Ekonomik kriz, yoğun bir zam kampanyası eşliğinde halk yığınlarınıtam anlamıyla bir cendereye almış durumdadır. 2021 enflasyonu TÜİK verilerine göre %36 çıkmıştır. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati 2022 Ocak ayı enflasyonunun pik noktasına ulaşacağını kabul ederek izama furyasının devam edeceğini ilan etmiştir. Her şeyin YEM’le (Yeni Ekonomik Model) çok güzel olacağını ancak biraz “dişlerin” sıkılması gerektiği söylemleri eşliğinde enflasyondaki artışın kabulü, bizim için sadece ekonomik krizin daha fazla büyüyeceğine dair açık bir itiraftır. AKP-MHP’nin yetkili ve etkili ağızları, halka “şükretmeleri”, “dayanmaları”, “Avrupa ve dünyada her şeyin daha kötü olduğu” safsataları eşliğinde önce 2022 Mart-Nisan, daha sonra 2023’e randevu vererek iyileşmenin olacağı vaatlerinde bulunmaktadır. Onlar için kazandıkları her gün “kâr” hanelerine yazılırken aynı zamanda çaresiz ve çözümsüz hallerinin de görüngüsü olmaktadır. Gerçekleşen şey ise gün be gün halkın alım gücünün düşmesi, temel ihtiyaç maddelerine günü birlik zamların yapılması ve tüm bunlara paralel olarak artan yoksulluk ve sefalet olmaktadır.
Halk kitlelerin yaşadığı yoğun sömürü, yoksullaşma ve sefalet ile sınırlı değildir. Örgütlenme ve mücadele hakları ağır bir devlet baskısı altındadır. Politik özgürlüğün yokluğu adeta halka makul ve bir kadermiş gibi benimsetilmeye çalışılmaktadır. Bu hak ve özgürlükleri elde etmeye dair her türlü mücadele faşizmin zorbalığıyla bastırılmaktadır. Faşist kliklerin hem ekonomik kriz hem de politik kriz içinde güç devşirme mücadelesi, kayıkçı kavgaları ve bunun sertleşmesi halk yığınlarının yaşadıkları sorunların bulanıklaştırılması, gerici güçlerin saflaşmasında bir yere doğru çekilme çabası nihayetinde kültürel-inançsal temelde karşıtlaştırmaya ve topyekûn şekilde şovenist kuşatmaya alınmasıyla sonuçlanmaktadır. Faşist kliklerin güç dengelerini değiştirmek için gündem belirleme mücadelesi boğucu, bunaltıcı ve yıkıcı sorunlarını karartmaktadır.
GÜNDEM BELİRLEME MÜCADELESİ VE GERİCİLİĞİN KUŞATMASI!
Tayyip Erdoğan’ın döviz kurlarındaki dalgalanmayı dengelemesine paralel olarak, sanki ekonomik krizin bu eksende odaklandığına dair oluşan algıyı yönetmeye dayalı politik hamleleri peş peşe gelmektedir. İlk hamle olarak Kürt meselesinde yeni bir adım atılacağına dair alt metinde içeren ve Selahattin Demirtaş’ı hedefleyerek “İmralı’ya hesap vereceksin daha” söylemi gündemi işgal etmiştir. Bir yandan HDP Milletvekili Semra Güzel’i hedefe koyarak, dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik saldırı, diğer yandan Kürdistan’ın üç parçasında tırmanan askeri ve politik saldırılar ve toplamda “terör umacası” ile yönlendirilen ve diri tutulan şovenist kampanya, “İmralı’ya hesap verme” tartışmasıyla büyütülmüştür. Zira faşist Millet İttifakı ve özelde İYİP bu söylemi AKP’ye karşı kullanırken Kürt Ulusal Hareketi’nin önderi Abdullah Öcalan ve Kürt ulusal mücadelesine yönelik şovenist bir saldırıya da çevirmiştir. Meral Akşener, Tayyip Erdoğan’a hitaben 19 Ocak’ta “Eğer