“Başarısızlıklarımıza başarabilmek için üzülüyorsak bu iyi bir şeydir.”
Sefagül Kesgin
Alevilik; bu coğrafyada diğer ezilen sınıf, millet, cinsiyet ve inançlar gibi faşizmin sürekli baskı altında tuttuğu, katlettiği, her türlü işkenceye tabi tuttuğu inançlardan biridir. Osmanlı baskı ve katliamları ile TC’nin kuruluş zamanından günümüze kadar uzanan sürede uyguladığı baskı ve katliamlar birebir uyuşmaktadır. Değişen hiçbir şey yoktur. Bizim bu baskı, katliam ve asimilasyon politikalarına karşı durduğumuz ve durmaya devam edeceğimiz muhakkaktır. Ancak burada asıl mesele, bunca faşist uygulamalara rağmen Arap-Alevi toplumunun nasıl hala faşist-Kemalist ideolojiyi benimsediklerini açıklayabilmek ve bu duruma karşı mücadele hattını nasıl oluşturacağımızı belirlemektir. Genel bir perspektifte Arap-Alevi inancına mensup insanların ideolojik anlamda Kemalizm’den; bunun yanında “tam bir illet” olan hümanizmden etkilendikleri söylenebilir. Bu inancın hakim olduğu bölgelerde “hümanist” anlayışla mücadele ÇKP’nin Çin’deki Konfüçyüsçülük ile mücadelesine benzer. Mao’nun “Çin halkını devrimcileştirmemiz önündeki en büyük engeller Konfüçyüsçülük ile Taoizm’dir” sözleri “hümanist” anlayışın da bizim bu alanlardaki çalışmalarımızı etkileyeceğine işaret eder.
En can alıcı noktalardan biri ise devrimin, ezilen sınıfın ezen sınıfı alaşağı ettiği bir şiddet hareketi olması gerektiğidir. Bu gerçeklik ile sözü edilen Arap-Alevi kesiminin somut koşullardaki beklentileri birbiri ile örtüşmemektedir. Bunun yanında Arap-Alevi inanç önderlerinin halkı pasifize eden söylemleri ve iktidarı eleştirme-devleti sevdirme pratikleri, kulun bir diğer kulun canına kast etmesinin inanç boyutu, zulmü bir dünya sınavı gören kaderci anlayış ve zulmün meşrulaştırılması, önde gelen ve doğrudan devlet ile çalışan iş adamları, yedi yıldır süregelen Suriye iç savaşına karşı verilen duygusal tepkiler ve Baas–Esad sevgisi, Arap-Alevi yaşam alanlarında faaliyet yürüten reformist yapılar vs. karşılaştığımız bütün bu sorunlar mücadelemizi sekteye uğratan nesnel sebepler olarak karşımıza çıkıyor.
Adaletin sağlayıcısı olarak görünen Zülfikar’ın kınından hiç çıkarılmadan adaleti sağlamadığı, aksine adalet sağlanana dek savaşıldığı ve zora karşı zor olmadan adaletin sağlanamayacağını ve mahkumiyetin kaçınılmaz olduğunu ezilen Arap-Alevi toplumuna kavratmalıyız. Çünkü söylemler ile pratiklerin birebir çeliştiği konumda yer alıyorlar. Zulme karşı direnenleri överken kendileri zulüm karşısında sessizlerse söylenecek çok söz, yapılacak çok iş var demektir.
Bu konuda bizim, Arap-Alevi halkına yaklaşımımız onlarla girdiğimiz ortak pratiklerden, sohbetlerden, çelişkilerinden çıkardığımız sonuçlara göre şekillenmelidir. Meselelere objektif bakmamız, duygusal yaklaşımların hem kararlarımızı hem de mücadelemizi olumsuz etkileyeceğini unutmadan harekete geçmemiz gerekiyor. Marks’ın da dediği gibi “Öznel duygular veya genel geçer çıkarımlardan çok pratiğin özünden çıkarılan sonuçlarla değerlendirilmelidir kitlelerin çelişkileri.”
Bulunulan çevrenin maddi-manevi boyutunu bilmeden, inanç özelliklerini ve hayata yansımalarını, kültürünü hatta kendi aralarında yapılan şakalara dek bu kitleyi tanımadan yapılacak her örgütlenme girişimi ya başarısız ya da niteliksiz olacaktır. Halkı can damarı olarak gören bizlerin bu hususlara dikkat etmesi önemlidir.
