2019 kasım ayında Çin’de ortaya çıkan ve mart ayı itibarıyla ülke geneline yayılan koronavirüs salgını, egemenlerin “çarklar dönsün” politikası ile artık kontrolden çıkmış durumda. Mart ve Nisan ayında ölüm sayıları 100’ü geçerken, bugün de hızlı bir artışla ölüm sayıları 150’ye ulaşmış durumda. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı “vaka” ve ölüm sayılarının doğru olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Devlet vakaları gizlemeyi başaramayınca artık vakaları tespit yöntemini değiştirmeye, test sayısını azaltmaya ve “belirti göstermeyenler vaka değil” gibi anti-bilimsel yaklaşımları hayata geçirmeye çalışıyor. Sağlık sistemi çökmesine, her gün sağlık emekçileri koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetmesine rağmen, egemenler şehir hastaneleriyle övünmeye, “bakın Avrupa daha kötü durumda” diyerek ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar.
Salgının, “normalleşme” döneminden daha üst bir boyuta ulaşmışken egemenlerin “yokmuş” gibi davranması, her gün yüzlerce kişinin ölmesine, binlerce kişinin virüse yakalanmasına göz yumması, içinde bulundukları durumun zorunlu bir yansımasıdır. Net olarak söyleyebiliriz ki devletin ve sermayenin bir “kapanmaya”, üretimi ve sosyal hayatı durdurmaya dayanacak mecali yoktur. Bu yüzden egemenler, her “tedbir” kararında işçileri muaf geçiyor, üretimi sürdürmek, çarkları döndürmek pahasına işçileri, emekçileri ölümle baş başa bırakıyor. Erdoğan 17 Kasım’da yaptığı açıklama ile bir dizi göstermelik tedbir kararını açıkladı. Hafta sonları “tedarik ve üretim zincirleri aksamayacak” şekilde 10.00 ile 20.00 saatleri arası dışında sokağa çıkma sınırlaması, 65 yaş üzeri ve 20 yaş altına sokağa çıkma kısıtlaması ilan edildi. Bu göstermelik tedbirlerin ortak noktası, bu yasaklardan işçi ve emekçilerin muaf tutulmasıdır. Alınan “tedbirlerin” merkezinde halk sağlığı değil pandemi de olsa her şey “üretim”in devamı için.
Egemenlerin kâr hırsı ve işçi sınıfını göstermelik de olsa alınan bu tedbirlerden muaf tutması, işçi ve emekçilere virüsün bulaşma oranını arttırıyor. Erdoğan, sadece hafta sonları akşam 20.00’den sonra sokağa çıkma yasağı ilan etse de işçiler sabahları tıka basa dolu minibüslerde, dolmuşlarda işe gidiyor, onlarca, yüzlerce işçi dip dibe, hiçbir önlem alınmadan fabrikalarda çalışıyor; tek gaye “üretimin” durmaması!
Devletin diline doladığı salgına karşı “başarı öykülerinin” asıl amacı ise salgının gerçek tablosunu gizlemek ve sömürüyü dizginsiz bir şekilde devam ettirmek, sallanan ekonomiyi ayakta tutmaktır. İşçi ve emekçileri açlık ve ölüm ikilemi arasında bırakarak, “ölen ölür, kalan sağları sömürürüz” anlayışıyla süreci yönetmeye çalışan egemenler yoksul halkın ölümüne kayıtsız kalmaktadır. Artan salgına rağmen işçi sınıfını daha fazla sömürecek ve patronların kâr oranını arttıracak uygulamaları hayata geçirmeyi de unutmamaktalar. Salgından en çok etkilenen meslek grubu olan sağlık emekçilerinin “Tükeniyoruz, ölüyoruz, yönetemiyorsunuz” çığlığına kulak tıkayanlar sağlık emekçilerinin hastalık belirtileri olsa dahi 10 gün sonra işbaşı yapmasını istemektedirler. Daha önce de sağlık emekçilerinin istifa, izin ve tayin hakları gasp edilmişti. Ücretsiz izin saldırısını da sürekli olarak uzatan egemenler, işçi sınıfının kıdem tazminatı hakkını gasp edecek olan yasa tasarısını yasalaştırmaya çalışmış fakat işçi sınıfının ve sendikaların tepkileri nedeniyle bu yasa tasarısını geri çekmişti.
