Son süreçte Arap ülkeleri ve İsrail arasındaki ilişkilerinin normalleştirilmesine dair bir dizi adım atılmaktadır. Benzer şekilde Kuzey Afrika’da bu yönelimin bir parçasıdır. Bu sürecin bir parçası olan Fas-İsrail ilişkisi ve anlaşmasına dair okurlarımızla bir çeviriyi faydalı olduğunu düşündüğümüz için paylaşıyoruz.
Fas ve İsrail Arasında Normalleşme Süreci: Rabat’ın Bir Başka Politik İhaneti
ABD’nin Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğinin tanıması, Rabat (Fas’ın başkenti) için zafer anlamına gelebilir. Ancak uzun vadede Fas ve bölge için olumsuz sonuçlarının ortaya çıkması muhtemeldir.
Donald Trump’ın, Fas ve İsrail arasındaki normalleşmeden “tarihi bir atılım” ve “Ortadoğu’da barış için büyük bir atılım” olarak bahsettiği tweet’i zaten tamamen alaycıydı – ancak Batı Sahra’yı birkaç hafta önce haritada bulamayan bir adam için, bu kadar şaşırtıcı bir şey yoktu.
Fas Kralı VI.Muhammed’in Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a, Fas’ın iki devletli bir çözümden yana olduğunu ve Filistinliler ve İsrail arasındaki müzakerelerin tek yol olduğunu söylemesi de sinizmdir.
Yakın zamanda İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Sudan’ın ardından sıra bir başka “kardeş” ülke olan Fas’ın çıkarları için Filistin’i Filistinliler’i kurban etmesine geldi.
Netanyahu ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman arasında ve ABD Dışişleri Bakanı ve Mossad Şefi’nin de bulunduğu Kızıldeniz yakınlarında, yakın zamanda yapılan “gizli” görüşmede belirtildiği gibi, Suudi Arabistan’dan başlayarak diğer Arap ülkelerinin er ya da geç bu süreci takip edeceğini söylemeye gerek yok.
Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal Ben Farhan el-Suud, Riyad’ın İsrail ile yalnızca onurlu bir Filistin devletininin varlığı şartıyla bir barış anlaşması imzalayacağını hatırlatsa bile, uygun zaman geldiğinde Suudi yetkililerin de Filistinlileri feda edeceği düşünülebilir.
Bu nedenle Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini resmileştirmesi sadece bir an meselesidir.
İsveç ve Birleşik Krallık gibi birçok ülkenin onaylamamasına rağmen, Batı Sahra’nın Fas egemenliğine girmesinin Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınması, Avrupa ve Afrika’da başka benzer tanımalara da yol açabilecek olması, Birleşmiş Milletler’in Sahralılara vaat edilen kendi kaderini tayin seçeneğini de karmaşıklaştırdı.
FAS’IN SİYASİ İHANETLERİ
Bu açıklama önemli bir bölgesel jeopolitik adımı temsil ederken, Fas ve İsrail’in onlarca yıldır sürdürdüğü yakın bağları gizlememelidir.
1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında Arap askeri birliklerinin fiyaskosunun, diğer şeylerin yanı sıra, kendilerinden biri olan Fas Kralı II. Hasan’ın ihanetinden kaynaklandığını hatırlamak önemlidir. Aslında, 1965 gibi erken bir tarihte, Kral, Kazablanka’daki büyük bir otelde Arap “kardeşleri” ile İsrail’e karşı benimsenecek strateji üzerine yapılan toplantının içeriğini kayıt altına alıyordu.
The Times of Israel’e göre, Fas Kralı’nın ilk planı, toplantının yapıldığı üst katta, The birds (kuşlar) operasyonunun bileşenleri Shin Bet (İsrail İç Güvenlik Servisi) ve Mossad üyelerini, bütün konuşmaları kendilerinin kaydetmeleri için toplantıya katmaktı.
Ancak II. Hasan, İsraillilerin açığa çıkacağı korkusuyla son anda fikrini değiştirdi.
Daha sonra bu kaydı İsrail gizli servisine teslim etmekte tereddüt etmedi ve bu da İsrail ordusunun 5 Haziran’da çatışmalara başlaması, tüm Mısır hava kuvvetlerini karaya vurup yok etmesine olanak sağladı.
Bir hatırlatma olarak, 1967’deki bu bozgun, Gazze Şeridi, Batı Şeria, Doğu Kudüs, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası’nın İsrail güçleri tarafından ele geçirilmesiyle sonuçlandı.
New York Times’tan gazeteci Ronen Bergman’ın Rise and Kill First: The Secret History of Israel’s Targeted Assassinations adlı kitabında , Ekim 1965’te Faslı muhalif Mehdi Ben Barka’nın Paris’in göbeğinde kaçırılması ve suikastinin Faslı ve Fransız gizli servislerinin yanı sıra Mossad arasındaki işbirliğinin sonucu olduğu belirtiliyordu. Gazeteciye göre Mossad, suikastçıların cesedi atıp gömmelerine yardım etti.
