[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
100. yılına giren Kemalist faşist diktatörlük, yaşanan derin ekonomik siyasal kriz ortamında, karakterine uygun bir şekilde daha da saldırganlaşmış bir durumdadır.
İçeride ve dışarıda içinden çıkılmaz nitelikte sorunlarla sarmalanmış durumdaki egemenler işçi sınıfı ve emekçilere, Kürt ulusu ve tüm devrimci demokratik güçlere dizginlerinden boşalmış bir devlet terörü estirmektedirler.
Ekonominin ağır yükü altında nefes alamaz durumdaki emekçiler giderek artan ekonomik ve sosyal taleplerle mücadele isteklerini direnişlerle ortaya koyarken devlet onları ideolojik bir kuşatma altına alarak hareketsiz kılmak çabasındadır.
Faşist devlet kitleleri şiddet yöntemlerinin yanı sıra farklı baskılama araçlarıyla sindirerek sefalet ve zorbalığa razı etmek peşindedir.
Bu amaçla kitleleri manipüle ederek, dini ve şoven milliyetçiliği bu yönde etkin kullanarak sistemi restore etmek/ yeniden inşa etmek hedeflenmektedir.
İşte “Cumhuriyetin 100. yılı” bu amaç için kullanılabilecek en önemli fırsatlardan biri olarak, yılın başında bir kampanya biçiminde ele alınmıştır. Tüm sistem partileri kendilerini bu koşullarda yeniden üretmenin ve meşrulaştırmanın hesabı içindedir. Olmayan bir tarihsel anlam yüklenerek “100. yıl” bilinçleri şovenizmle zehirlenmiş emekçi kitlelerin şekillendirilmesinde güçlü bir argüman olarak değerlendirilmek istendi. Çünkü, politik bilinçten yoksun kitlelerin Kemalizm ve Cumhuriyeti sahiplenmesi ve daha güçlü yedeklenmesi için “ortak payda” olarak kullanılabilecek güçlü bir argüman olarak hâlâ günceldir.
GERÇEKLİĞE ÇARPAN HAYALLER…
Türkiye gibi yarı feodal, yarı sömürge ülkelerin gündemleri hem yoğun sorunlar içerir hem de çok sık aralıklarda değişkendir. Ekonomik-siyasal krizler, egemen sınıf klikleri arasındaki çelişki ve çatışmalar, öte yandan sefalet, baskı ve sömürünün görülmedik düzeydeki sonuçlarıyla pençeleşen kitlelerin talep ve tepkileri, ulusal ve uluslararası gelişmeler gündemi altüst etmekte, yönetenlerin gündem belirleyerek süreci yönetebilme inisiyatifi ve kabiliyetini dumura uğratmaktadır. Bugün de yaşanan budur.
Pandemiyle derinleşen ve ağırlaşan ekonomik kriz ve halka yönelik saldırıların yoğunluğu ortamında, egemen sınıflar arasındaki çelişkiler seçim sürecinde keskin hesaplaşmalara neden olmuştur.
Faşist sistem partilerinden AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” şiarıyla, CHP’nin ise “Geçmişin Mirasıyla Geleceğe” sloganıyla girdikleri kitleleri faşist Kemalist sisteme payanda etme yarışı ekonomik-siyasal gelişmelerin gölgesinde kalmış, kriz kendisini doğallığında gündemleştirmiştir. Seçim süreci boyunca faşist sistemin 100. yılı ve yapılacak seçimin bu ikinci yüzyıldaki değişimi belirleyeceği propagandaları kliklerin krize dayalı iktidar kavgasının gölgesinde kalmıştır. İki faşist klik tarafından kitlelere hem sistemin sürekliliği hem de ekonomik, siyasal içerikte önemli toplumsal değişimlerin propagandası yapılmıştır. İki “ayrı cenah”tan “tek” eksenli bir propaganda söz konusu oldu. Bir yandan demokrasi vaatleri diğer yandan en pespaye şovenist propaganda. Bir yandan ulusal bağımsızlık vaadi diğer yandan emperyalist sisteme daha güçlü bağlanacak ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi. Bir yandan farklı inanç ve yaşam tarzına sahip olanların bir arada yaşayacağı bir ikinci yüzyıl diğer yandan toplum kesimlerinin birbirine düşman gösterilip taraftar toplama telaşı. Seçimler böyle bir ikiyüzlülük içinde ikinci yüzyıla giriş ve hazırlıkla kampanyaya çevrilmiştir.
