Karamsar bakış açısı bugün devrimci güçler içinde olduğu kadar hareketimiz içinde de önemli etkiye sahip hatalı ve yıkıcı bir bakış açısı olarak varlık zemini bulmaktadır. Güvensizlik, üretimsizlik, politik sığlık, dar düşünme tarzı gibi zaaflarla hem neden hem de sonuç olarak bir dirsek teması halinde olan bu düşünme tarzı devrimci hareketin ileriye doğru büyük ve cesur hamleler yapabilmesinin önünde ciddi bir engel olarak durmaktadır. Bu sorun üzerinde ciddiyetle durma ve sorunu bütün yönleriyle kavrayarak ona basitten karmaşığa doğru müdahale etme gerekliliği önümüzde görev olarak durmaktadır.
Karamsarlık kelime anlamının ötesinde bir düşünme tarzı olarak belli bir sınıfa aittir, özde ideolojiktir. Karamsarlığın esas dayanağı sübjektivizmdir (öznelciliktir). Karamsar bakış açısı ve ruh halinin etkisinde olanlar bilimsel olan yegâne düşünce sistemi diyalektik materyalizmin yönteminden beslenmezler. Geniş bir politik perspektiften yoksun hale gelirler. Kendilerinin pratikten edindikleri sınırlı deneyimi gerçeğin yegâne kıstası saymaya başlarlar. Karamsar bakış açısına ve ruh haline sahip olanlar güçsüzdürler. Çünkü bilimden fersah fersah uzaklaşmışlardır. Kendi sansasyonel düşünce yapılarıyla devamlı bunalımlı bir ruh hali içendedirler. Bırakalım sınıf mücadelesinin fırtınalı süreçlerini kavramayı, kendi yaptıklarının ideolojik özünü bile kavrayamazlar. Kendi kafalarında oluşturdukları parçalı ve sınırlı bilgilerin sonuçlarına muazzam güvenirler. Ama gelgelelim kendilerine güvenmezler. Çünkü düşüncelerinin hiçbir nesnel-pratik karşılığı yoktur. Memnuniyetsizdirler. Çünkü bu çıkmazın içinde yer alırlar. Somut yapıcı bir fikirleri olmadığı gibi başkalarının ortaya attığı somut ve yapıcı fikirleri de baltalarlar. Çünkü onlara göre yalnızca olumsuz olan vardır yani olguların iç yasalarını, çelişki yasasını kavrayamamışlardır. Kısacası karamsarlık burjuva ideolojinin ürünüdür, yıkıcıdır.
KARAMSARLIK BURJUVAZİYE AİTTİR
Karamsarlık burjuvaziye aittir. Çünkü onlar eskiyi ve yıkılmaya yüz tutmuş olanı temsil ederler. Çünkü burjuvazinin geleceği yoktur. Bir gün proletarya öncülüğünde ezilen halk kitlelerinin kendilerini yerle bir edeceğini hissederler. Proletarya ise iyimserdir. Çünkü yeniyi temsil eder ve gelecek ona aittir. İşte bu iki sınıf arasındaki maddi olduğu kadar düşünsel savaşım bütün toplumsal ilişkileri ve insan düşüncesini belirler.
Niçin devrim safları içinde karamsarlık vardır? Çünkü burjuvazi ve ittifak halinde olduğu feodal toprak ağaları sınıfı onlarca yıldır işçileri, köylüleri ve diğer halk katmanlarını sömürü ağı içine almış, kendi ideolojisini yaymaya çalışmıştır. Her türlü gerici düşüncesini olduğu gibi karamsarlığı da yaymaya çalışmıştır. Çünkü egemen sınıflar halk kitlelerinin geleceklerini ellerine almalarından yarasanın ışıktan korkması gibi korkarlar.
Proletaryanın siyasi kaderini ve geleceğini ellerine alma çabalarını yoğun bir anti-propaganda eşliğinde, faşizmin tedbirleriyle kırmaya çalışırlar. Elindeki bütün ideolojik, politik, askeri araçlarıyla kitleleri teslim almaya çalışırlar. Bu saldırılara karşı en direngen tavrı gösterenler nasıl ki hep devrimciler ve komünistler olmuşlarsa bu saldırılara en çok maruz kalanlar da yine onlar olmuştur. İşte egemenlerin bu saldırıları kavranmadığı durumda karamsarlık devrim saflarında eski toplumun bir alışkanlığı olarak boy vermeye başlayacaktır/başlamaktadır.
