Emperyalist kapitalist sistemin 20. yüzyıldaki buhranına çare olmak için geliştirilen neoliberal politikalara yarı sömürge durumda olan Türkiye de nasibini almış, yerli işbirlikçiler tarafından neoliberal politikalara denk düşecek nitelikte siyaset ve ekonomi tarzı izlenmiştir. Egemenler açısından değişen bir şey olmamakla birlikte gelen hükümet tarafından andaki konjonktüre, değişen güç dengelerine kitlelerin nabzına göre zaman zaman durağan, zaman zaman hızla hayata geçirilen bu politikalar; işçinin alacağı maaşı yapacağı mesaiyi, alacağı zammı, sendika hakkını, kısacası en demokratik/sosyal hakları emperyalist barbarlar ve onların yerli işbirlikçileri olan patron ağa devletinin değişik tondaki hükümetleri tarafından belirlenmiştir.
Egemen sınıfların andaki temsili olan AKP/Erdoğan, sahiplerine “OHAL olduğu sürece grev gibi bir şeyin söz konusu olmadığını, “OHAL’in iş dünyasını rahatlattığını” söylüyor ve sahiplerine karşı ne kadar sadık olduğunu bir kez de kameralar önünde somutlaştırıyordu. Yarı sömürge olan ülkemizde bu tür politikalar kâh Kemalistler kâh İslamcılar ve değişik tondaki sermaye partileri ile gördük görüyoruz. Kişiler-bireyler değişse de halkın emeğini sömürmekten başka bir şey olmayan bu siyaset tarzı değişmedi. Öz ile biçimin arasındaki o ince çizgi, bizlere biçimi şekli ne kadar değişirse değişsin özü aynı kaldıktan sonra eskinin yerini alan “yeni eskiyi aratır” cinsinden neoliberal politikaları hayata geçirmiştir. Ekonomik olarak günden güne daha da kötüye gittiğini, işçiye-köylüye geçmişi göstererek “buna da şükür” etmek gerektiğini söyleyen egemenler, diğer yandan ise bu politikalara karşı gelişen haklı meşru isyanı bastırmak, sindirmek için ellerinden geleni ardına koymamaktadır.
Köylünün emeği neoliberal politikalar sonucu kazanç sağlamamakta, verdiği emeği geri alamamaktadır. Doğu Karadeniz’deki çay üreticileri kota ve kontenjan gibi uygulamalar ile özel sektöre mahkum edilip devletin verdiği fiyatın altında bir fiyat ile üreticiye uzun zaman sonra çay ödemeleri yapılmaktadır. İşte tam da bunlar “Tarımda Milli Birlik Projesi” vb. söylemler altında gerçekleşmektedir. Burjuvazinin, yerli ve milli üretimi, üreticiyi destekleme adı altında göstermelik söylemleri ortadayken; tarımdaki düşüşün, üreticilerin ekonomik sıkıntıları ve ekilen arazilerin günden güne azalması bu söylemlerin yalandan ibaret olduğunun kanıtıdır. Keza böyle de olmalıdır, böyle olmalıdır ki uluslararası tekeller daha fazla kazansın (!) Bizlerin bu gelişmeleri öngörerek yoksul köylülere ve küçük üreticilere yönelik çalışmalara ağırlık vermesi, gelişebilecek tepkileri örgütlemesi ve Demokratik Halk Devrimi mücadelesine kanalize etmesi bir gerekliliktir. Önümüzde, her alanda sınıf mücadelesinin yükseleceği nesnel koşullar ve süreçler gelişmektedir. Bu nesnel koşulları devrimin hizmetine sunmak tam da devrimci öznenin çabası, iradesi ve yaratıcılığıyla mümkün olacaktır.
Hopa’dan Bir Yeni Demokrasi Okuru