[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Erdoğan kendilerinden beklenenin “daha yüksek standartlarda bir hayat seviyesi” olduğunu tespit ederken enflasyon TÜİK’e göre yüzde 62 ENAG’a göre yüzde 129 olarak açıklandı. Yaşanan ekonomik krizin ortaya çıkardığı sonuç halk için bugünün de geleceğin de kararmasıdır. Büyük bir ekonomik girdabın içine çekilen işçi sınıfı ve emekçiler, asgari yaşam standardına ulaşma umudunu uzun bir süredir kaybetmiş durumda. Patronların kâr bilançolarını yükseltmek üzere geçim derdindekilerin emeği acımasız şekilde sömürü çarklarının cenderesine alınmıştır. Daha fazla çalışma, ek iş, kayıt dışı gelir, bunlar yetmedikçe borçlanma asgari yaşam koşullarını yakalama çabasının revaçtaki biçimleriyken bunların sonucunda gerçekleşen şey patronların daha yüksek oranlarda kâr elde etmeleridir. Sistemin devamlılığı ve pekişmesi bu koşulların yeniden yeniden üretilmesi sayesindedir.
Faşist diktatörlüğün esas sorunu sürekli kriz üreten birikim modelidir. Bu, emperyalist sermayeye daha fazla borçlanmanın, bağlanmanın yolunu açan ve toplumsal üretimin bu asalak sermaye tarafından bitmek bilmeyen bir şekilde sızdırılmasını ve çalınmasını koşullayan bir modeldir. Büyük çaplı soygun, tefeci sömürü sistemi sürdürülmelidir ki emperyalist tekeller ve uşakları patron-ağalar sermayece obezleşebilsinler.
Ancak bu durum aynı zamanda kapitalist emperyalist sistemin bir açmazına yol açmaktadır. Bu da üretim sürecinin döngü sağlayamaması ve tıkanması, yoğunlaşan sermaye birikiminin büyük bir balona dönüşmesi, karşılığını bulamamasıdır. Sonuç kapitalist emperyalist sistemin aşırı üretim krizi ve süreklileşen bir mali krizdir. Bunu tetikleyen bir başka faktör tekelci emperyalist sermayenin ve onların uşağı olan bürokratik-komprador kapitalistlerin rekabeti, en güçlü tekel olma çabası, birbirlerini ve bunun yanında küçük ve orta burjuva kesimleri iflasa sürükleyen mücadeleleridir. Kriz şartları bunun gerçekleşmesi için büyük bir fırsat olmaktadır. Ezilenler, bu rekabetin gerçekleşmesi ve güçlü karakter kazanması için daha fazla sömürüye tabi tutulmaktadır. Hak gaspları bu nedenle artmaktadır. Yoksulluk bu nedenle derinleşmektedir. İçinden geçtiğimiz dönem bu mekanizmanın olabildiğince güçlü şekilde işletilmesini gerektirmektedir.
Asgari ücret toplantılarının arifesinde Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası enflasyonu düşürmek için kemer sıkma politikasını en üst disiplinle uygulayacaklarını yineleyip durdular. Onlar ücretlerin bundan böyle hedeflenen enflasyon oranında gerçekleşeceğini belirtirlerken resmi veriler hedeflenen enflasyonu katlayacak şekilde tırmanmıştır. Enflasyon ve ücretler arasındaki ilişkiyi tanımlayan şey ise açıktır: Ücretler ve doğal olarak yaşam standartları daha fazla düşecek! Bu yönelimin halktan tek beklentisi var: SABIR. Sabır için anlayışlı olmayı gerektiren açıklamada “Mali disiplinin sonuçlarının hemen ortaya çıkmayacağı ama durumun iyiye gittiği”ni söyleyen Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı: “Çok kemer sıkıyoruz ve sıkmak zorundayız, sona geldiğimizde gevşemeyi herkes hissedecek!” diyor. Dün uygulanan “düşük faiz, yüksek enflasyon” politikası; bugünkü daha yüksek faiz, daha yüksek enflasyonu doğurmuştur. “Enflasyonla mücadele” olarak kodlanan ve sunulan yönelim “acı reçetenin” tüm sonuçlarının halka fatura edilmesidir. Dizginsiz enflasyon halkı sefalete ve bir o kadar da öfkeye sürüklerken sıkılaştırılmış mali politika ve yüksek faiz ile emperyalist sisteme daha güçlü biat ve daha sıkı bağlanma ivme sağlamıştır. Daha fazla borçlanma ve daimî borç mahkûmiyeti emperyalistlere sermaye transferinin güvenlik sigortası olarak kaçınılmazlaşmaktadır. Bunun aynı zamanda burjuva-feodal egemen sınıfların daha fazla palazlanması olduğu da bir sır değildir. “5’li çete”, “5 değil 20 çete” şimdilerde “çetelerin fenomenleri” olarak ortaya çıkan çeteler palazlanmanın önü alınamaz biçimini anlatıyor…
2023’te, 3. çeyrek şirket kârlarında yüzde 100’ü aşan büyümeler gerçekleşti. Koç ve Sabancı gibi holdingler büyük kâr oranları açıklarken diğer tüm büyük holdingler de kârlarını artırmakta, havayolları, bankalar ve otomotiv şirketleri yüksek kâr artışlarını sürdürmektedir. Yüksek kâr oranlarında Koç ve Sabancı’nın yanında THY, TAV Havalimanları, Pegasus, Yapı Kredi Bankası, Garanti Bankası, İş Bankası, Ford Otosan, Tofaş gibi büyük komprador kapitalistler başı çekmektedir. Emperyalist tekellere verilen taahhütler yerine getirilirken uşakları kriz ortamında büyümekteler.