Biz devrimcilerin iyimserliği bilimsel düşünceleri üzerinden yükselir.
KARAMSARLIĞIN NESNEL ZEMİNİNİ KALDIRMAK
Karamsarlık ve iyimserlik insanla-doğa, devrimle-karşı devrim arasındaki mücadelede yaşanan nesnel olgular ve sorunlar üzerinde bilinçli ve düşünen bir varlık olan insanın düşünce ve ruh dünyasında oluşan bir yansımadır. Yani bu olguların nesnel maddi bir gerçeklikte oluşması gerçeği vardır. Her başarı doğallığında iyimserliği güçlendirip, pekiştireceği gibi her başarısızlık da kötümserliğin yaşanmasına neden olacaktır. Ancak burada asıl mesele düşünce dünyasında ve ruh halinde oluşan bu durumların sınıf savaşı yasaları içinde bilimsel değerlendirmeye tabi tutularak “yeni” ve “ileri” olanın lehinde gerçekliğe müdahale edilmesidir. Yeni ve ileriyi temsil eden devrimciler için yaşanan sorunlar, yenilgiler, başarısızlıklar doğal olarak belli bir karamsarlığı yaratacaktır. Burada bu karamsarlık halinden sıyrılacak koşulların mevcut olduğunu bu karamsarlık halinin makul olduğunu bilince çıkarmak esas olandır. Bu yaklaşım aynı zamanda devrimci iyimserlik anlamına da gelmektedir.
Karamsarlık belli dönemlerde militanlarımızın beyinlerine bazen de bir bütün saflarımızın üzerine kara bir bulut örter. Bu durum görecelidir, geçicidir. Marksizm-Leninizm-Maoizm güneşinin yeniden semada parlamasıyla bu kara bulutlar dağılmaya başlar. Marksizm-Leninizm-Maoizm’in süzgecinden her yönüyle geçirilen mevcut yeni durum ve koşullar buna yönelik doğru politikalar, doğru örgütsel şekilleniş ve ısrarlı, kararlı pratik duruş içerisinde yürütülecek devrimci faaliyetler sayesinde alt edilecektir. Ve yaşamın seyri içinde bu döngü kendini yenileyerek yeni koşullar ve durumlar yaratarak karamsarlık ve iyimserliğin çatışkısı ve mücadelesi halinde devam edecektir. Esas olan bu durumun varlığını güçlü bir şekilde kavramaktır. Karamsarlığın ve iyimserliğin iç içe olduğunu ve saf olmadığını tekdüze olmadığını kavramaktır.
KARAMSARLIK VE İYİMSERLİK İÇ İÇEDİR
İyimserlik körü körüne bir onaylama değildir. Pollyannacılık hiç değildir. Bizler ancak olumluluklarımızla birlikte olumsuzlukları da yani bir bütün gerçekliği gördüğümüzde, ona hâkim olmaya başladığımızda iyimser olabiliriz. Çünkü gerçekler bizden yanadır. Gerçekliği kavrayıp onu değiştirme yönlü müdahale ettiğimizde gelişip-güçlenebileceğimizi biliriz. Bizleri iyimser kılan gerçekliğin ta kendisidir. Aksi takdirde bardağın yalnız dolu tarafını gören idealist iyimserlik anlayışı en az kötümserlik kadar zararlıdır, yıkıcıdır. Gerçeklerden uzak olan, öznelci olan her şey böyledir.
Bu genel doğrular ekseninde şimdi kendimize şu soruyu soralım. Mevcut gerçekliğimiz içinde iyimser olmak mümkün müdür? Bunu hem devrim mücadelesinin genel seyrine dair belirlemeler yaparken, hem de her birimiz kendi gerçekliğimizi irdelerken sormalıyız.
Çok ciddi bir ideolojik bombardıman altındayız, karşı-devrimin taktik olarak örgütsel-askeri ve teknik gücü bir tarafa, çok daha önemlisi ideolojik olarak bir tahakkümü söz konusudur. Kitlelerde güvensizlik ve suskunluk durumu gözlemlenmektedir. Bu karşı-devrimin başarısı ve aynı zamanda devrim güçlerinin başarısızlığıdır.
Bugün devrim cephesi ideolojik-politik ve örgütsel olarak geridir. Birçok sıkıntıyla boğuşmakta, güçlü bir alternatif olarak siyaset arenasında varlık gösterememektedir. Devrim güçleri üzerinde yoğun bir terör uygulamakta ve geçici zaferler de elde etmektedir.
