Brezilya, sağlık durumunun dramatik bir şekilde kötüleşmesi, ölümlerdeki ciddi artış ile birlikte Kovid-19 pandemisinin merkez üssü haline geldi. Alexis Munier-Pugin ve Victor Bastos’un kaleme aldığı bu makalede, Bolsonaro hükümetinin salgını nasıl kriminal bir şekilde yönettiği açıklanıyor. Salgının boyutunun ciddiye alınmaması; ekonomik büyümenin, sağlık ve hayatın korunmasının çok üstünde bir önceliğe sahip olması; karantina koşullarının sağlanmaması; ölümlerin gizlenmesi… Brezilya’da 1 milyon kişiye 4.300 test düşüyor (bu sayı İspanya’da 87 bin ve İtalya’da 64 bin) ve üstüne hükümet ölüleri, ölüm belgesi olmadan gömüyor ya da yakıyor.
Makale ayrıca “Bolsonarizm”de vücut bulan tarihsel askeri ve sömürgeci stratejik pozisyonu da açığa çıkarıyor. Yerlilerin Avrupalılar tarafından uğradığı zulümden şu anki faşist diktatörlük tarafından uygulanan zulme, bir “nekropolitik” devamlılık: İzleri yok etmek, ölüleri gizlemek.
Brezilya: Yıkılan Bellekler ve Hayatta Kalmak
Brezilya’da Cemitério de Perus (bugünkü adıyla Cmitério Dom Posco) Mezarlığı, 1964-1985 askeri diktatörlüğü sırasında, 1971’de inşa edildi. Mezarlık rejim tarafından katledilen insanların gömülmesi için kullanılıyordu. Bu mezarlıktan ortaya çıkarılmış ve tespit edilebilmiş 1049 insan bedeni var. Bu dönemde, Sao Paulo valisi Paulo Maluf ile Sağlık İşleri müdürü Harry Shibata, bir Britanyalı şirketten krematoryum satın almak istediler. Şirket, bu rejimin yaptıklarını hesaba katarak bu satışı reddetti. Krematoryumun satın alınması demek, çok sayıda insanın sistematik bir şekilde yok edilmesi demekti. 31 Mart 2020’den bu yana yani Covid-19 pandemisi süresince Brezilya’da, Sağlık Bakanlığı ve Ulusal Konsey’in kararıyla, tanınan bir yakını ve ailesi olmayan insanların, resmi olarak ölüm kaydı oluşturulmadan yakılması ve gömülmesi politikası izleniyor. Ölen kişiyi yakınları, hastaneye gidip ölüm nedenini öğrenme hakkına sahip değiller. Ölülerin resmi olarak kayıt altında tutulması birçok ülkenin esaslı bir endişesi haline gelmiş durumda. Ölüm kaydı tutulmadan kanıt da olamaz. Pandora’nın kutusu böylelikle açılmış oluyor.
Makaleyi kaleme aldığımız şu saatlerde (6 Haziran’da yayınlanıyor) Brezilya’da resmi olarak Kovid-19 kaynaklı 530 bin kişi enfekte olmuş ve 30 bin kişi ölmüş durumda.
Salgın özellikle Sao Paulo’da Ceara’da ve Amazonlar’da feci boyutlara ulaşmış durumda. Amazonlar’ın başkenti Manaus’nun belediye başkanı Arthur Virgilio Neto’nun BBC’de yayınlanan bir videoda Greta Thunberg’e ve Fransa’ya yardım etmeleri için yalvardığına tanık olduk. Üniversitelerin verdiği rakamlar, Mart ayında açıklanan resmi enfeksiyon oranının 12 katıydı. Nisan ayının sonunda, başka bir çalışma resmi rakamların 26 katı fazlasının söz konusu olduğundan bahsediyordu. Kesin olan şey gerçek rakamların açıklanmadığı. Brezilya’da 1 milyon kişiye düşen test sayısı 4 bin 300’ken, bu sayı İspanya’da 87 bin, Portekiz’de 78 bin, İtalya’da 64 bin, ABD’de 53 bin, Fransa’da 21 bin. Brezilya ise 1.8 milyon harcayıp pandemi boyunca nüfus hareketliliğini gözlemlemek için 650 adet drone almayı tercih ediyor.