Öte yandan Ukrayna-Rusya, Azerbaycan-Ermenistan, sınır ötesi Irak Kürdistanı ve S. Kürdistanı’na dönük işgal ve katliamcı saldırılar, ardından İsrail-Filistin çatışması ve buna benzer içte ve dıştaki bir dizi gelişme 100. yıl kampanyalarının sönük geçmesine, neredeyse rafa kaldırılmasına yol açmıştır. Oysaki burjuva-feodal sınıfların her biri bu fırsatı iyi değerlendirmek istemiş, esasta kitleleri faşist Kemalist sisteme yeniden bağlamak faşist klikler açısından ortak amaç olmuştur. Ancak kullanmak istedikleri bu silah ellerinde kalmıştır. Çünkü bu silah paslıdır.
Bu süreçte, Kemalist faşist sistemin restorasyonuna soyunan TKP gibi sosyal şoven reformistler de etkili kampanyalara soyundular. Halk düşmanı faşist Kemalist diktatörlüğü ‘’Halk İçin Cumhuriyet, Cumhuriyet İçin Sosyalizm’’ sloganıyla üzerinde yükselecekleri bir miras olarak sahiplendiler. Faşist Kemalist TC’yi halka “demokrasi” diye yutturan konumlanışlarıyla bir kez daha toplumsal hafızaya kaydedildiler.
Sonuç olarak, ekonomik-siyasal-sosyal bir kriz içinde debelenen, her geçen gün de batağa doğru sürüklenen faşist sistem, kitleleri yönetme ve aldatmada giderek zorlanmaktadır. Faşist diktatörlük ikinci yüzyıla bilindik siyasal şekillenişle, ekonomik-siyasi krizin sürekliliğine mahkûm bir zavallı olarak girmiştir. Kuruluş felsefesinde mevcut şoven, anti-komünist, halk düşmanı, emperyalizme uşak niteliklerini korumuştur. “İslami argümanları” daha fazla kullansa da yüzü Batı emperyalistlerine dönük bir halde Orta Doğu, Kafkaslar ve Afrika’da emperyalist ajandaya uyumlu, “büyük hesaplı” bir yönelime sarılmıştır. İlk yüzyılına yenilgiyle sonuçlanan bir savaş sonrasında giren faşist diktatörlük ikinci yüzyıla halka daha saldırgan ve bölgede savaşa hazır bir koçbaşı olarak girmeye hazırlanmaktadır.
Türk egemen sınıflarının durumunu, gerçekliğini, iç ve dış politikada yaşadığı sorunları anlamak için ikinci yüzyıl kampanyalarının seyrine bakmak bir bakıma yeterli olacaktır. Onlar için son derecede tarihsel ve önemli olan faşist Kemalist Cumhuriyetin 100. yılına dair kampanyalarının fiyaskoyla sonuçlanması dahi sistemin yönetememe halinin aynası niteliğindedir.
Ancak sistemin esas krizi, komünistlerin sistem gerçekliğini kitlelere taşımasıyla ve kitlelere gerçek kurtuluşu getirecek devrimci savaşın örgütlenmesiyle gelecektir. Halk için kurtuluş yolu bu örgütlenmeyle somutlaşabilecektir. Egemenlerin krizini yaşamak zorunda olmadıklarını anladıklarında onlar dağları devirecek kadar güçlü olacaklardır.