1871 18 Mart’ı, Paris Komünü’nün başladığı tarihtir. Yüz binlerce işçi ve zanaatkar ayaklanmış, şehrin kontrolünü almış ve tarihin ilk proletarya diktatörlüğü deneyimine sahip olmuşlardır. 2 aydan uzun bir süre boyunca, 28 Mayıs’a kadar -bu tarih aynı zamanda karşı devrimci Versay birliklerinin on binlerce komünarı katlettiği kanlı haftanın sonu demektir- Paris’te çok ciddi ilerlemeler katedilmiştir. Proletaryanın yarısını temsil eden ve o dönemde neredeyse hiçbir hakka sahip olmayan kadınlar, Komün’ün devrimci deneyimi boyunca önemli bir rol oynamışlardır.
Paris Komünü bütün Fransız proletaryası, özelde de kadınlar için çok zorlu bir süreçte örgütlendi. Fransa-Prusya savaşından birkaç ay sonra, Fransa’nın önemli bir kısmı Alman birlikleri tarafından işgal edilmişti. Birkaç ay önce kuşatılmış durumda olan Paris’te, bütün proletaryada ve özellikle de kadınlarda öfke son noktaya ulaşmıştı. Kadınların maaşları erkeklerinkinden iki kat daha azdı ve genellikle çocuklarına da bakabilmek için, tekstil gibi işlerde evlerinden çalışıyorlardı. Birçoğu bedavaya çalışıyor, diğerleri ise ailelerini geçindirebilmek için fuhuşa zorlanıyordu.
Bu manzara karşısında işçi sınıfından kadınların isyanı haklıydı. Buna rağmen, dönemin feminist hareketi proleter kadınları bir kenara itiyor, kendileri ise somut mücadele yerine entelektüel tartışmaları tercih ediyorlardı. Yani o dönem, burjuva feminist hareket “bütün kadınları” temsil etme derdiyle aslında sadece burjuva kadınların çıkarlarını temsil ediyorlardı.
İşçi sınıfından kadınlar içinse, Fransa-Prusya savaşı ile birlikte her şey yükselişe geçmişti: Alman kuşatmasına karşı kendilerini savunmak için silah istediler, bunun yanı sıra, o zamana kadar reddedilen, savaşta yaralananları tedavi etmek için cepheye gitme hakkını da istiyorlardı. Bu anlamda, Paris Komünü’nün iki önemli figürü olarak, Sophie Poirier ve Louise Michel’i sayabiliriz.
Hükümet, savaşın sonlarına doğru halktan silahları geri alma kararı alınca, halk bunu reddetti. 18 Mart sabahı, Fransız ordusu, halktan silahları almak için Paris’e geldi. Erkeklerden daha erken saatte uyanan kadınlar, meselenin farkında varıp orduyla cepheden mücadeleye girdi. 18 Mart ayaklanmasını tetikleyen ve Paris Komünü’nün başlamasını sağlayan işte kadınların önderliğindeki bu olaydır. Ardından, bütün Parisli işçi sınıfı, on binlerce zanaatkarla birlikte saflara dizildi. Hepsi silahsızlanmaya karşıydı. Bütün Paris’te barikatlar kuruldu. Orduda kayıtlı olan ve çoğunluğu işçi ve köylülerden oluşan birçok asker, burjuva hükümetinin emirlerine ve isyanı bastırma buyruklarına rağmen, kabalağın üzerine ateş etmeyi reddederek devrimcilerle kardeşçe dayanışma göstermiştir. Zenginlerin çoğunlukta olduğu Paris’in 4. bölgesinde, kalabalık bir askerlik kurumunu ele geçirıyor ve orada iki general devrimciler tarafından cezalandırılıyor. Birkaç saat sonra, devrimcilerin safında yer alan ulusal muhafızlar l’Hotel de Ville’i (valilik) ele geçiriyorlar. O andan itibaren bütün Paris devrimcilerin eline geçerken, gerici güçler Versay’a gerilemek zorunda kalıyorlar.
Bu, Parisli işçi sınıfı ve kadınlar için çok büyük bir zaferdi. Ardından, Paris Komünü içerisinde önemli bir mücadele başladı. İsyanda aktif bir şekilde yer alan, proletaryanın yarısını temsil eden, toplumsal işleyişin her yerinde olan kadınlara karşı, Komün’de sorumluluk alan erkekler, kadınların iktidar kurumlarında sorumluluk almalarını reddediyorlardı. Buna rağmen kadınların haklarında ilerleme olduğunu söylemek mümkün: evlilik dışı ilişki tanındı, ölen askerlerin eşlerine barınma imkanı sağlandı, evli olsun ya da olmasın fuhuş yasaklandı, eşit ücret tartışmaları başladı, boşanma hakkı kolaylaştırıldı ve kadınların eğitim hakkı tanındı.
