Proletarya Partisi’nin yakın tarihte yaşadığı süreç, ders çıkarılması gereken bir dizi noktayla birlikte geride kalmıştır. Yakın tarihte yaşananlar, bir dönemin ya da bir sürecin devri veya kapanması olarak görülmemeli, kavranmamalıdır. Ayrışmayla netleşen sorunların kaynağı ve zemini varlığını güçlü şekilde korumakta ve doğru müdahale ve yönelim belirlenmediği durumda yeni sorunları karşımıza çıkaracaktır. Uzun döneme yayılan ve yıpratıcı bir nitelik kazanan tartışmalar, Proletarya Partisi’nin sorunlarını çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Bu sorunların neler olduğunu sıralamaya kalkıştığımızda hayli uzun bir liste oluşacaktır. Ancak esas olan bu sorunlar yumağının içinde, diğer bazı sorunlarımızın çözümünü de kapsayan esas olanlarını tespit etmek ve bunlara yönelmektir.
En genel ifadeyle her dönem olduğu gibi bu dönemde de belirleyici olan önderlik sorununu hangi noktalardan ele alacağız ve önderliği hangi temel noktalarda tartışacağız. Genel bir önderlik vurgusunun yerine mevcut önderliğin sorunlarını nerede somutlayacağız. Ya da örgüt olma sorunumuzu hangi noktalarda masaya yatıracağız ve örgüt olma özelliklerini yıkıma uğratan hangi noktalara yöneleceğiz gibi… Yani genel ifadelerden ve genel tespitlerden kaçınarak, sorunlarımızda yüzeysel değil, derinlemesine bir kavrayış oluşturmak durumundayız. Mevcut hastalıklarımızın hangisinden öncelikle kopuş sağlayacağız, hangi olumlu özellikleri büyütmeye çabalayacağız. Bu soruları daha da arttırabilir ve çoğaltabiliriz.
Proletarya Partisi saflarında patlak veren sorunlar örgütsel görünümlü bir yansımaya sahip olsa da özünde ideolojik-politik bir farklılık ve kopuşu ifade etmektedir. Bolşevik parti anlayışının iğdiş edilmesi, program ve çizginin tahrif edilmesi, reformizmin kutsanması gibi sıralanacak arkaplan özelliklerine sahip sorunlarımızın, sınıf mücadelesiyle kopmaz ilişkisi içinde tanımlanması gerekir. Bu tanımlama örgüt olma sorunlarımıza da kimi noktalarda ışık tutacak ve nereye yönelmemiz gerektiği konusunda da ipuçları verecektir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki genel olarak yaşanan tasfiyecilik hareketimizin bu sürecinde önemli derecede etkili olmuştur. Devrimci saflarda ve bizde tasfiyecilik, emperyalizmin dünya çapında başvurduğu çok yönlü saldırılar ve bu doğrultuda Türk hakim sınıflarının saldırılarının basıncı altında umutsuzluğa, yıkıma kapılan, küçük burjuva aydın kararsızlığı olarak ortaya çıktı. Küçük burjuva tabakalardan gelen ve kolektif tarafından yeterince dönüştürülemeyen unsurlar ideolojik-siyasi tasfiyecilikle, Bolşevik parti ve örgüt tasfiyeciliğine savruldular.
Yaşadığımız bu sorunların hiçbiri sınıf mücadelesinde yaşanan gelişmelerden bağımsız ele alınamayacağı gibi çözüm de yine sınıf mücadelesinden bağımsız kavranamaz. Bu noktada üzerinde durulacak temel noktalara değinmekte ve tartışmakta fayda vardır. Arkaplan aktarımında üzerinde durulması gereken noktalardan biri devletin geliştirdiği çatışmasızlık ortamı ve reformizmin ülkemizdeki güçlü bir akım olarak varlığını sürdürmesidir. Ve en önemlisi de bu olguların saflarımızdaki izdüşümü, etkisi ve sirayet ettiği düzeydir. Zira ne çatışmasızlık durumu ne de reformist dalganın bu süreçteki kabarışı bizim dışımızda cereyan etmemiş aksine bizi de etkilemiştir.
