Son dönemde devletin faşist uygulamalarına dair tartışmalarda sıklıkla anılan, bir süredir ise köpeklerden, internetten, LGBTİ+lardan korumak istenen ancak zırhlı araçlar tarafından ezilerek öldürülen, çocuk işçiliğine zorlandıkları alanlarda ihmaller sonucu hayatını kaybeden, umutsuzluğa sürüklenerek intihar eden, MESEM kapsamında çalıştırıldıkları alanlarda iş cinayetlerinde katledilen bu çocuklar kimdir? Daha basit bir ifade ile çocuk kimdir? Bu soru, kimi zaman geleceğimiz, kimi zaman umudumuz, kimi zaman ise 18 yaşını henüz doldurmamış bireyler olarak yanıtlanır. Yaşar Kemal ise çocuklar için oldukça basit bir ifade kullanmıştır: basbayağı insandırlar. “İnanmadım hiçbir zaman, insanların davrandığı gibi olduklarına. Basbayağı insandır onlar. Çok şeyler öğrenmemiştir daha, zenginliği azdır yaşlanmış insanlara karşılık, daha az yaşamıştır, ama düpedüz insandır.”
Çocuğu ve çocukluğu ele almak için günümüzde anladığımız biçimi ile çocuğun politik inşasına değinmemiz gerekir. Çocukluk, tarih boyunca farklı toplumlarda ve farklı tarihsel süreçlerde çeşitli biçimlerde inşa edilmiş bir kavramdır. Bu inşa süreci toplumların ekonomik, politik, sosyal ve kültürel yapıları tarafından belirlenir. Kapitalizm sonrasında çocukluk genellikle pasif, korunmaya muhtaç, eğitimle şekillendirilmesi gereken, saf ve temiz bir dönem olarak tanımlanmıştır. Ancak bu tanım tarihsel ve ideolojik bir çerçevede ele alındığında, çocukluğun ne denli politik bir kavram olduğu ortaya çıkacaktır. Çocukluk yalnızca biyolojik bir evre değil aynı zamanda ideolojik bir yapının ürünü olarak değerlendirilmelidir.
Tarih öncesi toplumlarda ve ilk medeniyetlerde “çocuk” kavramı bugünkü anlamıyla ele alınmıyordu. Çocuklar, toplumsal üretim süreçlerine erken yaşta dahil edilir, aile ve toplumun bir parçası olarak çalışmaya başlarlardı. Bu toplumlarda çocukluk, yetişkinliğe geçişin sadece bir aşaması olarak görülür ve bu süreç genellikle ritüeller, törenler ve geleneklerle işaretlenirdi. Feodal toplumlarda ise çocuklar, sınıfsal yapıya göre farklı roller üstlenirlerdi. Soylu ailelerin çocukları, erken yaşlardan itibaren eğitim ve askeri disiplinle yetiştirilirken köylü çocukları yine erken yaşta çalışmaya başlar ve aile işlerine katkıda bulunurlardı. Çocukluk, bu dönemde de sınıfsal ve toplumsal hiyerarşinin bir parçası olarak şekillendirilmiştir. Çocukluk kavramı, bugünkü anlamına Sanayi Devrimi ve kapitalizmin gelişme süreci ile kavuşmuştur. 18. ve 19. yüzyıllarda, sanayileşme ile birlikte çocukların iş gücüne katılımı artmış, çocuk işçiliği yaygın hale gelmiştir. Ancak aynı dönemde, çocukların korunması ve eğitimi konusunda ilk yasal düzenlemeler de yapılmaya başlanmıştır. Çocuklar, artık geleceğin yetişkinleri olarak görülmeye, dolayısıyla eğitimleri ve korunmaları için devlet müdahalesi gerekli görülmeye başlanmıştır. Artık çocukluk, yetişkinlikten ayrı bir dönem olarak ele alınmaya başlanmış ve çocuklara yönelik özel eğitim programları, oyun alanları ve yasalar geliştirilmiştir.
Dolayısıyla çocukluk kavramı, özellikle kapitalizmin yükselişiyle birlikte yalnızca birer birey olarak değil, devletin ve toplumsal düzenin sürdürülebilirliğini sağlayacak geleceğin yetişkinleri olarak şekillendirilmiştir. Artık çocuklar sistemin sürdürülmesini sağlayacak birer pasif öznedir. Bu durum ise onları toplumun mevcut yapılarına uyum sağlamaya zorlar, böylece statükoyu sürdüren bir mekanizmanın en önemli parçalarından biri haline gelirler.