Devlet bürokrasisine, milletvekillerine, patronlara tarama amaçlı test yapılırken, emekçilere sıra gelince hastayla temas halinde olsa dahi test yapılmaması, ağır semptom gösteren kişilerin hastaneye yatırılmaması gibi “önlemler”, pandemiden kimlerin etkilendiğinin kanıtıdır. Egemenler, zenginler her gün test yaptırıp, virüse yakalansa bile özel tedavilerini olurken, işçiler, emekçiler test yaptırıp hasta olup olmadığını dahi öğrenememekte, hasbelkader test yaptırsa bile eve yollanıp “kendilerini karantinaya almaları” önerilmektedir.
Devletin salgına dair tek politikası “maske, hijyen ve sosyal mesafe”den öteye gitmemektedir. Salgının baş sorumlusu azgın sömürü sistemi iken devlet, “maske, hijyen, sosyal mesafe” söylemleriyle salgın önlemlerini bireysel düzeye indirgiyor, salgının faturasını kitlelere kesmeye çalışıyor. Her gün kameralar karşısına çıkan Sağlık Bakanı, günlük 5 bin vaka (TTB’ye göre günlük 30-40 bin vaka) açıklıyor ve bu yayılımın “maske, hijyen, sosyal mesafe” nedeniyle olduğunu iddia ederek bu 3 önleme dikkat edilmesini öneriyor. Ne çöken sağlık sistemi ne de pandemiye rağmen devam eden üretim; virüsün yayılmasının tek nedeni, halkın “maske, hijyen ve sosyal mesafe”ye dikkat etmemesi!
HASTALIK DA AŞI DA KAPİTALİZMİN “ESERİ!”
Pandemi daha 2. dalgasında dünyayı kasıp kavururken, aşı çalışmaları da tekelleşmiş ilaç şirketleri aracılığıyla devam ediyor. Amerikan ilaç şirketi Pfizer ile Alman biyoteknoloji firması BioNTech’in geliştirdiği aşının koronavirüse karşı %95 etkili olduğu ifade ediliyor. Aşının 2021 yılının başına doğru dağıtımının yapılacağı belirtilirken, fiyatının da 31 euro (280 TL) olacağı ifade ediliyor. Emperyalist kapitalist sistemin azami kâr hırsı ve yetersiz önlemleri nedeniyle yayılımını arttıran koronavirüsten korunmak için üretilen aşının bedelinin 31 euro olması, sömürü sisteminin vahşiliğini gözler önüne sermektedir. Sistem, bir kez daha yoksullara, işçilere, emekçilere “paranız yoksa ölürsünüz” demektedir.
Yaşanan kriz kuşkusuz var olan düzeyde gündem de kalarak devam edecektir. Öncelikli gereksinimler ve ihtiyaçlar emekçiler için ekonomik olmaktadır. Yoksulluk ve yoklukla mücadele temel gündemi belirlemektedir. Yaşamsal geçinimleri edinme ve elde etme mücadelesi her zamankinden daha fazla ve daha kitlesel bir karakter kazanıyor. Bu tablonun devrimci, demokrat kesimler ve komünistlerin önüne çıkardığı yeni görevler, yeni konumlanışlar ve daha güçlü hazırlıkları ve politika üretme biçimlerini dayatacaktır. Biz devrimciler, komünistler de kitlelerin ekonomik taleplerini siyasal taleplere dönüştürmeli, kitleleri iktidar perspektifiyle geliştirme ve harekete geçirmeliyiz.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 26 Kasım 2020 tarihli 75. sayısından alınmıştır.