Kemalizm sevdalısı olan bu kesimler Kemalizm’i doğru tahlil edememekte, bütün siyasi bakış açılarını var olan hükümetlere karşı yapılan muhalefetle sınırlamaktadır. Bizim bu konuda yapmamız gerekenler Kemalizm’in teşhirinin her alanda yapılmasıyla başlamalıdır. Okullarda öğrencilere dayatılan faşist-Kemalist ideolojinin karşısına MLM bilimiyle donatılmış sağlam liseli örgütlenmelerle çıkılmalıdır. Liselere, doğru ve sağlam bir ideolojiyle sirayet edildikten sonra bu mücadele esasa uygun şekilde yürütülebilir ve Kemalizm zehri kana karışmadan önüne geçilmiş olur. Sonuç olarak faşist-Kemalist ideolojinin gençler üzerindeki etkisi büyük oranda yıkılacak ya da çelişkiler artacaktır.
Bunun yanında bu kitlenin inançlarını doğru yaşaması başkalarının tarihlerini kendi tarihleri (benimsedikleri tarihin esas tarihlerini katletmesine rağmen) olarak görmekten vazgeçmeleri adına kültürel çalışmalara yer vermeliyiz. Dili, inancı, kültürü büyük bir asimilasyon saldırısında olan Arap-Alevi kitlesinin, kendi dilini, inancını geri kazanma çalışmalarını örgütleyerek mücadeleyi yükseltebiliriz. Bu şekilde de hakim milletin gerici etkisi bir nebze bile olsa kırılabilir. Arap-Alevi kitlenin asimile olmasına karşı birçok pratikten yararlanılabilir; anadil çalışmaları ve Arap-Alevi tarihini araştıracak bir komisyonun oluşturulması yönünde çalışmalar yapabiliriz. Bununla beraber çelişkilerin keskinleştiği, uzlaşmanın imkansızlaştığı zamanlarda aralarından, Fransız emperyalizminin askerlerinin tepesine çöken Cemil Hayek’lerin çıkabileceğine onları ikna etmeliyiz.
Maddi koşulların düşünceleri etkilemesi, insanların mücadele koşullarının temellerinin oluşmasına vesile olur. Bu maddi koşulların pratikler içinde keskin bir mücadeleye evrilme oranı, kitlelere gidebilme, çelişkilere ulaşabilme oranı ile doğru orantılıdır. Maddi koşullar mücadele koşullarını doğurabilmişse ancak koşullar elverişli olsa da kitlelere hakim olunamamışsa bu komünistlerin sorunudur. Tüm bunların ışığında Arap-Alevi inanç kesiminin yüzyıllardan beri gelen ezilmişliklerine rağmen keskin bir mücadele profili içine girememeleri bizim doğru taktik ve yaklaşımlarla ilerlemediğimizin göstergesi olabilir. Tabiî ki düşmanın komünistlere karşı saldırıları durmamaktadır. Kitleye hakim olabilecek kişileri yani onları doğru mücadele çizgisine çekebilecek olanların tutuklanmaları ya da şehit düşmeleri bu durumu olumsuz etkileyen en büyük faktörlerdendir. Ama unutmamalıyız ki zaten düşmanın da görevi budur. Bütün bu olumsuzluklara rağmen en büyük silahımız olan ideolojimizi kuşanıp mücadeleye sarılmamız bizim esas görevimizdir.
Sonuç olarak; bizler bu inanca mensup olanların çelişkilerini ortaya çıkarmak ve onu hakim sınıflara ve devlete karşı kine dönüştürmekle mükellefiz. Onlara MLM biliminin ışığında korkularıyla yüzleşmeyi ve korkularını cesarete dönüştürmeyi kavratabilmeliyiz. Onlar gibi düşünebilmeli, çelişkileri kavrayabilmeli, onları dinleyebilmeli kısaca onları tanımalıyız. Sabırla, inançla, inatla onların ve diğer tüm ezilen halkın, ezilen ulus, inanç ve cinsiyetlerin yanında saf tutmalıyız.
(ANTAKYA’DAN BİR PARTİZAN OKURU)