Dünyanın tamamını kontrol ederek hegemonyasını güvence altına alabileceği düşüncesiyle dört bir yana saldıran ABD emperyalizmi için işlerin pek de iyi gitmediği çok açık. Ekonomik, siyasi ve askeri krizler nedeniyle tarihinin en sorunlu dönemlerinden birini yaşayan ABD’de, son olarak sınır güvenliği sorunundan kaynaklı bir “iç savaş” tartışması başladı. Bu son tartışma da göstermiştir ki bu hegemonik ülkede ciddi gelişmeler yaşanıyor.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında yaşanıyor gibi görünse de Teksas eyaletiyle başlayan gerilimin 25 eyalete sıçraması, bu eyaletlerin hükümete başkaldırarak merkezi talimatları uygulamayacağını söylemesiyle, daha köklü bir yarılmanın ve toplumsal çelişkinin ürünü olduğu görüldü.
ABD’nin Teksas eyaletinin Cumhuriyetçi Valisi Greg Abbott ile hükümet arasında göçmenler konusunda bir süredir yaşanan gerilim iç güvenlik sorunu olacak boyutta tırmanmaya devam ediyor. ABD’de Teksas eyaletinin göçmen akışına karşı sınıra dikenli tel örmesi uzun zamandır tartışılıyordu. ABD Yüksek Mahkemesi bu dikenli tellerin kaldırılmasına karar verse de Cumhuriyetçi Teksas Valisi Gregg Abbott durumu “işgal” olarak nitelendirdi ve telleri kaldırmayacağını duyurdu. Valinin bu açıklamasına ABD genelindeki Cumhuriyetçi 25 eyaletten de destek geldi.
Yaşanan bu gerginliği, kasım ayında yapılacak seçimler öncesi güç mücadelesinin bir parçası olarak da değerlendirmek gerekir. Her seçim döneminde Cumhuriyetçilerin sınır güvenliğinin artırılacağı vaadine karşılık, demokratlar genel demokrasi anlayışı ve herkesin güvenliği söylemiyle bu önleme karşı çıkmaktadırlar. Dünyanın dört bir yanında halk kitlelerine kan kusturan, savaşlar çıkaran, işgaller yapan, iç karışıklıklara neden olan ABD’nin bu politikaların sonucu olarak ortaya çıkan göçlere karşı, insan hak ve hürriyetine aykırı bir şekilde jiletli tellerle sınırları kapatması kelimenin tam anlamıyla ikiyüzlülüktür. Anayasa Mahkemesinin kararı ve hükümetin “kaldırın” talimatı kuşkusuz bu emperyalist saldırganlığın kaynağının aynı zamanda Demokratlar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Nihayetinde sınır güvenliği ve göçmenler üzerinden oluşan gerginlik iki gerici kliğin güç kazanma mücadelesi ve kendilerinden kaynaklanan sorunların nedenlerini karartma işlevi de görmektedir. Bu da kitleleri yönetme biçimlerinden biridir.
Bu tartışmalar Teksas’ın ABD’den ayrılıp ayrı bir devlet olma isteğini de gündeme getirdi. Yaklaşık 70 yıldır ilk kez bir eyalet valisi federal hükümetin otoritesine güç kullanarak meydan okudu. Teksas Ulusal Muhafızları, Teksas Valisi Greg Abbott’un emriyle ABD Sınır Devriyesi’nin ABD-Meksika sınırının bir bölümüne erişimini engelledi. Böylece ayrılıp ayrı bir devlet olma tartışmaları güncel, pratik bir bir sorun olarak gündeme oturmuş durumda.
PEKİ TEKSAS NASIL BİR EYALET?
Teksas bir ülke değil ama dünyanın en büyük 8. ekonomisine sahip. Gerek yüzölçümü gerekse de nüfus açısından ABD’nin en büyük 2. eyaleti konumunda. Bugün bağımsız bir devlet olsa dünyanın en büyük 8. ekonomisi olacak güçte ve ayrıca 695.662 km² yüzölçümüyle Almanya’nın neredeyse 2 katı büyüklüğünde ve 30 milyona yaklaşan nüfusuyla dünyadaki birçok ülkeden daha fazla insana ev sahipliği yapmakta. Teksaslılar da bu büyük gücün farkında ve bu yüzden eyalette ABD’den ayrılma fikri geniş bir destek buluyor.