Sorumluluk düzeyinde inisiyatif almaları reddedilse de, birçok kadın örgütlenerek aktif olarak Komün’e katıldı, bunlardan birisi de devrimci deneyimin başından sonuna kadar en ön saflarında olan anarşist militan Louise Michel’di. 18 Mart’tan itibaren Louise Michel haklı bir hatta pozisyon aldı ve Versay’a karşı devrimci saldırı dalgasının başlatılması gerektiğini savundu. Hatta kendini, burjuva hükümetinin başı olan ve Versay’a sığınan Adolphe Thiers’i öldürmek için önerdi. Tarihsel gerileme ile görüyoruz ki, eğer komünarlar Louise Michel’in önerdiği gibi Versay’a saldırsaydı, kuşkusuz ki devrimin etki alanını ciddi ölçüde genişleteceklerdi. Paris Komünü’nden kısa bir sonra sonra Freidrich Engels şöyle yazıyordu: “Paris Komünü burjuvaziye karşı halkın otoritesini kullanmasaydı bir gün bile ayakta kalabilir miydi? Hatta daha azını kullandığı için eleştirmek gerekmez mi?”
Hakları için Paris Komünü’nde mücadeleye giren kadınlar, 10 Mayıs 1871’de kadın sendikası kurulma hakkını elde ettiler. Bir ay öncesinde ise Paris’in savunması için Kadınlar Birliği kurulmuştu. Tarihteki ilklerden biri olarak kendini açıkça “kitle feminizmi” olarak tanımlayan bu örgüt, esasta ücret eşitliği ve çalışmada örgütlenme hakkı için mücadele etti. Bu talepler doğrultusunda, kadınlar direkt olarak erkek boyunduruğuna karşı çıktılar. Kadınlar aynı zamanda kitlesel olarak mahalle örgütlerine katılım gösterdiler. Kurtuluş için mücadelenin eğitimden de geçtiğinin bilincinde olan Kadınlar Birliği, çocukların eğitimleri için görevlendirilen din insanları ile eğitimcileri yer değiştirdi. Yani din de saldırı altındaydı, ve eğer kilise kadınların sosyalleşme mekanı olarak Komün’den önce geliyorsa, politik mahalle örgütleri ve Kadınlar Birliği üzerinden politik hayata atılan kadınlar bu durumu değiştirip dini kurumlara bağlı olmayan yeni sosyal alanlar kurdular.
Komün’ün son günü olan 28 Mayıs 1871’e kadar, kadınlar politik hayata, sosyal örgütlenmelere, Paris’in korunması ve yeniden inşa edilmesi süreçlerine aktif olarak katılmalarına rağmen, birçok noktada inisiyatif almaları engellendi. Aslında kanlı haftadan önce, Komün hükümeti tarafından tek bir kadın askeri birliğine onay verildi fakat bu birliğin görevi savaşmak değildi. Yani kadınlar düşman Versay birliklerini püskürtecek bir askeri birlik kurabilecekken, eski cinsiyetçi refleksler, birçok erkeğin kadınların askeri hayata dahil olmalarını istememelerine sebep oldu. Buna rağmen kadınlar mücadeleyi bırakmadı ve Paris’i savunmak için kanlı hafta boyunca barikatlarda direndi. 21-28 Mayıs 1871 tarihleri arasında 4 bin kadın Versay birlikleri tarafından katledildi.
Kadınlar Komün’e büyük bir dinamizmle katıldılarsa, çıkarları olduğu içindi. Aslında bugün de proleter kadınlar iki kat ezilmektedir: Patriyarka kadınlara temizlik ve ev işlerini reva görüyor. Evlerin çoğunda ev işini, yemeği yapanlar, çocuklara bakanlar yine kadınlar. Kadınlar genelde bu yüklerin hepsini çalıştıkları işle harmanlıyor ve günde iki iş yapıyorlar. Tabii ki bu durum burjuva kadınları ilgilendirmiyor çünkü onlar kapitalist sömürüden nasibini almamakla birlikte, kendi ev ve çocuk işlerini de proleter kadınlara yaptırıyorlar.
Bugün eğer kadınlar mücadele etmek zorundalarsa, yüz yılları bulan proleter kadın hareketlerinin deneyiminin etkisi göreceklerdir. Dünyanın her yerinde, köklü mücadele geleneklerinden kaynaklı kadınlar büyük devrimci hareketlerin içinde önderlikten savaşçılığa her yerde mücadeledeler. Örneğin 1988’de yaşamını yitiren Peru Komünist Partisi’nin iki numarası Augusta de la Torre ve 2008’de hayatını kaybeden Hint devrimci Anuradha Gandi.
Kaynak: https://www.causedupeuple.info/2021/03/18/les-femmes-dans-la-commune-de-paris-1871/