Ortadoğu’da dengeler ve ilişkiler çok hızlı değişiyor, ancak değişmeyen tek şey savaş ve gerginlik. İstikrarın sürekli oldu-ğu tek şeyde bu durum. Suriye ve Irak eksenine oturmuş bir yoğunlaşma uzun süredir söz konusu. Adeta bu yoğunlaşma da Suriye ve Irak öncelik olmada nöbetleşe bir değişim içindeler.
Emperyalist güçlerin ve bölge devletlerinin şeytanlaştırma da ortaklaştıkları tek şey IŞİD ya da onun türevleridir. Bu gerici ve barbar güçlerin, “ortak düşman” ilan edilmesi uzun süre emperyalistlerin kendi aralarındaki ve bölge devletlerinin çıkar mücadelesinin iyi bir örtüsü oldu. Gerçekleştirecekleri her hamleyi bir birlerini hedef alma ya da daha doğrudan siyasi amaçlarını gerekçe göstererek yapma yerine “IŞİD ve türevleri olan terör unsurlarıyla mücadele” kapsamına alındı. Bunlarla nerdeyse açık ve en güçlü ilişkiye sahip Katar ve Türk egemen sınıfları dahi “mücadelelerinde” bunu gerekçe yapmaktan çekinmediler. Türk hakim sınıflarının Suriye’ye yönelik Fırat Kalkanı operasyonunda kamuoyuna ilan ettiği gerekçe budur. Elbette Türk hakim sınıflarının, müdahale için uluslararası geçerliliği olan bu maymuncuk dışında bir de hakiki gerekçesi vardır o da Kürt düşmanlığı. Onun Esad karşıtlığı da Şii düşmanlığı da Cihadistlere dair “yalancı” kaygısı da geçici ve dönemsel olabilir, kalıcı, gerçek ve yapısal olan esas korkusu, düşmanlığı, hesapları, kaygısı ve karşıtlığı Kürtler’dir.
IŞİD VE CİHADİST HAREKETLER ZAYIFLARKEN SÜRECİ KARŞILAMAK
Ortadoğu’yu kasıp kavuran, tüm emperyalist güçlerin bölgede askeri ve siyasi varlığına “meşruiyet” katan IŞİD tehlikesinin ciddi boyutta sürklase edildiğini görüyoruz. Bu ve türevleri barbar sürüsünün gerçekten tehdit ettiği ve bunlarla hakiki bir savaş yürüten yegane iki güç söz konusu Suriye’de Kürtler (ve kısmen Suriye Rejimi), Irak’ta ise Şii milisler. Bu bağlamda Musul ve Rakka gibi bu güçlerin iki ana merkezinin bugün bu güçlerden temizlendiği koşullar söz konusu. Suriye’de sadece İdlib’de Tahrir eş-Şam Heyeti (HTS) adlı vahşet güçlerinin sıkışmış bir halde Cihadistlerin en güçlü örgütlenmesi olarak varlığını koruduğu bilinmektedir. Cihadistler gerek Irak gerekse de Suriye’de alan tutacak, kontrol sağlayacak olanakları kaybetmiştir. Ancak bu güçlerin örgütlülüğünün tümüyle dağıldığı, kendini var etme sorunu yaşayacağı da düşünülmemelidir. Yüzlerce farklı örgütlenme biçimi ile Selefi ve Cihadist anlayış bölgede “bir mücadeleci” yapı olarak varlığını koruyacaktır. Zira bunun toplumsal, sosyal ve siyasal zemini, buna olanak sunacak mezhebi çelişki ve koşullar söz konusudur. Şu aşamada bir önceki güç ve olanaklarını kaybetmeleri ve ciddi bir sıkışma içinde oldukları gerçekliği söz konusudur.
Hemen geçerken belirtelim ki özellikle Suriye ve Irak cephesindeki yoğunlaşmış savaşın Filistin-Lübnan ve Arap Körfezi’ndeki çelişkileri geri plana çeken durumu söz konusu olmuştur. Ancak bu cephede yeni hamlelerin ve çelişkilerin ön plana doğru kaymaya başladığı görülmektedir. Körfez sahasında Suudi Krallığı’nın içerde gerçekleştirdiği operasyonlar, Yemen’de Husilerle tırmanan gerginlik (devrik Yemen liderinin Husiler tarafından öldürülmesi) ve Lübnan bağlamında yaptığı hamleler dikkat çekicidir. Lübnan ve Filistin adeta içiçe geçmiş bir yapıya sahiptir. Burada müdahale ve çelişkiler oldukça paralel seyretmektedir. Suudi Arabistan’ın Lübnan iç siyasetine dair doğrudan müdahalesi, İsrail’in tehditleri ve son olarak ABD başkanı Trump’un Kudüs’ü İsrail başkenti olarak tanıyabileceklerine dair yaydığı fısıltılar Filistin sorunu bağlamında çelişkilerin gündeme bir yoğunlaşmış çatışma ile girebileceğinin işaretleridir.
