Burjuva siyaset arenasında kliklerin seçim odaklı kapışması değişik görüngü ve tartışmalarla kitlelerin gündemine girmeyi sürdürüyor. Faşist diktatörlüğün ekonomik ve siyasi krizi derinleşerek “seçim” odaklı çatışmaları ivmelendirirken devlet içerisinde bürokrasiden, ekonomiye ciddi bir dalgalanmanın olduğunu görmek mümkün. Mevcut çatışma başını CHP-İYİP’in çektiği Millet İttifakı’nın lehine bir iklim yaratırken bu süreçte söz konusu ittifakın kitleleri tavlamaya dönük hamleleri de öne çıkıyor.
İlk olarak Kürt meselesinde çözümün “meşru” adresi olarak HDP’nin gösterilmesi ile Kürt ulusuna kırpılan göz şimdi de başka bir evreye taşındı. CHP Genel Başkanı K. Kılıçdaroğlu, 13 Kasım tarihinde twitter üzerinden yayınladığı bir video mesaj ile “helalleşme” yolculuğuna çıkacağını söyledi. Söz konusu videoyu “Ben ömrümde, ülkemizde nefreti ve sevgiyi gördüm. Artık sevgi kazansın istiyorum. Ülkemizin iyileşmeye, helalleşmeye ihtiyacı var. Helalleşmek geçmişi değiştirmez ama geleceğimizi kurtarır. Geçmişte partimizin de hataları oldu; helalleşme yolculuğuna çıkma kararı aldım…” sözleriyle yayımlayan K. Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri genişçe bir kesimde yankı buldu. Söz konusu videoda K. Kılıçdaroğlu iktidara gelmekten “daha önemli” bulduğu “ülkenin makus tarihini” değiştirme vurgusunu öne çıkarıyor ve her gelen iktidarın devleti ve demokrasiyi yıprattığından bahsediyor. Geneli bu tonda ikiyüzlü ve yapay bir günah çıkarmayla devam eden video; izleyen genişçe bir kesimi demokrasiye ve hesaplaşamaya yapılan vurgular nedeniyle etkileyebilecek bir içerikte tutulmuş.
Faşist bir sistem partisi olarak hele de resmî ideolojinin inşasında bizatihi rol almış bir partinin liderinin dile getirdiği bu ifadeler bir bakıma “absürt” bir görünüm verse de bu hamle hiç de bu kadar basit gözükmüyor. Neden mi? Bahse konu açıklamalar ve ifadeler değişik görünümlerde demokratik güçlerin argümanları haline geldi. “Yargılanacaksınız”, “hesap vereceksiniz”, “gideceksiniz ama öyle kolay değil” vb. söylemler kendine sol-sosyalist diyen ama özünde revizyonist, düzeniçi bir pozisyondan öteye gidemeyen kesimlerin ajitasyon ve propagandalarında kullanılıyor. Buradan seçim odaklı söylem ve ifadelerin ciddi bir hegemonya oluşturduğunu görmek mümkün. İkincisi K. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşmeye” dönük ifadeleri çok kısa süre sonra Demirtaş tarafından yazılan bir yazı ile oldukça olumlu ve “iyimser” karşılandı.
Demirtaş, “Sayın Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını toplumsal uzlaşma ve ülkemizin iç barışı açısından çok önemsiyor ve yürekten destekliyorum” sözleriyle “helalleşme” sözlerine “içten” bir destek sunuyor. Demirtaş bununla da kalmıyor; “Geçmiş hatalarımızla samimi, dürüst ve cesur bir şekilde yüzleşip karşılıklı helalleşmeden hiçbir sorunumuzu kalıcı olarak çözemeyiz. Bu nedenle, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanı sıfatıyla yapılmış bu açıklama tarihi önemdedir ve mutlaka sahiplenilmesi, desteklenmesi ve güç verilmesi gereken ciddi bir adımdı” ifadeleriyle de bu desteğini bir adım ileriye taşıyor ve cumhuriyetin kurucu partisinden gelen bu adımı tarihsel köklü bir hesaplaşma olarak değerlendirme gafletine düşüyor. Demirtaş’ın “mutlaka sahiplenilmesi, desteklenmesi” gerekir dediği “hesaplaşmaya” geçmişten bugüne ezilen, zulmedilen, yok sayılan, katledilen halk kitlelerinin nasıl bir “destek” vereceğini Demirtaş hiç düşündü mü bilmiyoruz. Ya da kendi sözlerinde de belirttiği cumhuriyetin kurucu partisinin yani faşist Kemalist diktatörlüğün harcını karan, geçmişten bugüne yapısal hiçbir değişime gitmeksizin “tek dil, tek vatan, tek