Geniş halk yığınları devrimcilere karşı güvensizleşmiş ve devrim talebi, gündemlerinden, somut bir talep olmaktan çıkmıştır. Görece ileri kitleler nicel bir daralma yaşamakla birlikte devrim mücadelesine aktif olarak katılmaya, örgütlenmeye karşı kimi yoğunlaşmış çekinceler taşımaktadırlar.
Özet olarak geçtiğimiz bu durum gerçekliği anlatmaya yeter mi? Hayır yetmez, çünkü tüm bunlar gerçekliğin yalnızca bir yanını oluştururlar. Gerçekliğin yalnızca bu yanını görmek devrimci değildir. Anti-bilimsel bir değerlendirme olacağı için karamsar bir ruh hali yaratacaktır.
Bir de gerçekliğin diğer yanı vardır. Bu ise saydıklarımızın tam tersidir. Çelişki yasasını hatırlayalım: “Her şey karşıtıyla özdeştir ve savaşım halindedir.” Yani yukarıda bahsettiğimiz olumsuzluklar yanında olumluyu da barındırırlar. Ve bu iki nesnel olgu devamlı bir ölüm-kalım savaşı içindedir.
Geri olan ileri olana, kötü olan iyi olana dönüşebilir mi?
Bu sorulara yanıtımız olumludur. Geri olan şey ileri olana dönüşebilir. Bugün güçler dengesinde devrim “geri”, karşı-devrim “ileridir”. Ülkemizin genel siyasi atmosferinde aslında çok yönlülük ve esasta bir çelişki vardır. Bu çelişki devrim ile karşı-devrim arasındaki çelişkidir. Bugün devrimin yenilgi durumu ve karşı- devrimin zafer durumu geçicidir. Koşulları- şartları uygun duruma geldiğinde bu karşıtlar yer değiştirerek devrim ileri karşı-devrim geri bir pozisyona geçecektir.
Ülkemizin devrimci tarihi nasıl gelişmiştir? TC faşizmi kurulmuş ve Mustafa Suphilerin katledilmesinin ardından 50 yıllık bir “suskunluk” yaşanmıştır. Ve 68 çıkışı devamında 71 silahlı kalkışması ve KP’nin, Mustafa Suphi’nin TKP’sinin mirasını omuzlayarak kurulması. Devamında muazzam yükselen devrimci hareketi bastırmak için girişilen faşist 12 Eylül AFC’si. Sonrasında bir an dahi duraksama yaşamadan devam eden devrimci çıkışlar ve karşı devrimci bastırma hareketleri…
Bu alabildiğine genel ifade ettiğimiz süreçlerde “suskunluk” veya “kalkışma” şeklindeki belirlememiz tamamen sürecin belirleyici yönüne yapılan bir vurgudur. Yoksa ülkemiz tarihinde her dönem sınıf mücadelesi var olmuş, en suskun olarak görülen durumda bile nice devrimci çıkışlar olmuştur. 12 Eylül yenilgisinin ardından işçi sınıfının 89 bahar eylemlilikleri süreci yaşanmıştır. Daha sonraki dönemlerde en bilinen örnekleriyle Gazi direnişi, 1 Mayıs direnişleri, Gezi Direnişi ve Kobane Serhildanı yaşanmıştır. TC faşizminin 80 yıllık tarihi değişen ivmesiyle devrim ve karşı-devrimin çatışmasından ibarettir. Nasıl ki “insanlık tarihi sınıf mücadeleleri tarihi” ise ülkemiz tarihi de ülkemiz egemen sınıflarıyla, başta işçi sınıfı olmak üzere, köylülük ve halk yığınları arasında sürgit devam eden bir sınıf mücadelesi tarihidir.
Bugün bizim sorunumuz bu çelişkinin (devrim ile karşı-devrim arasındaki çelişkinin) çözümü için uygun şartları yaratmaktır. Güçlerimizi ideolojik-politik ve örgütsel olarak geliştirmek, karşı-devrimi her cepheden sıkıştırmaktır. Halk kitlelerinin tavrı bu çelişkinin çözücülüğü yönünde olacaktır. Yani er ya da geç devrimci yönde olacaktır.
Halk kitlelerine güvenmeliyiz. Niçin? Halkımızın bir yığın geri özelliğini biliyoruz. Devrime yaklaşımlarındaki olumsuzlukları biliyoruz. Ve bununla birlikte devrimin kitlelerin eseri olduğunu, onlar olmaksızın devrimin zaferinin tam bir hayal olacağını biliyoruz. Geniş yığınlar bugün faşizmin yoğun ideolojik etkileri altındadırlar. Bir dönem devrim mücadelesi içinde yer almış yüzbinlerce insan mücadeleden uzak durmaktadır.