SURİYE VE IRAK HALAYOĞUNLAŞMIŞ ÇELİŞKİLER MERKEZİDİR
Ancak yoğunlaşma hala Suriye ve Irak üzerindedir. Irak’ta, Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri Barzani son olarak ciddi bir hamle ile Bağımsız Kürdistan referandumu gerçekleştirmiş, bu referandum emperyalist güçlerin “henüz erken” uyarısına rağmen “olabilirde” söylemi, son tahlilde İran, Irak ve Türk egemen sınıflarının öfke ve kininin hedefi haline geldiğinde sessizlikle yalnız bırakılmıştır. İran ve Irak’ın askeri saldırganlığı ve Türk hakim sınıflarının siyasi, psikolojik ve diplomatik desteğiyle I. Kürdistanı toprakları olan tartışmalı Kerkük ve bir kısım diğer bölgeler işgale uğramıştır. Emperyalistlerin izin verdiği bu operasyon, bu güçlere derin bir siyasi ve ekonomik bağımlılık içinde olan Barzani’yi geri adım atmaya mahkum kılmıştır. Aldığı meşru referandum kararının arkasında durup savaşıma giremeyecek kadar Kürt ulusunun özgürlüğünü burjuva-feodal çıkarlarının gerisine atan bir işbirlikçilik içinde olmuştur. Bu bağlamda referandumun meşruluğuna gölge düşüren, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin motivasyonunu düşüren bir teslimiyetçilik durumuna sebebiyet vermiştir. Bu tablo, çelişkilerin henüz bölgenin haritasını değiştirecek düzeyde olgunlaşmadığını, emperyalistlerin de buna hazır olmadığını göstermiştir. Ancak bölge sisteminin dağılma eğilimi içinde olduğunu gösteren bir hamle olarak da bu referandum en ciddi çıkış olarak kayıtlara geçmiştir.
Suriye’de Kürtlerin Rakka kazanımı, alanda dengeleri belirleyecek düzeyde bir güç olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bunun yanında IŞİD’in süreci etkileyen bir faktör olmasına da fiilen son vermiştir. Yaşanan gelişmeler Selefi-Cihadist hareketlere ciddi darbeler indirmiştir. Rejim güçleri Hama, Halep gibi kalkışmanın ana merkezlerini kontrol altına almış, Rojava-Rakka-Deyr el Zor-Minbiç gibi önemli noktalar Kürtlerin ve ittifaklarının kontrolüne girmiştir. Cihadist hareketler İdlib’e sıkışmış durumdadır. Bu bağlamda Arap-Sünni kuşağı yaratma ve buraya hamilik yapma peşindeki Türk hakim sınıflarının son kalesi ve tutunacağı yer de burası olmuştur.
Suriye’de sahadaki askeri gelişmelere uygun olan politik dengeyi kurma arayışı söz konusudur. Bu bağlamda özellikle taktik ilişkilerin çok fazla ön plana çıktığı, bu arayışın bozulmasına ya da herkesin kendi lehine kurmasına yönelik hamlelerin yapıldığı görülmektedir. Özellikle Türk egemen sınıfları taktik ilişkilerde adeta pinpon topu gibi ABD ve Rus raketlerinin git geli arasındadır. Özellikle Suriye’de etkin olabilmek için ABD ve Rusya arasındaki çelişkilere dayanarak, Rusya-İran blokuyla sürece müdahale etmeye çalıştığı görülmektedir. Suriye rejiminin çökertilmesinden, Suriye rejiminin terbiye edilmesine ve Kürt kazanımlarının mümkünse yok edilmesine ve değilse sınırlanmasına odaklı bir yönelim belirlemiştir. Bu tabloda etkinliğini arttırmak için Halep ve Hama gibi savaşla kaybedilmesi kesin olan mevzileri, kolaylaştırıcı bir faktör olarak teslim edilmesini sağlamıştır. Bunun karşılığında ise Suriye’de belli bir askeri hareketlilik serbestliği elde etmiştir. Ancak son tahlilde Suriye politikasının ana hedefleri ve stratejik yönelimi düşünüldüğünde Rus ve İran ile kurulan taktik ilişkilerin daha büyük bir çatışma ve gerginliğe dönüşmesi kaçınılmazdır.