Küçük ve orta ölçekli üreticilerde ve özellikle belli sektörlerde ise iflaslar kapıya dayanmıştır. Bunun genişlemesi her geçen gün daha güçlü bir olasılık haline gelmektedir. Gelişmeler emek pazarının daha fazla şişeceğini, işsizliğin daha güçlü artacağını göstermektedir.
Tüm bu ortamda egemen sınıflar eliyle bir orta oyunu ya da bir “cambaza bak” siyaseti de izlenmektedir. Kumar, kara para, uyuşturucu ve paravan yollarla orta ölçekte palazlanmış ve tüm yaşam biçimleriyle yozlaşmış “sosyal medya fenomeni” olarak adlandırılan bir grup çürümüş kesim yapılan operasyonlar, teşhir ile halkın gündemine sokulmuştur. Bir ülke geleneği olan “saadet zinciri”nin yeni bir versiyonu da bunun ardından patladı. Fatih Terim ekseninde, tanınmış futbolcuların ve adları pek dillendirilmeyen “iş insanları”nın dolandırılması gündemi işgal etti. Sistemin artığı ve kolay para kazanma mekanizmasının küçük birer parçası olan bu kesimlerin milyon dolarcıkları, bu kolaycılığın yozlaştırdığı yaşam ve ilişkileriyle ortaya döküldüler. Şimdilerde çürümüş sistemin küçük bir parçası olan ama asla esası olmayan karakterleriyle burjuva-feodal medyanın ana konusu durumundalar. Yoksulluğa mahkûm edilmiş, faşizmin baskısı altında inim inim inleyen, sistematik ve boyutlu şekilde hakları gasbedilen, geleceği belirsizleşmiş halk yığınlarına çürümüş sistemin çöpleri gösterilerek toplumsal öfke ve tepki magazinel alana tahvil edilmektedir. Bunun bir “cambaza bak” siyaseti olduğu açıktır. Hesap sorma güdüsünün sömürüldüğü aşikârdır. Bir bütün Türk egemenlerinin çürümüş karakteri bu çöplük gösterilerek, büyütülüp göze sokularak, asıl gündem maddesi yapılarak, devletin balyozu “tepelerine vurularak” karartılmak istenmektedir.
Benzer bir “cambaza bak” siyaseti emperyalistlerin sadık uşağı faşist Erdoğan tarafından dış siyasette izlenmektedir. Ekonomik ve siyasi olarak emperyalizme sürekli mahkûm ve bağlı yönelime sadakat içinde bölge politikalarında, özelde Filistin meselesinde durmaksızın “milli ve yerli” vurgulu şoven bir söylem geliştirilmektedir. Siyonist İsrail’in acımasız şekilde Gazze’yi yok etme siyaseti gerçekleşmeye devam ederken İsrail’in askeri donanımını, enerji ihtiyacını, gıda gereksiniminin teminini sağlayacak ticari ilişkiler sürdürülmektedir. Buna rağmen Filistin davasının en güçlü savunucusu rolü de alelade bir riyakârlıkla oynanabilmektedir. Hamas savunuculuğu eksenine oturan söylemin ABD emperyalizminin Hamas’ı İran-Rusya ekseninden koparma politikasıyla uyumu gözden kaçmamalıdır. Elde edilecek başarının ABD nezdinde daha işlevli bir role dönüşeceği ön görülebilir. Erdoğan Akdeniz’de, emperyalistlerin verdiği ayarla çark ederken, Türk şovenizmini güçlendirmek için Yunan düşmanlığını tırmandırırken, Yunanistan ziyareti öncesi Türk-Yunan ilişkilerini “ABD’nin bozduğunu” dillendirerek aynı riyakârlığı sürdürmektedir. Zira Yunan egemenleriyle mücadelesinin karakteri emperyalizme kimin daha iyi hizmet edeceği ve bu hizmet için rol kapma mücadelesinin ötesinde değildir. Bugün yaşanan düzeltme girişimleri de ABD emperyalizminin dayattığı çıkarların bir sonucudur sadece.
Faşist diktatörlük büyük bir kriz içindedir. Bu krizin siyasi boyutunda, AKP-MHP ile sağlamış görünen istikrara rağmen içten içe yoğun çelişkilere işaret eden Anayasa tartışması ve “kimin eli kimin cebinde belli değil” verisiyle sistem meselesi var. CHP ekseninde ise bir bütün faşist blokun güven vermeyen ve çözülen gerçekliği var. Bu durum kitlelerin çok yönlü ve kapsamlı çelişkileri içinde büyük bir tehlike anlamına gelmektedir. Koşullar kitlelerin değişim isteğine uygundur. Ancak komünistler ve devrimci güçler bu isteği karşılamada ciddi düzeyde yetersizlik içindedir. Bu isteğin sisteme angaje olan, anayasalcı, düzen içi yönelimle karşılanma olanağı yoktur. Kitlelerin savaşarak değiştirme bilincine ve kendi bağımsız eylemine ihtiyaç vardır. Marksist-Leninist-Maoistlerin yüzünü kitlelere dönme ve onların mücadelesini örgütleyerek savaşçı bir rotaya sokma görevi hayati önemdedir. Halkın kurtuluşunun bilincini örgütlemek, bağımsız eylemine önderlik etmek, onu politik iktidar yönelimiyle güce çevirmek basitten karmaşığa en temel görevdir. Kitlelerin mücadelesinin izini sürmek, onun içinde olmak, temel sorun olan örgütsüzlüğü ve dağınıklığı gidermeye odaklanmak… Yönelimimiz budur!