Söz konusu olan imkanların kısıtlılığı mı ? Kaynakların kötü yönetimi mi ? Bir kapasitesizlik mi yoksa kasıtlı bir hareket tarzı mı söz konusu olan? Bolsonarizm kapasitesizliği kullanıyor ve çıkarına yeniden kuruyor diyebilir miyiz? Kayıtsız yakmanın ve gömmenin uygulandığı, 1 milyon kişiye yalnızca 4 bin 300 testin yapıldığı bir ülkede, belki de biraz daha kuşkucu olmak gerekir.
Bolsonarizm, Covid-19 ile birlikte inkârın tarihini yazmış durumda. Mart’ın başında paniklemek için hiçbir neden yoktu. Mart’ın sonunda hayat devam etmek zorundaydı. “Bu küçük gribe karşı (…) işe devam edilmek zorunda”ydı. Altını çizmek gerekir ki hayat işe, başka bir deyişle sermayeye bağlı ekonomik faaliyete indirgenmiş durumda. Bu bakış açısı Kuzey Amerika ve Avrupa’nın neo-liberal sistemlerinden çok da farklı değil. Bolsonaro, ekonomik olmayan hayat formunu inkâr ediyor. Çoğu hükümet kendi burjuva politikaları doğrultusunda sağlıkla ekonomik büyümeyi birbirine yedirmeye çalışırken Bolsonaro, sağlıkta hayatta kalmayı ekonomik hayatta kalmaya karşıt koşuyor: “işsizlik yoksulluğu, açlığı, sefaleti, kısaca ölümü getirir”. Kapatılmaya karşı çıkıyor ve bu politikaları uygulayan Sao Paulo ve Rio de Janeiro valilerine küfürler ediyor. Bolsonaro, Nisan ve Mart aylarındaki vaka artışlarına rağmen kendi sempatizanlarıyla önlem almadan iletişim kuruyor, hatta yasama ve adalet iktidarlarına karşı eylemler organize edecek noktaya kadar olayı vardırdı. Gazeteciler ölüm sayılarının 1.2 milyarlık Çin’den daha fazla olduğunu söyleyince Bolsonaro şöyle diyor: “Yani?”
Gerekli fakat eksik hafıza ve yeniden düzenleme politikalarına ve 1964-1985 askeri diktatörlüğün işlediği suçları anlatan birçok yapıta rağmen, bu durum Bolsonarizm’i tarihin gerçekliğini manipüle etmesini engelleyemiyor. Brezilya’nın başkanı kendi tarihsel sübjektif konumunu tek gerçeklikmiş gibi dayatıyor. Fakat sübjektivite tarihsel bir gerçeklik olamaz. Burada söz konusu olan varlıksal bir sorudur. Otoriter mit, diktatörlük altında yok edilen bedenlerin çıplak gerçekliğini ortadan kaldırıyor. Ölümün kanıtlarını yok etmek Bolsonarizm’in bir stratejisidir. Askeri bir hükümet ve faşist bir hareket kasıtlı cinayetlerden sorumlu tutulma amacında değil. Öyleyse bedenleri ortadan kaldırmakta yatan şey ne? Yaşayan beden ilişkileri kurar. Kadavra olan beden hafıza oluşturur, adalet ve onur oluşturur. Ölümün gördüğü beden tarihin destekleyicisidir. Bu yüzden Bolsonarocu Brezilya diktatörlük Brezilya’sına hayrandır. Gerçeklere (olgulara) karşı diktatörlüğün mitolojisinin inşası tarihle yapılan bütün karşılaştırmalardan kendini azade eder. Bolsonaro askeri diktatörlüğün katil nekropolitikasını bu anlamda uygulamış ve aşmıştır. Hükümet ve taraftarları yalnızca kimin yaşayacağına ve kimin öleceğine karar vermiyor. Kimden ne kalacağına da karar veriyor. Eski askeri Brezilya gibi Bolsonarocu Brezilya da bedenleri sevmiyor ve izleri görünmez olan hayaletleri tercih ediyor.