ASTANA, RUSYA’NIN TÜRK EGEMENLERİNİ ‘TAVLAMA’ GİRİŞİMİ
Türk hakim sınıfları İran, Rusya ile birlikte Suriye meselesi bağlamında Astana görüşmeleriyle alana biçim vermeye yönelik tartışmalar gerçekleştirse de ortaya çıkan tablonun sadece Kürt kazanımlarına Rus ve Esat rejiminin mesafeli durmasını sağlama şekline bürünmüş bir tutum şeklindedir. Bunun da başarı üretmediği görülmektedir. Buna karşılık Rus, İran ve Esad rejiminin alandaki avantajını sonuna kadar kullandığı ve Türk hakim sınıflarının etkinliğini zayıflatacak çelişkileri oluşturma da azımsanmayacak başarı elde ettiği görülmektedir. Hama ve Halep kırmızı çizgimiz diyerek gelişen süreç buraların kaybedilmesi ve son olarak İdlip’in kırmızı çizgi olarak sonlanmasına varmıştır. Ki burda da Rus ve rejim kuşatmasını kabul eden bir durum vardır. Astana görüşmelerinin TC’ye kazandırdığı şey “Suriye Halklar Kongresi” gibi Rus girişimlerinin uzatılması olmaktadır. Bunun yanında Astana görüşmelerinde özellikle Rojava’ya saldırı zemini de yaratmaya çalışan bir mücadele söz konusudur. Hatta İdlib ile Afrin takası şeklinde hesaplar TC’nin ajandasında olan meselelerdir. Rojava’ya askeri saldırganlığın yaratacağı sonuçlar ise onlar açısından sonraki meseledir. En azından elinde istediği zaman askeri müdahale yapma fırsatının olması ve bunu bir caydırıcı güç olarak kullanması odak noktasıdır. Ancak ağaca odaklanıp ormanı göremeyen TC, Kürt meselesine tüm ilgi odağını diktiği için Suriye’de tüm politik etkinliğini parça parça kaybetmektedir. Elinde bulundurduğu ve yönlendirdiği Cihadist akımlarla da düşmanlaşması ve kopuşması gelişmelerin seyrine göre işten bile değildir. Astana görüşmelerinin esaslı bir Suriye dizaynı gerçekleştirmesi ise beklenmemelidir. Zira ne Rusya ne de İran bu görüşmelere bu rolü biçmektedir. Hatta Rusya bu görüşmeleri Cenevre görüşmelerinin eklentisi gibi ele almaktadır. Hakeza ABD ve diğer bölge devletleri de bu şekilde meseleye bakmamaktadır. Daha çok alanda ateşkesin güvenliğinin sağlanması ve Rus-İran ortaklığının TC’nin çelişkilerinden faydalanarak saha da daha düşük düzeyli bir savaşla Rejimin sağlamlaştırılmasını içermektedir. Bu eksende de sonuçlar üretildiği görülmektedir. Tayyip Erdoğan’ın “bir gece ansızın gelebiliriz” gibi saçma sapan efelenmeleri ise “izin çıkarsa gelebiliriz” şeklinde okunmalıdır. Zira ansızın gittiği ve gidebileceği bir Suriye ve Rojava toprağı TC için söz konusu değildir.
CENEVRE BELİRSİZ BİR DÖNGÜ!
Son süreçte Cenevre görüşmeleri de bir ivme kazanmıştır. 8. buluşmaya evrilen özellikle uzun aralar ile sonuçsuz girişimler zirvesi olarak tarihe kaydedilmektedir Cenevre görüşmeleri. “tüm Suriyelilerin yaşamak isteyeceği bir Suriye vizyonu” ile Rejim ve görece uyumlu muhalifleri bir araya getiren bu görüşmeler gelinen noktada rejim güçlerinin askeri başarısı ile yönelimini de buna uygun çizmek zorunda kalan bir niteliğe evrilmiştir. Suriye’de “terörle mücadeleyi” dahi kabul ettiren Rejim diplomasisi, etkisiz ve yetkisiz muhaliflerin ABD ve BM’yi arkasına alan olanaklara rağmen kendisini dayatan bir avantaja sahiptir. 8. tur görüşmeleri 28 Kasım’da başladı. Görüşmelerin gündemini geçiş yönetimi, anayasa hazırlığı ve seçim düzenlenmesi konuları oluşturuyor. Saha da varlığı yok denecek kadar olan muhaliflerin bu başlıklarda kendi lehlerine bir sonuç çıkarması imkansızdır. Cenevre görüşmeleri esasta “dön baba dön” niteliğinde ama döndükçe rejimin elini güçlendiren, muhalifleri zayıflatan bir niteliğe sahiptir.