Çocukların içinde hiçbir kurucu sözün sahibi olmadığı ve daimî olarak takip etmek, uyum sağlamak zorunda bırakıldıkları bu sistem ise onları korumaktan çok uzaktır. Hayvanları katletmek için bir bahane olarak çocukların güvenliğini önümüze getiren devlet, MESEM adı altında çocuk emeği sömürüsü ve çocuk işçiliğini meşrulaştırmaktadır. Haftada en az 4 gün güvenli olmayan koşullar altında, eğitim aldıkları alan ile ilgisi olmayan uygulama alanlarında temel ihtiyaçları dahi karşılanmadan çalıştırılmaktadırlar. 2024 yılının ilk 6 ayında yoksulluk altında ezilen ve hayatını kaybeden 33 çocuk ya MESEM’e devam ediyor ya mevsimlik tarım işçiliği yapıyor ya da motokurye olarak çalıştırılıyordu. Çocukların güvenliği için hayvanların katledilmesinin meşru zeminini hazırlayacak olan “Katliam Yasası”nı savunan Erdoğan, Filistin’de katledilen çocukları anarak bu yasayı meşrulaştırma girişiminde bulunurken AKP Sözcüsü Ömer Çelik “İnsanımızın canını yakan bir mesele var. Çocuklar saldırıya uğruyor” ifadelerini kullanıyor. İnternetteki sansür uygulamaları yine çocuklar adına gerçekleştiriliyor, LGBTİ+lar bu nedenle sıklıkla verilen referansla şiddete, sömürüye, baskıya maruz bırakılıyor: “çocukları korumak.”
Bu iddiaları önümüze getirenlerin çocukların istismar edildiği cemaat yurtlarını, 6 yaşındaki çocukları evlendirenleri hangi biçimlerde koruduğunu biliyoruz. Çocukların, okuldaki beslenme ihtiyacını karşılayamadığı için örgün eğitime devam edemediklerini biliyoruz. Tarlalarda, inşaatlarda, sokaklarda çalıştırılırken çocukları korumayan devletin, çocukları faşist pratiklerine meşruiyet kazandırmak için yalnızca bir kılıf olarak kullandığını biliyoruz.
Başka türlüsü ise bu kapitalist-emperyalist düzen içinde mümkün değildir. Komünist Manifesto’da çocuk işçiliğine değinen Marks, kapitalist toplumlarda çocukların sömürüldüğünü ve onların daima tehlikeye atıldığından bahsetmektedir. Onun sözleri ile: “Modern sanayi, tüm aile bağlarını yıkar ve çocukları birer metaya dönüştürür.”
Bulundukları her alanda ezilen ve karar alma süreçlerine hiçbir ölçüde dahil edilmeyen çocukların, yalnızca geleceğin yetişkinleri değil aynı zamanda bugünün de özneleri olduğunu hatırlayalım. Çocukları kapitalizm-emperyalizmin bize tarif ettiği biçimde pasif, korunması gereken, anlayışı gelişmemiş, politik olanı kavrayamayacak olan ve yetişkinlerin şekillendirdiği varlıklar biçiminde ele almaktan ötesine geçebiliriz. Çocuklar sadece geleceğin değil, bugünün de aktif bir parçasıdır. Onların dünyaya dair algıları, adalet anlayışları ve yaratıcı enerjileri yeni toplumun inşasında kritik bir rol oynayacaktır. Bununla birlikte, çocukların politik özne haline gelmesi yalnızca eğitimle sınırlandırılmamalıdır.
Bulunduğumuz alanlarda, topluluklarda ve daha geniş kamusal alanda çocukların da söz hakkı olması, seslerinin duyulması ve fikirlerinin ciddiye alınması gerekmektedir. Çocuklar, kendi yaşamlarını ve çevrelerini etkileyen kararların aktif katılımcıları olmalıdır. Bu düzen içerisinde kendilerini korumaları, bunun pratiğine buldukları alanlar ölçüsünde mümkün olacaktır. Bizim üzerimize düşen görev ise çocukların maruz bırakıldıkları şiddet, sömürü ve eşitsizliğe karşı mücadelede yan yana olarak; çocukları faşizmin bir nesnesi, günün birer metası olmaktan çıkararak bu durumu teşhir etmeye devam etmek, mücadele alanlarımızı birlikte büyütmek olmalıdır.
devam edecek…