Bolsonarizm’in başka bir özelliği de yeni bir toplum inşası için eski mitlerle oynamak. Bu mitlerden birisi, Deus é brasileiro yani Tanrı ve Brezilyalı’dır. Neden? Sömürgecilikten beri Brezilya’nın keşfi Avrupalılar tarafından mitik görüşlerin konusu olmuştur. “Yeni Dünya” cennet olarak sunulurken, yerliler cehennemden gelen canavarlardır. 16. Yüzyılda Pêro de Magalhães Gândavo, Santa Cruz Bölgesi’nin (Brezilya diyebiliriz) Tarihi adlı kitabında bölgeyi büyüleyici ve ılıman olarak nitelendiriyordu. Bölge ne sıcak ne de soğuk, sonsuz ilkbaharın bölgesi. Yani burası yalnızca Tanrı’nın mükemmel bir eseri olabilir. Hıristiyanlıkta dünyanın yaratıcısı Tanrı’dır. Tanrı yokluktan dünyanın hammaddesini çıkarmıştır. Tanrı ex nihilo’yu yaratmıştır. Tanrı sebepsiz yaratımdır. Tanrıya atıf yapmak, dünyaya beden vermek, tarihsel ya da mitik olmayan bir hikayeye ses vermektir. Sömürgeci Avrupalılar tarafından 16. Yüzyılda kurulan bu mit stratejisi bugünkü askeri diktatörlük ya da Bolsonarizmle benzerlikler taşıyor. Bu strateji, Avrupalı sömürgecilerin bölgeyi keşfetmesi ve Brezilya ulusunu inşa etmesinden önce, yerlilerin izlerini silmek üzerine kuruluydu. Sömürgecilikten gelen bu Avrupalı mit bugün hala, örneğin Brezilyalı Eğitim Bakanı Abraham Weintraub’un sözlerinde güncelliğini koruyor. Birkaç gün önce yapılan Bakanlar toplantısında yalnızca Brezilya halkından bahsetmişti: “Yerli halklar lafından nefret ediyorum. Bu kelimeden nefret ediyorum. Bu ülkede yalnızca tek bir halk var”. Bolsonaro’nun Brezilyasında ne yerli ne de afro-brezilyalı var. Bu ülkede halk yalnızca zenginler ve beyazlar. Bu arada Bolsonaro hükümeti yerli toprakların istila edilmesini legal hale getirmiş, yerli liderlerinin katledilmesinin önünü açmıştı. Çevre Bakanı Ricaro Salles, basının koronavirüse odaklanmasını fırsat bilip Amazonlar’ın korunmasına dönük yasaları yumuşatmak istiyor.
Brezilya’da yakın tarih yazımı çok basit bir iş olmadı. Diktatörlük hafızasının politikası çok kolay inşa edilmedi. Diyebiliriz ki bu çalışma 1979 af yasası (politik mültecileri ve tutsaklara uygulamış, fakat esasta askeri diktatörlüğün işkenceci asker ve polisini koruyan yasa) ile başladı. Bu yasa dönemin tek mümkün seçeneği olarak gösterildi. Yasa Brezilyalı kimliğinin samimi ruhuyla uyumlu bir yasa olarak sunuldu. Antropolog Sérgio Baurque de Holanda bu Brezilyalı “samimi insan” metaforundan bahsediyordu. Bu sosyal mitten, iktidar ilişkilerinin hakimiyetin tuzaklı formlarını gizleyen bir birliği olarak bahsediyordu. Bu mit akla değil, duygulara atıfta bulunuyordu. 1979 yasasında yapılan buydu. Bu yasa askeri diktatörlük tarafından kriminal olarak görülen Brezilyalıların haklarını yeniden düzenleyen bir süreçti. 1995 Kayıplar Yasası ile, Brezilya devleti kurbanlara tazminat vermeye başladı. Bu yasa devletin öldürme ve kaybetme politikalarını tanıyordu fakat hukuksal bir yaptırımın önünü tıkıyordu.
35 sene içinde yalnızca 434 ölüm ve kayıp devlete mâl edildi. Kovid-19 sürecinin Bolsonarocu tarih yazımı da kolay olmayacaktır.