bayrak” söylemlerini savunan bir partinin böylesi bir adımının illüzyondan ibaret olduğunu Demirtaş bilmiyor mu? CHP, TC’nin kuruluş ilkelerini kökten reddederek demokrasi havarisi kesildi de biz mi bilmiyoruz? Koçgiri’de, Ağrı-Zilan’da, Dersim’de Kürdün katline karar verilirken bu faşist parti karşı mı çıktı? Demirtaş’ın bahse konu yazısında dikkat çeken ifadelerden birinde “sorunları biz yaratmadık” diyor. Bu ifadenin muğlaklığı “sorunların kaynağı biz değiliz ancak siyasetçiler olarak eğer doğru ve başarılı bir politika izleseydik çözümsüzlükten beslenenlerin ekmeğine, istemeden de olsa yağ sürmemiş olurduk” cümlesiyle devam ediyor. Burada Demirtaş’ın sorunları yaratmayanlar parantezine K. Kılıçdaroğlu giriyor mu anlamak zor, eğer bu parantezin içinde tutuluyorsa durum Demirtaş için oldukça vahim. Demirtaş’ınher bakımdan ajite bir ruh haliyle toplumsal hafızayı hesaba katmadan yazıldığı anlaşılan yazısında finali “günah çıkarma” oluşturuyor. Demirtaş “Kendi adıma bu sorumluluğu her zaman kabul ettim ve halen aynı noktadayım. Kimlik siyasetini aşarak toplumun tamamını kucaklamayı başarmalıydık. Şiddetin tümden devre dışı kalması için siyasetçiler olarak daha fazla inisiyatif almalı, öne çıkmalıydık.”
Burada Demirtaş’ın “kimlik siyaseti” diyerek basitleştirdiği meselenin, ezilen bir ulusun; Kürt ulusunun inkâra, imhaya ve asimilasyona karşı bir varlık ve hak (UKKTH) mücadelesi olduğunu belirtmek gerekiyor. Elbette ulusal meselenin çözümü proleter hareketin özelde de bizimki gibi ülkelerde Demokratik Halk Devriminin görevleri arasındadır. Ancak Demirtaş’ın “tüm toplumu kucaklama” söyleminin bağlamını bu değil “Türkiyelileşme” denilen projenin oluşturduğunu bilmek gerekiyor. Türk hâkim sınıflarının ve dümenindeki AKP-MHP faşist bloğunun kuruluş ilkelerine bağlı olarak tüm gücüyle Kürt ulusunun demokratik mücadelesine saldırıları 7 yıldır sürerken Demirtaş’ın K. Kılıçdaroğlu’nun bu adımını hiçbir şey olmamış gibi değerlendirmesi ve buradan yeni umutlar yeşertmesi bir hafıza problemine işaret ediyor. Hangi klik egemen olursa olsun Kürde ölüm, imha, inkâr ve asimilasyonun bir resmî ideoloji edimi olduğu gün gibi ortadayken “helalleşme” adımında bu denli heveskâr bir tutum almak Demirtaş ve özelde de Kürt ulusal mücadelesi için sorunlu bir yaklaşımı ortaya çıkarıyor.
Yazının başlığına konu olan illüzyon meselesi K. Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin satır aralarında kendisini çok açık ortaya koyuyor. K. Kılıçdaroğlu, “Roboski ile helalleşeceğiz. Hukuk başka helalleşme başka. İnsanlara devlet tazminat ödeyecek ama bir taraftan da helalleşeceğiz” sözleriyle helalleşmeden kastının “tazminat” ve “maneviyat” olduğunu dile getiriyor. Bu denli bir “manevi” helalleşmenin kitleler nezdinde nasıl karşılık bulacağı muğlak. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu kendi tarihini de içeren bir devr-i sabık yapmanın ötesinde tarihsel belleğe ve bu belleğe sahip kesimlere seçim odaklı bir göz kırpmanın ötesine geçmiyor, geçemez. Benzeri aldatmacalar ve popülist söylemlerin seçimler yaklaşırken artacağını öngörmek mümkün. Israrla ve kararlılıkla halk kitlelerine gerçekleri söylemek, klikler arası çatışmada onları dolgu malzemesi yapan ikiyüzlü argümanlara karşı keskin bir mücadele içerisinde olmak zorundayız. Özellikle bugün bu bir tarihsel bir görev olarak önümüzde duruyor. Diğer yandan ezilen halk kitlelerinin belleğinde yer edinmiş katliamların, imha ve inkâr politikalarının “manevi” bir helalleşme ile son bulmayacağı bilinciyle faşist diktatörlüğü tümden ortadan kaldırma ve hesap sorma bilincini halk kitlelerinde güçlü bir yönelim dönüştürmek zorundayız.