İÇTE YAŞANANLAR, DIŞTA YAŞANANLARIN YANSIMASI MI?
ABD’de içte yaşanan bu ve buna benzer birçok sıkıntı, tartışma ve gerilimin esasta dış politikada yaşanan gerilemeden ve prestij kaybından kaynaklandığı söylenebilir.
ABD’nin Afganistan’dan apar topar geri çekilmesinin ardından, şimdi de Irak’tan askeri olarak çekilmesi tartışılmaktadır. Bu geri çekilme ve geri çekilme tartışmaları güç kaybı veya etkinlik/hâkimiyet zayıflaması olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte 7 Ekim’de HAMAS’ın önderlik ettiği ve diğer Filistinli örgütlerin de desteklediği ve katıldığı etkili ve şoke edici El Aksa Tufanı ve son günlerde Ürdün ve Süveyş Kanalı’nda ABD üslerine, İsrail gemilerine, İngiliz güçlerine yönelik saldırılar, bu saldırılarda ABD’nin verdiği kayıplar, Rusya’nın Ukrayna işgali ile boyutlanan savaşta ABD’nin, AB’nin kışkırtıcı tutumuyla NATO’nun tam desteğine rağmen ciddi bir başarı kaydedememesi, Orta Doğu’da Rusya ve Çin Sosyal Emperyalizminin giderek artan etkisi vb. birçok olay ve neden sıralandığında, süper güç iddiasındaki ABD’nin ciddi anlamda bir prestij kaybına uğradığı ve etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır.
Özellikle Suriye ve Ukrayna meselesi ve son olarak İsrail-Filistin meselesindeki konumlanış ve alan kapma çabasıyla hegemonya mücadelesinde öne çıkmasından kaynaklı Rusya’yı yakın tehdit, Çin’i ise durdurulması gereken esas güç ilan eden ABD bu çerçevede bir süre önce Orta Doğu’daki güçlerini, mücadelenin ağırlık merkezi olmaya başlayan Hint-Pasifik’e kaydıracağını ilan etmişti. Ancak HAMAS’ın 7 Ekim İsrail’e saldırısı ile ABD odağını yeniden daha fazla Orta Doğu’ya kaydırdı.
Hint-Pasifik bölgesine güçlerini yerleştirememesi veya bunda başarılı olamaması ve tekrar Orta Doğu’ya yönelmesi gerçekten bir tercih midir, yoksa hegemonyasında yaşanan sarsılma mıdır bu tartışmalıdır. The Economist yazarlarından, ABD Dışişleri Bakanlığında Politika Planlama Dairesinde Orta Doğu uzmanı ve Genel Direktör Yardımcısı olarak çalışmış Francis Fukuyama “…Birleşik Devletler’in eski hegemonik durumunu yeniden elde etmesi pek mümkün değil, bunun peşinde de olmamalı. Umabileceği, benzer zihniyetteki ülkelerle birlikte demokratik değerlerle dost bir dünya düzenini sürdürmek olmalıdır. Bunu yapıp yapamayacağı ise Kabil’deki kısa vadeli eylemlerine değil, ülke içindeki ulusal kimlik ve amaç duygusunun sağaltılmasına bağlı olacaktır.” demektedir. Fukuyama ABD siyasetini en iyi bilenlerden biri olarak gerek içeride gerekse de dışarıda ABD’nin yaşadığı bunalıma ve onun deyimiyle yenilgiye (Afganistan’dan çekilmeyi yenilgi olarak tanımlıyor) dikkat çekmektedir.
