçluyu görünmezleştirme gayesinde olanlara bırakılamaz.
Yeniden vurgulamamız gerekir ki bu mücadelenin örülmesinde sıklıkla hatırlamamız gereken, Yaşar Kemal’in en yalın biçimiyle ifade ettiği gerçekliktir: Çocuklar insandır. Okulda, sokakta, tarlada, fabrikada, evde maruz kaldıkları şiddeti, ihmali, istismarı en gerçek haliyle ve bu anlamıyla doğru tarif edebilecek olanlar yalnızca onlar. Bu şiddet biçimlerinin ne anlama geldiğini bilince çıkarabilecek olanlar ise biz komünistleriz. Onları dinlemeli, gündemlerini sormalı, tartışmalı, konuşmalı ve bu durumu en yalın biçimi ile teşhir etmeye devam etmeliyiz. Bu sömürü düzenini örgütlü mücadelemiz ile yıkacak olan biziz!
devam edecek…