Yıllarca üreten, toplumsal tüketimin yükünü omuzlayan ve bu emeğin karşılığı olarak emekliye ayrılan emekçiler, yeni bir yıla daha yoksulluğun pençesinde giriyor. Hükümetin “2024, Emekli Yılı olacak” söyleminin içi boş bir propagandadan ibaret olduğunu yılın son çeyreğinde çok daha güçlü biçimde hissettik. Emekliler için söylenen bu söz, gerçekte bir avuç iş birlikçinin ve bürokratik sermaye grubunun elinde kurgulanmış düzenin kamuflajından başka bir şey olmadı.
Bugün, 12 bin 500 lira gibi komik bir maaşa mahkûm edilen 3,7 milyon emekli var. Bu rakam açlık sınırının neredeyse yarısı kadar. İşte tam da bu noktada sorulması gereken soru şu: Yıllarca emeğinin karşılığını arayan emekçilere reva görülen bu sefaletin sorumlusu kimdir? Cevap açık: Sömürü üzerine kurulan, tekelci sistemin uşağı patronların ve saray bürokrasisinin refahını korumaya odaklanmış bu sistemin ta kendisidir.
Uluslararası sermayenin ve iş birlikçilerinin kuklası AKP-MHP iktidarı, emeklileri “erken ölüme” mahkûm eden bilinçli bir politika izlerken toplumun sırtındaki bir yük gibi de göstermeye çalıştı. Bugüne dek saygı duyulan, bugünü borçlu olduğumuz emekçiler olarak onurlandırılan kesime şimdi “bir yük” gibi muamele edilmesi utanç vericidir. Emeklilik, tarih boyunca işçi sınıfının can bedeli mücadeleleriyle kazanılmış, bedeli işçiler tarafından çalışma hayatı boyunca ödenmiş bir hak; işçi sınıfının özenle koruması gereken, hayati öneme sahip bir güvence mekanizmasıdır.
Siyasî iktidar, iflasa sürüklediği ekonomiyi düze çıkartmak için “emekçilerin boğazını nasıl daha fazla sıkarım, nasıl daha fazla emek gaspı yaratırım”ın hesabını yapıyor. Bu amaçla hazırlanan sözde kurtarma programlarında, emekçiler üzerindeki vergi yükü artırılıyor, ücretler “enflasyonu yükseltir” bahanesiyle baskılanıyor. “Kamuda tasarruf” adı altında kamu hizmetleri daraltılıyor, sosyal güvenlik hakları budanıyor, emekli maaşları düşürülüyor ve emeklilik haklarının kapsamı daraltılıyor.
Nitekim mevcut iktidar, emeklilik sisteminde köklü değişiklikler yapacak yeni bir yasa üzerinde çalışıyor. Kamuoyunu yanıltan yalanlar ve manipülasyonlarla emeklilik sisteminin “sürdürülemez” olduğunu iddia ediyorlar. İnsan ömrünün uzaması nedeniyle emekli sayısının artacağı, gelecek nesiller için emeklilik sisteminin “reform” gerektirdiği söyleniyor. Avrupa’da emeklilik yaşının daha yüksek olduğu ve “4 çalışana 1 emekli” gibi argümanlarla kamusal emeklilik haklarını daha da budamak istiyorlar. Tüm bu planlar, mücadeleyle kazanılmış emeklilik hakkını yok etme kararlılıklarını gözler önüne seriyor.
Emeklilik Sistemi ve Maaş Politikalarının Tarihsel Arka Planı
Türkiye’de emeklilerin karşı karşıya kaldığı ekonomik zorluklar, büyük ölçüde kamu politikalarının bir sonucudur. Düşük emekli maaşları yaşlı nüfusun önemli bir bölümünün refah düzeyini düşürmekte ve hayat kalitesini olumsuz etkilemektedir. OECD ülkeleri arasında Türkiye, emeklilik gelirleri açısından alt sıralarda yer almaktadır. Bu durum, büyüyen ekonomik eşitsizlikleri ve yürütülen sosyal devlet politikalarının yetersizliğini göstermektedir.