İmralı’dakini çıkarmanın peşindeysen orada duracaksın. Sakın ha… Seçim kazanmak için böyle bir kötülüğü memlekete yapmaya kalkma” diyerek, Kürt ulusuna yönelik halihazırda süren saldırıların üstüne şovenizm ipliğiyle örülmüş örtüyü atmaktan geri durmamıştır. Tayyip Erdoğan’a senden daha inkârcı, faşist ve şovenistiz denmiştir. Cumhur ve Millet ittifakının verili güç dengeleri içinde politik bir güç olan Kürtleri yanında yedeklemeye çalışan siyasetinin de bir uzantısı olarak bu hamlelerin yapıldığına şüphe yoktur. Ancak soyut ve afaki söylemleri içinde oldukça somut ve belirgin olarak elde ettikleri ve hanelerine yazdıkları tek şey şovenizm zehrini halk yığınlarına zerk etmeyi başarıyor olmalarıdır. Kürt düşmanlığı, Kürdü katletme ve zindanlara atma, siyasi yasak getirme ve kayyumlarla haklarını gasp etme saldırıları, bitmeyen histerik şovenist dalga eşliğinde Kürtleri kazanma ve kandırma politikası faşist klikler tarafından hayata geçmektedir. Gerici güçlerin bu mücadelesi içinde belirginleşen, daha fazla açığa çıkan ise bu sistemde Kürt ulusunun geleceğinin asla olmayacağıdır.
Tayyip Erdoğan ve şürekâsının faşist söylem ve eylemleri eşliğinde gündemi yönlendirmeye dair diğer bir adımı da Sezan Aksu’nun beş yıl önce bestelediği “Şahane bir şey yaşamak” adlı şarkısı üzerinden; önce medyada sonra Devlet Bahçeli ile meclis grubunda daha sonrada camide bizzat faşist liderin “dilini koparırız” söylemiyle atılmıştır. “Kültürel, dini, ulusal, toplumsal” değerler söylemiyle vücut bulan faşist yaklaşım ve saldırganlık, kitlelerde gerici bir obezleşme hedeflidir. Bu aynı zamanda, “Hiçbir genç gelecekten umutlu değil” diyerek Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın mahkum kaldığı cemaat yurdunda intihar etmesine karşı oluşan haklı ve meşru tepkinin popüler bir sanatçıya yönelik tersi bir saldırı ile boğulmasını amaçlamaktadır. Ancak daha da önemlisi gündemi kendini sıkıştıran sorunlardan kurtarma ve istediği kulvara çekmektir. AKP-MHP faşist yüzünü artık maskelemeden bir yandan baskıyı en geniş kesime doğru pervasızca yaymakta diğer yandan bu yöntemle “cambaza bak” taktiği izlemektedir.
Ancak Enes Kara’nın intiharı siyasal-sosyal-ekonomik sistemin ve onun yoğunlaşmış krizinin gençliği nasıl bir girdaba soktuğunun, gençliğin nasıl bir gerici kuşatmayla yüz yüze bıraktığının göstergesi olmuştur. Eğitim sisteminde gerici-faşist müfredat, üniversitelerde YÖK ile sürdürülen ve yeni Cumhurbaşkanlığı sistemiyle demokratik-akademik-bilimsel eğitimin kırıntılarının da ortadan kaldırılması, barınma sorununa öğrencileri mahkûm etmek yetmemekte buna cemaat-tarikat-vakıfların geniş ekonomik olanaklarla donatılıp gençliği daha sıkı şekilde kuşatması eşlik etmekte ve tüm bunların sonucu olarak umutsuz, geleceksiz, belirsiz bir durumun oluşması sağlanmaktadır. Faşizm tam anlamıyla bu karanlıktan beslenmektedir. Örgütsüz, dağınık ve ne yapacağını bilemeyen ancak var olandan memnuniyetsiz gençlik kitleleri her türlü değişim yanında aynı zamanda varoluşsal bir sorunla karşı karşıyadır.