Bu İsrail-Fas anlayışı burada bitmeyecekti.
1976’da İsrail Başbakanı olarak ilk görev döneminde Isaac Rabin’in peruk, bıyık ve sahte gözlüklerle gizlice II. Hasan’ı ziyaret ettiği bildirildi.
Bu nedenle, II. Hasan’ın Mısır Cumhurbaşkanı Enver el Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin arasında, 1977’de Mısır Cumhurbaşkanı’nın Kudüs ziyaretini organize etmek için bir çöpçatan olması şaşırtıcı değildir. Ardından bunu 1978’deki Camp David sözleşmesi izlemiştir.
Aynı Isaac Rabin, Oslo anlaşmalarının 1993 yılında imzalanmasının ardından Washington’dan dönüşünde, gelecekteki diplomatik ilişkilere başlama amacıyla Hassan II ile görüşmek için Fas’tan geçti. – Bir İsrail başbakanının Mısır dışındaki bir Arap ülkesine ilk ziyareti.-
Hatta Fas, 1994’te Tel Aviv’de bir irtibat bürosu açtı ve daha sonra 2002’de ikinci İntifada’dan sonra kapatıldı. 1999’da II. Hasan’ın cenazesinde İsrail Başbakanı Ehud Barak hazır bulundu ve Fas hükümdarına son saygılarını sunmak için gelen birçok devlet başkanı arasında öne çıktı.
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ’NİN (FAS’IN İKTİDAR PARTİSİ) YERİ SAĞLAM DEĞİL
Öyle görünüyor ki Makhzen (Kraliyet Sarayı), Batı Sahra ile ilgili milliyetçi duyguların Faslıların Filistin halkıyla dayanışmasından daha önemli olduğuna dair kumar oynamış durumda.
Fas ile İsrail arasındaki ilişkilerin bu normalleşmesinin Faslı yetkililer için bir sonucu da yok değil. Çünkü iki ülke arasında balayı ilan edilme ihtimaline karşın, birkaç Faslı muhalefet partisi ve Fas İnsan Hakları Derneği (AMDH) bu yakınlaşmayı kınadı ve Fas halkının her zaman, İsrail tarafından işlenen suçlara karşı Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğunu hatırlattı.
Bu normalleşme ilanı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (İslamcı AKP) iktidarını sallandırıyor. Parti, akrobatik vurgularla yaptığı açıklamada, “ABD’nin Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanıdığı” gerçeğini memnuniyetle karşılarken, AKP’nin “Filistin halkına karşı siyonist işgal ve işlenen suçlar karşısındaki sağlam tutumlarını” hatırlattı.
Ancak bildiri hiçbir noktada Fas ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin restorasyonuna atıfta bulunmuyor ve AKP liderleri, tabanlarının konumunun İsrail karşıtı olduğunun gayet iyi farkında.
Rabat, Ağustos ayında İsrail ile herhangi bir normalleşmeyi reddetti. “İsrail ile normalleşmenin Filistin halkının haklarının ihlallerini daha da şiddetlendireceği”ni düşünen Fas Başbakanı Saâdeddine el-Othmani, İsrail’i “Siyonist bir varlık” olarak adlandırdı!
Önümüzdeki birkaç haftanın, Müminlerin Komutanı ve Kudüs Komitesi başkanı VI.Muhammed için hassas olacağını söylemek mümkün. Bu durum, orta vadede ülkeyi istikrarsızlaştırabilecek sosyo-ekonomik sorunları daha da kötüleştirme riski taşımaktadır.
YASAL SONUÇ YOK
Bu durumun dökülen tüm mürekkebe rağmen, ABD Kongresi’nin onayıyla Biden yönetimi tarafından onaylansa bile hiçbir hukuki sonucu olmadığını vurgulamak önemlidir.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in bize hatırlattığı gibi: “Batı Sahra söz konusu olduğunda her şey aynı kalıyor. Ve [çatışmanın] çözümü, tek tek devletlerin tanınmasına değil, koruyucuları olduğumuz Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasına bağlı. ”
Bununla birlikte, Birleşmiş Milletler, bölgesel durumun kötüleşmesinden ve bu çatışmaya bir çözüm bulunamamasından büyük bir sorumluluk taşımaktadır.
İsrail ile askeri ve istihbarat işbirliğinden yararlanacak olan Fas, ABD ile yeni imzaladığı on yıllık askeri anlaşmaya ek olarak bundan böyle bu ülkelere borçlu olacak.
Libya’dan sonra BAE, Mağrip’e ve Sahel’e giderek daha fazla müdahale edecek ve halihazırda mücadele eden bölgeyi daha da istikrarsızlaştıracak.
İsrail ve ABD teknolojik ve askeri güçlerini Fas’ın hizmetine sunacak ve bu da bölgede kendi çıkarlarına hizmet edecek.
Bu, nihayet Rusya’yı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki basit ‘veto’nun ötesine geçecek daha aktif bir rol oynamaya itebilir.
Kaynak: https://www.middleeasteye.net/fr/opinionfr/maroc-israel-normalisation-trahison-politique-histoire