Halk kitleleri devrime katılacak mı, katılmayacak mı? Yukarıda saydığımız yönler kitlelerin bırakalım genel durumunu, halkımızın genel niteliklerini, bugünkü durumunu açıklamakta bile son derece yetersiz analizler içermektedir. Sömürü ve zulüm tüm acımasızlığıyla halk yığınlarını ezerken halkımızın devrimden başka bir kurtuluş yolu daha var mıdır? Bu sorunun yanıtı bizim açımızdan nettir. Devrim halkımızın kurtuluşunun yegane yoludur. Tarih bunu binlerce defa kanıtlamıştır. Bu genel doğru bugün için de geçerlidir.
Halkımıza güvenimizi bir an olsun yitirmemek için yığınla nedenimiz bulunmaktadır. Halk, devrim mücadelesine katılacak mı sorusu halkımızın yaşadığı bir çelişkiyi ifade ediyor. Burada sorun halkımızın devrime katılıp katılmayacağı da değildir esasında. Sorun devrimci güçlerin yani bizlerin, halkımızın mevcut gerçekliğini ne oranda kavradığımızdır. Halkımızı gerçekten tanıdıkça ve halk içindeki çelişkileri kavradığımızda halkımıza olan güvenimiz katlanacak, sağlamlaşacaktır. Bizler misyonumuzu ise esasta halkın çelişkilerini çözmede onlara önderlik ettiğimizde bir başka ifadeyle bu kendiliğinden hareketlere devrimci bir yön verip bilinç taşıdığımızda oynamış olacağız.
Ayrıca kötü olan bir şey iyi olan şeye de dönüşebilir. Binlerce on binlerce hata yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Sorun hata yapıp yapmamış olmamız değildir. Sorun kötü olarak kabul ettiğimiz hatalarımızı iyi olarak kabul ettiğimiz doğrulara çevirip-çeviremediğimizdir. Diğer bir ifadeyle bu hatalarımızdan nasıl sonuçlar çıkardığımız önemlidir.
Egemen sınıfların bugün toplumun tüm kesimlerine yönelik saldırılarının bu denli boyutlanmasının nedeni nedir? “Devrimler çağı kapandı, sınıf mücadelesi yerini sınıf uzlaşmasına bıraktı” karşı devrimci propagandalarının üzerine niye acımasız katliamlar ve işkenceler geldi. Bu durum yalnızca şaşmaz bir gerçeğe işaret ediyor. O da ülkemizdeki sınıf mücadelesinin tüm keskinliğiyle sürdüğü ve devrimci durumun sürekli olduğudur. Devrim mücadelesi tüm gerilemelere ve yenilgilerine rağmen egemenler için hala çok somut-yakıcı bir tehdittir. Ve ülkemiz gerçekliğinde öyle olmaya da devam edecektir.
Geçmişten beri birçok irili-ufaklı yenilgiyi tattık. Tüm bu yenilgiler hanemize deneyim olarak yazılmıştır. Kötü olan şeyler bu deneyimlerin kavranmasıyla iyi olan şeylere dönüşmekte, bizi güçlendirmektedir. Deneyimlerin toplamı çelikleşmedir. Bunun sonucu da ilk etapta kötü olan şeylerin bizi daha iyi bir duruma getirmesidir.
İşte tüm bunlardan dolayı bizler iyimseriz. Kötü ve geri olana mahkûm değiliz. Çünkü devrimciyiz, gerçekçiyiz. Çünkü elimizde tüm çelişkileri çözebilecek güçlü bir silahı barındırmaktayız. Bu silah Marksizm-Leninizm-Maoizm’dir. Bundan daha güçlü hiçbir silah olmadığından en güçlü bizizdir.
Bugün saflarımızda yaygın biçimde yer edinen karamsarlıkla mücadele edelim. Buna karşı mücadeleden bizi galip çıkaracak olan bilimsel yöntemi, diyalektik materyalizmi kavrayalım. Bugün çözdüğümüz bütün sorunlar, bizi daha da güçlendirecek, devrimci iyimserliğimizi kuvvetlendirecektir. Unutmayalım gelecek bizim olacaktır. Demokratik Halk Devrimi mutlaktır ve mutlaka gerçekleşecektir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi gazetesinin 40. sayısından alınmıştır.