Kürt Ulusal Hareketi’nin yürüttüğü mücadelede bir aşama olarak yaşanan çatışmasızlık ortamı, devletin de benimsediği ve onayladığı bir politika olarak hayata geçirilmiştir. A. Öcalan’la yapılan görüşmeler ve kurulan masa, Kürt Ulusal Hareketi’nin tasfiye edilmesinin bir aracı olarak kurulmuş ve buradan istenildiği sonuç ve başarı sağlanamadığı durumda, masanın dağıtılması da hiç zor olmamıştır. Çatışmasızlık sürecini ulusal hareket güç biriktirme ve olası savaş sürecine hazırlık olarak işletmiş ve bu konuda belli bir başarı da yakalamıştır. Ancak bu dönemin bizdeki karşılığı durumun özgünlüğünü kavrar nitelikte olmamıştır. Bu elbette önderlik kapsamında incelenmesi, tartışılması gereken bir konudur. Bu dönemde “ezber” bozan bir tarz geliştirilememiş ve dönemin özelliklerine bağlı taktik politika ve yönelim saptanamamıştır.
Düşman saldırılarının bugünkü gibi yoğun olmadığı süreçlerde, koşulların yarattığı olanak ve imkanlar doğru ve yaratıcı bir politikayla ele alınamamış, sürecin karakteri stratejimize uygun çözümlenerek devrimci pratikle buluşturulamamıştır. KP’nin illegal çalışma ilkesi bu dönem içinde ciddi boyutlarda tahribata uğramıştır. Legal faaliyetin önü bizzat devlet tarafından açılmış ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır. Bu süreç düşman bilincinin zayıflamasını da beraberinde getirmiş, doğruların hatırlandığı koşullar devletin dizginsiz saldırılara başladığı dönem olmuştur.
Ülkede süregiden atmosfer reformist hareketlerin güçlenmesini beraberinde getirmiş, seçimler bu rüzgarın güçlenmesinde ciddi bir adım olmuştur. Haziran seçimlerinde HDP rüzgarının etkisi bizleri de içine alarak yol almıştır. Kürt ulusuna karşı yerine getirilmesi gereken asli görevlerde sağlanamayan başarı, seçimler aracılığıyla yerine getirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemler de yapılan çalışmaların, yürütülen faaliyetlerin yarattığı etki örgütümüzün reformizme araladığı kapının örnekleriyle doludur.
Burada kavranması gereken nokta belirlenen taktik politikanın yanlışlığı değildir. Çıkarılması gereken belirlenen politikanın kavranışı ve hayata geçirilişindeki sorunlardır. Diğer yandan ise Proletarya Partisi’nin güçlü ideolojik mücadele ile bu akımlarla arasına net ayrım çizgileri koymadaki yetersizliği ve eksikliğidir. İdeolojik mücadelede ki zayıflık, bu akımlarla aramızdaki mesafeyi zayıflatmasının ötesinde örgütün bu akımlara kapı açmasını ve ciddi düzeylerde etkilenmesini de beraberinde getirmiştir.
Bu sürecin toplamında sınırları oldukça daraltılmış illegal faaliyet zayıflamış, illegal örgüt ruhu deforme olmuştur. Kimi dönem yürütülen kampanya faaliyetlerinde bu durumun hareketimizde tehlikeli bir boyut almaya başladığı kendini somut olarak göstermiştir. Örgütün bu gerçekliği görülmüş ancak yeterli müdahaleler geliştirilememiştir.
Legal partiler üzerinden yürütülen kitlesel faaliyetler göz doldurmakta, demokratik mücadeleler daha örgütlü bu partiler tarafından yürütülmekteydi. Nihayetinde bu partiler aracılığıyla çeşitli kazanımlar elde edildiği durumda illegal mücadeleyle hedefe ulaşılıp, ulaşılamayacağı sorgulamaları başlamıştır. “Kitleleri illegal partide örgütlemek zor” yaklaşımı üzerinden gündeme getirilen tartışmalarla, legal partilerde yoğunlaşması gereken faaliyetler ve merkezi platform tarzı örgütlenmelerin kurulması gerektiği gündemleştirilmeye çalışılmıştır. Devrimci hareketlerin ciddi boyutta reformizmin etkisine girdiği koşullarda, daha sağlam bir duruş göstermek ancak güçlü ideolojik şekillenişle ve bu şekillenişi yaratacak güçlü ideolojik mücadeleyle mümkün olabilirdi. Ki hareketimizde bu noktalarda da ciddi yetmezlikler yaşanmaktaydı. Kendi içinde liberalizmin hakim olduğu anlayış ve yaklaşımla zayıflayan iki çizgi mücadelesinin, dışarıya yansıması bu akımlarla güçlü ideolojik mücadelelerin yürütülememesi olmuştur.