Türkiye’de emeklilik sistemi, 1949 yılında kurulan Çalışanların Emeklilik Sandığı ile başlamış, 2006 yılında çıkarılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile yeni bir yapıya kavuşturulmaya çalışılmıştır. Ancak bu düzenlemeler, emeklilik maaşlarının kademeli olarak düşmesine ve emeklilerin refahının azalmasına yol açmıştır.
AKP dönemi hükümet tarafından yapılan 2008 reformu, Türkiye’de hesaplanma şeklini değiştirerek emekli maaşlarının çalışma hayatı boyunca kazanılan ortalama ücrete göre belirlenmesini sağlamıştır. Bu dönüm noktasından sonra, emekli maaşları yeni emekliler için gözle görülür şekilde azalmış, mevcut emeklilerin de alım gücü düşmüştür. 5510 sayılı Kanun ile aylık bağlama oranı ve güncelleme katsayısı düşürüldü. Emekli aylıklarının ilk hesaplanmasındaki güncelleme katsayısı 2008 öncesinde Tüketici Fiyat Endeksi ve büyümenin (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla artışının) yüzde 100’ü iken 2008’de bu oran yüzde 30’a düşürüldü. Böylece emekliler GSYH artışından payını alamadı ve aylıklarda ciddi derecede reel bir düşüş yaşandı.
Avrupa Birliği ülkelerine bakılırsa OECD ortalamasına göre emekli maaşı, bireyin son çalışma döneminde aldığı maaşın yaklaşık yüzde 60-70’ine denk gelmektedir. Ancak Türkiye’de bu oran yüzde 35-40 seviyelerindedir. Almanya, Fransa ve İsveç gibi ülkelerde emekliler, sosyal yardım ve ek güncellemelerle desteklenmektedir. Türkiye’de bu destekler ya çok sınırlı ya da etkisizdir.
Verilerde Emeklilerin Yoksullaştırılması
Türkiye’nin en büyük toplumsal gruplarından birini oluşturan emeklilerin (16 milyon) insanca bir yaşam sürmesi giderek zorlaşıyor. Emeklilik sisteminin eşitsizlik ve adaletsizlikleri gün geçtikçe artıyor. Bu adaletsizliklerin bir yenisi 2024 ve 2025 yıllarında emekli olacaklar arasında yaşanacak emekli aylığı uçurumudur!
Emekliler için son 20 yılın en kötüsü 2023 olacakken “emeklilerin yılı” ilan edilen 2024 bu yılı da geride bıraktı. AKP hükümetleriyle yönetilen dönemin başında, 2002’de ortalama emekli aylığının kişi başına GSYH’ye oranı yüzde 46,5 idi. 2024’te ise ortalama emekli aylığının kişi başına GSYH’ye oranı yüzde 27,7 oranına geriledi. Emeklilerin durumu ile ilgili şu veriler yoksullaşma sürecini daha net anlatıyor:
• Türkiye’de emekli aylıklarının GSHY’ye oranı yüzde 5,36’ya düşerken Avrupa Birliği’nde bu oran yüzde 12,9 olarak gerçekleşti.
• Türkiye’de ortalama emekli aylığı 385 avro iken İspanya’da bin 417, Fransa’da bin 485, Almanya’da bin 552, İtalya’da bin 582, Belçika’da bin 717, Hollanda’da iki bin 003 avro.
• 2002’de ortalama emekli aylığının kişi başına GSYH’ye oranı yüzde 46,4 iken 2024’te yüzde 27,7’ye geriledi.
• 2014 yılında en düşük emekli aylığı ile 11 gram altın alınabilirken bugün 4,5 gram altın alınabiliyor.
Emeklileri, işi bitmiş makina dişlisi gibi gören bu çağ dışı düzen emperyalizmin bir uzantısı olarak satamadığı ya da kâr elde edemeyeceği her insanı, her nesneyi fırlatıp atmaktan geri durmayacaktır. Emeklilere dönük bu politikanın uluslararası finans sermayenin eğilim ve talepleri doğrultusunda geliştiği herkesin malumudur ve sermaye için değer, kâr varsa geçerlidir.
Bu düşük ücret politikasıyla emeklinin yaşamı, adeta TV’ler için tasarlanan “hayatta kalma” programlarına dönmüştür. Emekliler en temel insanî ihtiyaçları karşılamak mücadelesi vermekteler.