SEÇİM “HEYECANI”
Halk kitlelerinin içinde bulunduğu bu durumun değişmesinin kuşkusuz seçimler ve sandık zaferleriyle gerçekleşmesi olanaklı değildir. Ancak CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Eylül 2022’de seçim beklentisini açıklaması, seçime dair hazırlıkları tüm cephelerde hızlandırmaktadır. Millet İttifakı, Deva, Gelecek Partisi gibi partilerle ittifakı genişletme çalışmalarına hız vermiştir. Liderler düzeyinde görüşme trafiği hızlandırılmış, asgari bir programda buluşma çalışmaları yoğunlaşmıştır.
Diğer yandan ise halk güçlerinin bir parçası olan reformist, parlamentarist hareketlerde ittifak arayışına hız vermiştir. HDP’nin TİP, Sol Parti, TKP, EMEP, SMF, EHP, TÖP gibi parti ve örgütlere seçim ittifakı ekseninde görüşmeler yapma çağrısı gündeme oturmuştur. Sol Parti’nin 2019 yerel seçimlerinde ittifak yaptığı CHP’de asla aramadığı ancak söz konusu HDP olunca şart koştuğu “sınıf eksenli tutum” ölçütü ile estirilen şovenizm rüzgârının etkisine nasıl girdiği toplantıya katılmama tutumu ile ortaya çıkmıştır. Ancak Sol Parti’nin şovenizm bulamaçlı tutumunu bir kenara koyduğumuzda, bu seçim ittifakı arayışının iyileştirmelerle, reformlarla faşizmin düzelme olanağı olmayacağı gerçekliğinin “sandık ve meclis” gündemiyle manipüle edildiği, kitlelerin öfke tepkisinin burada pasifize edilerek sistem içinde tutulduğu görülmelidir. Gündem kitlelerin örgütlenmesi, mücadele istek ve hevesinin güçlendirilmesi, sisteme yönelen tepkisinin politikaya çevrilmesidir. Vekil pazarlıkları, grup kurma hevesleri, seçim için ittifak heyecanı; Semra Güzel mecliste faşizm tarafından linç edilmeye havale edilirken tamda reformizmin nitelikleriyle uyumludur.
DEVRİM VE KOMÜNİZM İÇİN ÖLÜMSÜZLEŞENLER PUSULAMIZDIR!
Faşizm dışarda baskıyı yoğunlaştırmakta, ekonomik krizin tüm faturasını emekçilere kesmekte, devrimci-demokratik güçler, işçilerin, emekçilerin hak arayışı polis, yargı ve zindan saldırılarına maruz kalmakta, zindanlarda hasta politik tutsaklar katledilmekte, toz duman içinde bir politik kriz yaşanmaktadır. İşte böylesi dönemde devrime kitleleri daha güçlü kanalize etmek, faşizme karşı kitleleri yönlendirmek esaslı görevimiz olmalıdır. “Devrim demek çelişmeleri çözmek demektir. Küçük bir çelişme çözmek küçük bir zafer, büyük bir çelişmeyi çözmek büyük bir zafer, çelişmeleri sürekli olarak çözmek sürekli zafer demektir.” Devrime bu şekilde ilerleyeceğiz. Bu görev ve sorumluluk ancak devrimi gündem yapmakla olanaklıdır. Değişimi büyük alt-üst oluşlarda ummakla mümkündür. Bunun gerekliliğini kitlelere taşımak, devrimin görevlerine odaklanmak, ona göre şekillenmek geleceği ve kurtuluşu sağlayacaktır. Bu uğurda ölümsüzleşen yoldaşlarımızı ve tüm devrim şehitlerini anmak için 1978’de Proletarya Partisi 1. Konferansı’nda Ocak ayının son haftasını “Parti ve Devrim Şehitleri Haftası” ilan etmiştir. Devrim ve komünizmi kazanmak için örgütlenen, ileri çıkan ve bu uğurda canlarını vermekte tereddüt etmeyenler pusulamız olacaktır. Onlar büyük bir dava için yaşamış ve adanmışlardır. Onlara yol gösteren bilinç kuşanmamız gereken bilinçtir. Onlar karamsarlığımıza umar, kavgamıza en büyük enerjidir.