GEZİ İSYANI VE YANSIMALARI
Gezi İsyanı ülkemiz sınıf mücadelesi tarihindeki en kitlesel kalkışma olarak tarihe geçti. İsyanın fitili Taksim Meydanı’nda ateşlenmiş ve çok kısa bir zamanda neredeyse tüm ülkeye yayılmıştı. Bu görkemli isyana hazırlıksız yakalanılmış, harekete önderlik etme kabiliyetinin olmadığı durumda, etkileme ve öznesi olma konusunda sorunlar yaşanmıştır. Bu sorunları kaba anlamda kitle hareketine önderlik etme kabiliyeti olarak tartışmak doğru değildir. Bu noktada tartışılması gereken esas mesele devrim bilinci, devrim yapma iddiası ve kitlelerin rolünün kavranmasıdır. Dönüp bakıldığında bu noktalarda esaslı kırılmalar olduğu görülecektir. Meselenin bu ayağında esas olarak tartışılmaya muhtaç noktaları çözümleyebildiğimiz oranda bugün tartıştığımız bir dizi sorunu anlamak daha rahat olacaktır.
Gezi isyanı örgüt ve önderlik tablomuza dair bir fotoğraf önümüze koymuştu ve bu fotoğrafla yüzleşme cesaretini gösterenler mücadele içinde bir gelişim sağlayabilmiştir. Çünkü bu yüzleşme kadrolardan, militanlara bir dizi soruyu soruyor ve aleni açık cevaplar istiyordu. İdeolojik cesaret olgusu tam da bu nedenle önem kazanıyordu.
Bu durum resmin bir tarafını ifade ediyordu. Resmin diğer tarafında ise başka gerçekler söz konusuydu. Gezi İsyanı küçük burjuva devrimci örgütlerin düşlerini daha güçlendirmelerine, bizde ise bir anda programatik görüşlerimizin değiştirilmesi gibi bir tartışmaya vesile edilmiştir. 40 yılı aşkın savaş birikimi doğru bir zeminde sorgulanma ve bulunduğumuz nokta yerine stratejiyi tartıştırır duruma getirmiştir. Devrim anlayışının “yenilenmesi” İbrahim Kaypakkaya yoldaşın tezlerinin tam da bu nokta da “aşılması” gerektiği tartışmaları başlamıştır. Dogmatizm eleştirisinin yükseldiği zemin şekilsiz ve tarifsiz bir hal almış ve revizyonist tezler, dogmatizmin panzehri olarak gündeme gelmiştir.
Başarısızlıklar boyutlu bir değerlendirmeye tabi tutulur örgütsel, siyasal ve askeri açıdan sorgulanıp incelenirse gerçeğe ulaşma yolu tutulmuş olur. Bunu yapmak yerine kolayca çizgiyi sorgulayan duruma gelinirse ortaya çıkacak sonuç reformizmle kol kola giriş olacaktır. Kürt hareketini eleştirmeksizin ona eklemlenmek, peşinden sürüklenmek, seçimlere ve HDP’nin başarısına olağanüstü değerler biçip parlamentarizme göz kırpmalar bu döneme özgü yaygın bir tarz olmuştur.
HBDH’nin Proletarya Partisi’nin gündemine getirilişi, bu meselelerdeki ilkesel yaklaşımının rafa kaldırılarak, hareketin kutsanması yaklaşımlarını hatırlamakta fayda vardır. Başarmaya ve kazanmaya kilitlenmemiş bir irade ile, başarıları kendi çizgisinde aramayanların, bu noktada umutsuzluğa düşenlerin can simidi olmuştur HBDH. Bu gerçek görülmek istenmediği durumda Proletarya Partisi’nin Kürt Ulusal soruna yaklaşımda “sosyal-şoven” olduğu tespitleri havada uçuşur olmuştur.