Cenevre görüşmelerinde esasta kamuoyuna yansıyan ve masa başında olan şeylere değil kulislerde gerçekleşen görüşmeler ve ilişkilerin önemli olduğunu belirtmeliyiz. Zira Suriye’nin geleceğine dair tartışmalar esasta orda gerçekleşmektedir. Resmi olarak saha da etkili olanların olmadığı toplantılarla bir gelecek kurma ya da bir ortaklaşma sağlama çabası havanda su dövmeye benzemektedir. Cenevre görüşmelerinde de çeşitli nedenlerle savaş alanında etkili olan Cihadist grupların olmaması ve Kürt güçlerinin bulunmaması fiilen bu türden görüşmelerin sonuçsuz girişimler olmasını getirmektedir. Özellikle Kürtler hesap edilmeksizin masa başında planlanan hiçbir girişimin başarı şansız yoktur. Bu görüşmeler esasta emperyalist güçlerin ve onlara mutlak biat etmiş yerel güçlerin görüşme alanına çevrilmektedir. Fakat kulislerde ve ön görüşmelerde, Suriye’nin geleceğine dair ciddi planlamalarda bunun olmadığı açıktır.
Cenevre görüşmelerine 2017’de daha fazla odaklanma olduğu da bir başka gerçeklik. Özellikle Cihadist hareketlerin zayıflamasına paralel olarak, Rusya’nın da Sünni kesimi sisteme yedekleyecek şekilde bir arayış ve böylelikle rejimin güvence altına alınmaya çalışıldığı görülmektedir. Bölgede oyun kurucu olan iki emperyalist devlet ABD ve Rusya’nın Suriye’de bir denge arayışı inkar edilmeyecek kadar güçlü bir eğilimdir. Putin ve Trump’un Vietnam Deklarasyonu bu bağlamda değerlendirilebilir. Varılacak bir uzlaşma durumunda Suriye’nin ilk etapta nasıl şekilleneceğine dair bir uzlaşma da mümkün olacaktır. Bu tabloda saha da başarılı olmuş güçlerin şekillenişte etkili olacağı, Astana ve Cenevre’de yürüyen tartışmaların (esasta emperyalistlerin kürsüsüdür) ve oluşmuş fikirlerin aktörlerinin değişerek son biçimini alacağı açıktır. Bu bağlamda gelişmeler şunu göstermektedir: emperyalist güçler arası dengenin sağlanması kolay değildir. Ancak Suriye’de güç ve olanaklar savaşın ve şekillenişin etkenleridir. ABD ve Rusya arasındaki arka kapılarda oluşan mutabakat ve çelişkilere paralel olarak Cenevre ve Astana’nın etki düzeyi ortaya çıkmaktadır. Suriye bağlamında ortaya çıkan bir gerçeklik vardır ki: Kürtler olmaksızın Suriye’nin nasıl şekilleneceğini belirlemek, masa başı görüşmeler yapmak esasta sonuç üretmeyecektir. Açılan pandoranın kutusunu ise Suriye’de kapatmak mümkün değildir. Savaş ve çatışma eğilimi bölgede durdurulamayacak kadar güçlüdür. Özellikle Türk egemen sınıflarının istikrarlı ve tutarlı bir politik yönelim belirlemediği, rüzgara paralel olarak etkilenip güvenilmez, istikrarsız bir görüntü çizdiği görülmektedir. Bölgesel rolünde irtifa kaybeden bir durumu söz konusudur. Kürtlerin ise kazanımlarını genişlettiği görülmektedir. Etki gücüde buna göre genişlemektedir.
Çelişkilerin ve çatışmaların ise emperyalist odakların bu alandaki etkisinden dolayı durulmayacaktır. Bölgesel çatışma ve savaşın esas uzlaşmaların ise geçici olduğu bir dönemden geçilmektedir. Var olan çelişkileri emperyalist politikaların ve uygulamaların boğucu bir savaşa çevirdiği gerçekliği, tüm diplomatik ilişkilerinde buna zemin yaratacak bir yaklaşımı kaçınılmaz olarak doğurduğu unutulmamalıdır. Bel bağlanacak bir emperyalist gücün ve çelişki çözecek bir masa başı uzlaşmanın olmadığı gözden kaçırılmamalıdır.