Sağlık Hizmetlerine Erişim: Birçok emeklinin, yetersiz maaş nedeniyle ilaçlarını alacak, düzenli doktor kontrolü yaptıracak maddi gücü bulamıyor. Özellikle kronik hastalığı olan emekliler için bu durum hayatî risk oluşturuyor.
Barınma Sorunu: Kira fiyatlarının artması nedeniyle emeklilerin büyük bir kısmı ya eski ve sağlıksız binalarda yaşamaya mahkûm ediliyor ya da barınma sorunu yaşıyor. Kendi evine sahip olmayan emekliler, birçok ilde maaşlarının büyük bir kısmını kiraya ayırmak zorunda kalıyorlar. Geçinmek için, sağlıkları el vermese de tekrar çalışmak zorunda kalıyor.
Beslenme Yetersizliği: Günümüzde gıda fiyatlarının fahiş seviyelere ulaşması emeklileri düzgün ve dengeli beslenme sorunuyla yüz yüze bırakıyor. Birçok emekli, sağlıksız ve ucuz gıdalarla beslenmek zorunda kalıyor, kronik açlık çekiyor, tek tip beslenme nedeniyle sağlığı için gerekli vitaminlerden yoksun kalıyor.
Sosyal Hayattan Kopma: Yüksek enflasyon ve düşük maaşlar nedeniyle emekliler, sosyal ve kültürel etkinliklere katılamıyor. Bu durum, emeklilerin toplumdan izole olmalarına ve ruhsal sağlıklarının bozulmasına yol açıyor.
Borç Kıskacı: Birçok emekli, günlük ihtiyaçlarını karşılayabilmek için borçlanmak zorunda kalıyor. Esnafa olan borcunu erteleyebilse de bankalara zorunlu ödemeler yapan emekliler ekonomik sıkıntıların pençesinde kıvranmaya devam ediyor.
Saray’da Lüks, Şatafat Emekliye Yoksulluk, Acı Hayat
Emekliler açlık sınırında hayatta kalmaya çalışırken Sarayın 2024 yılı için öngörülen yıllık harcaması 11,3 milyar lira. Bu harcamalar kim için ve hangi ihtiyaçlar için yapılıyor? Emekçi halkın yükünü her geçen gün daha fazla çektiği bu ekonomik krizde sarayın lüksü halkın düzenden kopma eğilimini güçlendiriyor.
Sistemin doğası budur: Bir yanda üretenler, emeği ile toplumu ayakta tutanlar diğer yanda ise onların sırtından geçinen asalak, ahlaktan yoksun, vicdansız bir sınıf. Emekli maaşlarının sefalet düzeyinde tutulmasının nedeni, üretilen zenginliğin büyük kısmının emperyalizme ve uşaklarına akıtılmasıdır. Sosyal devlet ilkelerinden bahsedenler, aslında şirketlerin ve varlıklı sınıfların menfaatini gözeten uygulamaları hayata geçiriyor.
Adil Bir Toplum, Emeğin Değeriyle Kurulur
Emekliye zam yapılacağı zaman ya da emeklilerin haklarını tırpanlama bahanesi olarak “kaynak yok” diyenler sermayeye gelince kasanın ağzını sonuna kadar açıyor. Oysa büyük oranla emekçilerden, üreticilerden alınan vergiler yoluyla oluşturulan devlet bütçesinin kaynağı da emekçilerdir. Sermayenin ödemediği ve cebe indirdiği vergiler de aslında işçi sınıfının emeğinin ödenmemiş kısmının bir parçasıdır. İşçiye, emekçiye, emekliye aktarılmayan kaynaklar vergi indirimleri, teşvikler, fonlar yoluyla, üretilen değerde alın teri olmayan asalak ve iş birlikçi sınıflara aktarılıyor. Mesela bu yıl sermayeden alınmayan vergi tutarı 1,8 trilyon liraya (2024 yılı için planlanan 2 trilyon 210 milyar liradır. Bu rakam toplam vergi gelirinin yüzde 24’ü) ulaştı ki pek çok veri paylaşılmadığı için muhtemelen bu rakam buzdağının görünen kadarı. SGK gelirlerinin emekli maaşlarını karşılamadığını söyleyenler özel hastanelere bin bir usulsüz işlemle aktarılan milyonların hesabını vermiyor. Aksine, zaten bu hastanelerin patronları oldukları için teşvik ediliyorlar. İşsizlik Fonundan, istihdamı artırma amacıyla sermayeye aktarılan yüzde 30’luk pay geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığı kararıyla yüzde 50’ye çıkarıldı. Kamu-Özel İş birliği (KÖİ) ile müşteri garantili yapılan köprü, otoyol, havaalanı, hastaneler aracılığıyla sermayeye 2017-2023 yılları arasında 221 milyar lira aktarıldı. Yukarıda belirtildiği üzere bütçeden SGK’ya ayrılan pay ise sürekli azaltılıyor. Yani kaynak bol; ama siyasî iktidar bunu emekliye vermek istemiyor. Çünkü kapitalizmde işçiler, çalışıp patronlara artı değer üretebildikleri müddetçe öyle ya da böyle yaşama hakkına sahiptir. Yaşlanıp çalışamaz hale geldiklerinde ise devletin gözünde sadece yüktür.