KOŞULLARI KAVRAMAK VE ONA UYGUN ŞEKİLLENME SORUNU
2015 Kasımı’nda devlet yeni bir sürecin startını verdi ve başta gerilla güçlerine dönük imha amaçlı saldırılar olmak üzere savaş borusunu çalmaya başladı. Kendi bekasını sağlamak için artık gidişatı değiştirme zorunluluğu gündeme gelmiş, bu politikayı tırmandırmada da 15 Temmuz darbe girişiminden maksimum düzeyde yararlanmıştır. Bu aşamadan sonra yaşanan gelişmeler faşizmin ruhuna uygun olmuştur. Kazanılmış haklar gasp edilmiş, T. Kürdistanı’nda kayyum atanmayan belediye kalmamış, oldukça geniş bir yelpazede tüm muhaliflere saldırılar tırmandırılmış, bu süreci belediye başkanlarının, milletvekillerinin tutuklanması izlemiştir. Bu dönem T. Kürdistanı’nda özyönetim direnişlerinin yarattığı tabloyla birleşmiş ve Kürt ulusunun sokak dinamikleri önemli oranda zayıflamıştır.
Sınıf mücadelesinin böylesine sertleştiği dönemler aynı zamanda ciddi sınavları da içinde barındırır. Zira koşulların daha ılıman olduğu dönemlerde yürütülen faaliyetin yerini, daha fazla bedel ödenmeyi gerektiren bir dönem başlamıştır. Bu sert virajları almak ancak sağlam bir ideolojik donanımı, ezilenlerin mücadelesine bükülmez bir inancı ve onun öncüsüne sıkı sıkı bağlı olmakla mümkündür. Devletin ördüğü korku duvarı ancak böylesi bir balyozla yıkılır, yarınlara dair umut ancak bunların kavranışıyla her daim kendini korur. Ağır baskı koşulları ile birlikte kadro ve militanlar kendi benleriyle bir kez daha hesaplaşır. Kimileri bu hesaplaşmadan başarıyla çıkmayı başarırken, kimileri yenilgilerine yenilirler.
Sağ tasfiyecilerin Proletarya Partisi’nin ilkelerine yöneldiği, Bolşevik parti anlayışı yerine anarşizmi ikame etmeye çalıştıkları dönem de ilham aldıkları mücadelenin bu evre ve aşamalarıdır. En nihayetinde bu aşamalarda bir dizi tartışmayı gündeme getirenlerin bugün aynı safta oluşu bir tesadüf değildir. Gündeme getirilen örgütsel görünümlü tüm tartışmaların önündeki perde aralandığında arkasında yatan ideolojik-politik savruluş çok net görülecektir.
Tüm bu sapma ve yanlışlara zemin sunan Proletarya Partisi gerçekliğidir. Bu gerçeklik, önderlik başta olmak üzere örgütlü bünyesiyle ve sorunlu haliyle bugün de ortada durmaktadır. Bu anlamda yapılması gerekenler listesinin hayli yüklü olduğu bilinmelidir. Fiziken kaybettiklerimiz örgütsel düzlemde bir daralmayla sınırlıdır. Bu mücadelenin içinde tamamlanacak bir olgudur. Ancak asıl önemli olan bu mücadeleye yön verecek öncü kurmayın kendi gerçekliği ile hesaplaşması ve çıkarılan derslerle yol almasıdır. Bu başarıldığı oranda daha sağlam temeller üzerine yürünen yol büyüyecek ve daha hızlı adımlar atılacaktır.
Egemenlerin yönetme krizinin derinleşeceği ve buna bağlı olarak da saldırılarının tırmandığı bir dönemden geçiyoruz. Kitlelerin öfkesinin mayalandığı bu dönemde egemenlerin bunca baskıya rağmen korkuları bitmemektedir. Bu korkularını ortadan kaldırmak için katletmekte, saldırmakta ve imhaya yönelmektedir. Ancak yaklaşan fırtınanın onlar farkında ve esas korkuları da bundan kaynaklanmaktadır. Şimdi bu keskin mücadelenin içinde safları sıklaştıracak, bu keskin mücadelenin içinde zaaflarımızdan arınacak, bu keskin mücadelenin içinde sağlam adımlarla yürüyeceğiz.