Yine İngiltere’nin en önemli yayın organlarından biri olan The New Statesman’da çıkan bir makalede 7 Ekim saldırısı sonrası İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal saldırısının ardından “Bölgede artık ABD’nin kendisine karşı yürütülen bir ‘gölge savaş’ var” demektedir. The New Statesman her gün bölgede ABD üslerine yönelik onlarca saldırı olduğunu ve özellikle 7 Ekim’den sonra ABD’nin ciddi kayıplar verdiğini ama bunların bilinçli olarak saklandığını belirtiyor. Bu dergiye göre “ABD’nin bu gölge savaşı gizlemek ve inkâr etmesinin nedeni, sahada değişen askeri gerçeklerin onu bölgede eskisinden çok daha zayıf bırakmış olmasıdır.”
Bu dergide yazılanlar malumun ilanı aslında. Tam da bu tartışmaların yapıldığı bir dönemde ABD’nin Afganistan gibi Irak’tan da güçlerini çekeceği ve sadece eğitim, danışmanlık vb. işler için 2 bin 500 kişilik bir güç bırakacağı konuşuluyordu. Bunun için ABD’li ve Iraklı yetkililerin görüşmeler yaptığı ve kademeli olarak 2024 sonuna kadar bu çekilmenin gerçekleşmesi planlanıyordu. ABD’nin bu çekilmeyle ilgili bazı şartları vardı. Bu şartlardan en önemlisi, İran destekli Irak silahlı gruplarının kendilerine yönelik saldırıları durdurmasıydı. Her ne hikmetse bu açıklamaların yapıldığı günlerde yine ABD üslerine saldırılar oldu ve bu kez ABD, saldırıları gizlemedi ve Ürdün’de 3 askerinin öldüğünü açıkladı. Hemen ardından ABD, askerlerine yönelik saldırıya misilleme olarak Irak ve Suriye’de İran Devrim Muhafızlarıyla ve İran destekli milislerle bağlantılı 85’ten fazla hedefe hava saldırısı düzenledi. Saldırılarda onlarca kişinin öldürüldüğü ileri sürülüyor.
ABD’nin Orta Doğu’da yer alan üslerine baktığımızda, emperyalizmin sınır tanımaz vahşetinin, hırsının ve kuralsızlığının da resmi çizilmiş olur. ABD’nin bölgedeki üslerinin ileri derecedeki varlığı on yılları buluyor. En yoğun dönemlerinde, 2011 yılında Afganistan’da 100 binden fazla, 2007 yılında ise Irak’ta 160 binden fazla ABD askeri vardı.
Bu sayı 2021’de Afganistan’dan çekilmenin ardından çok daha düşük olsa da, halen bölgeye dağılmış yaklaşık 30 bin ABD askeri bulunuyor. Buna ek olarak, İsrail-HAMAS savaşının başladığı ekim ayından bu yana ABD, savaş gemileri de dahil olmak üzere bölgeye geçici olarak binlerce ek asker ve savaş gücü gönderdi. ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük üssü Katar’da El Udeid Hava Üssü olarak bilinen ve 1996 yılında inşa edilen üstür. ABD’nin askeri olarak varlık gösterdiği diğer ülkeler arasında Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yer alıyor.
Sınır güvenliğini tartışması yapan ABD’nin gerçek tartışması hegemonyasının zayıflamakta oluşudur. Hegemonik gücünü kaybettikçe hiç kuşkusuz içindeki klik çatışması da tırmanacaktır. Bu, sınıf mücadelesinin işleyen bir yasasıdır. ABD’nin dünya pazarlarında siyasi ve ekonomik hegemonyası aşındıkça iç çatışma ve iç gerginlikler de artacaktır. Gerileme ise bir eğilim olarak devam edecektir. Bir yanda emperyalistlerin kendi aralarındaki dalaş ve hegemonya mücadelesi, diğer yanda baskıya, sömürüye maruz kalmış ulusların sömürücülere ve işgalcilere karşı mücadelesi, diğer tarafta iç siyasette klikler arası çatışmanın derinleşmesi neticesinde ciddi sorunlar üretmektedir ABD emperyalizmi. Onlar için çalan çanları daha güçlü duyurma mücadelesini yükseltmekten başka çare yok.