Hatırlanırsa 1999’da ve 2008’de emeklilik hakkına yapılan saldırılar durdurulamadı. Örgütsüz olmaları nedeniyle ileriyi göremeyen işçiler saldırının boyutlarını anlayamadılar. Sendikalardan çeşitli düzeylerde ses çıksa da bunlar saldırıyı durdurabilecek ölçekte olmadı. Sonradan Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) adı altında dernekleşerek mücadele veren işçiler kısmi kazanımlar elde etmeyi başardılar; ama bu sefer de krizin, sefaletin sorumlusu, günah keçisi ilan edildiler. Bugün kamusal emeklilik hakkını ortadan kaldırmaya dönük bu girişimler sendikaların ana mücadele konularından olmalıdır.
Sermaye tüm dünyada içine girdiği tarihsel krizi aşamıyor ve burjuvazi ne uğruna olursa olsun kâr oranlarını artırmak için işçilerin kazanılmış haklarına saldırıyor. Türkiye’de de siyasî iktidar ve patron-ağa düzeni gemi azıya almış şekilde bu saldırı planını, hızını artırarak hayata geçiriyor.
Bu boyutlu ve kapsamlı saldırılar basın açıklamalarıyla, dostlar alışverişte görsün misali yapılan mitinglerle durdurulamaz. İşçiler tüm saldırılara karşı örgütlü oldukları sendikaları, sendika yönetimlerini güçlü bir mücadele hattı oluşturmaya yönlendirmeli, ancak üretimden gelen güçleriyle iktidarı zorlayabileceklerini öğrenmelidir. Daha da ötesinde böylesi saldırıları püskürtebilmek için sistemin kökünü hedef alan, daha köklü daha kalıcı tarzda bir mücadele şarttır.
Özelde emekliler ise bu saldırılara karşı nasıl tavır takınmak gerektiğini sınıfın bu tür bir mücadelesinden öğrenebilecektir. Şimdiden söylemek gerekirse öncelikle emekliler geçim koşullarının sefaleti üzerinden patron-ağanın ve onun temsilcisi siyasetçilerin vicdanlarına seslenmeyi, yalvarmayı, umutsuzca medet ummayı beklemekten vazgeçmelidir. Her seçimde “bu seçim çok farklı bir seçim olacak”, “bu sefer sandık önemli, kesin değişecek” gibi onlarca yıl süren teraneye inanmaktan hızlıca uzaklaşmalıdır. “Vatan, Millet, Sakarya”, “bayrak inmez, ezan susmaz”, “tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek din” gibi oluşturdukları taban faşizmi propagandasının içinde boğulmadan ve bunların hedef şaşırtan saldırı başlıkları olduğunu görerek saldırıların kaynağına yönelen ve ona odaklı bir birleşik mücadele anlayışı geliştirilmelidir. 16 milyonluk kitlenin tek hedefi olmalıdır, o da emeklilere-işçilere bu yaşamı reva gören iş birlikçi sermaye sistemidir. Ayrı dernekler, ayrı ayrı sendikalar çeşitli alt ilkelerde ayrı olsalar da ortak hareket etmenin yollarını bulmadıkça saldırıların arkası kesilmeyecek, her geçen gün emek ve yaşam hakkı gaspı devam edecektir.