Dünya kapitalist sistemi büyük bir kriz yaşamakta. Bu kriz dönemsel krizlerinden daha derin ve farklı dinamiklere sahip. Uzun süredir de bu kriz devam etmekte ve hala bunu aşacak “yapısal” dönüşüm de ufukta gözükmüyor. Elbette ki bizler, eğer bu tip yapısal krizlere devrimci bir müdahale olmadığında yeni sistem alaşağı edilmediğinde kapitalizm zor yoluyla krizi fırsata çevirerek sistemini devam ettireceğini biliyoruz. Bu süreçte hem dünyada hem de yaşadığımız coğrafyada bu ekonomik krize paralel burjuva politika alanında ortaya çıkan eğilimlere, politik akımlara bakmak yerinde olacaktır.
Düşünceler maddi yapıyı takip ederler yani ekonomik yapıdaki değişim ve dönüşüme paralel düşünce dünyasında politika alanında da değişimler ortaya çıkar. Süreçte kapitalist sistemin sermaye birikim politikası olarak ortaya koyduğu neoliberal politikaların sonuna gelindi. Yeni bir politika da şekillenmedi. Bu ortamda emperyalistler arası krizler daha fazla yaşandı ve keskinleşti. Sözde aşılmış olan ulus devlet yeniden “keşfedildi.” Sermayenin ve metaların ülke sınırlarını aşarak serbestçe ve hızlıca dolaşmasının önünde engeller getirilmeye başlandı. Küreselleşme dedikleri teranenin de sonuna gelindi. Tekrardan gümrük duvarları örülmeye, meta ve sermayenin dolaşımının önüne engeller getirilmeye başlandı ki bunu emperyalistler “ekonomi savaşlarının” tekrar başladığını söyleyerek ifade ediyorlar. Tabi ki meta ve sermayenin dizginsiz dolaştığı bir durumda bunları sınırlama durumuna geçmek öyle kolay olan bir gelişme olmayacaktır. Dün özelleştirmelerin faydaları için bin bir yalan üzerine kurulmuş methiyeler dizilirken, bugün tekrar kamulaştırmalara geçilmesi, kamulaştırmaların “nimetlerini” anlatmak kolay olamayacaktır. Burjuva kalemşörler yeni duruma uygun söylemi yüzleri kızarmadan halkı kandırmak için anlatacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın!
Bu yeni gelişecek süreçte devrimcilerin dikkate alması gereken iki burjuva politikanın (akımın) gelişeceği gözükmektedir. Bunların birisi sosyal demokrasi diğeri de milliyetçiliktir. Bu iki akımın da ortak özü halk düşmanı olmalarıdır. Bunları burjuvazinin sol ve sağ politik aktörleri olarak ortaya çıkacakları ve halkı sistem içinde tutmak için tüm becerilerini ortaya koyacaklarından şüphemiz yoktur.
Neoliberal politikalarla birlikte kapitalizmin serbestçi politikalarını -ki buna liberal politikalar diyebiliriz- ön plana çıkarmışlardır. Burada kastedilen liberal politika, burjuvazinin ideolojisini, felsefesini oluşturan liberalizmi bir bütün kapsamadığını söylemeliyiz ki yoksa sosyal demokrasi de milliyetçilik de liberalizmin, bu anlamıyla kapitalizmin çocuğudur. Burada bahsedilen serbestlik, liberalizmin ideolojik-felsefi bakış açısının ürünü olmakla birlikte ekonomide daha fazla serbestliği ön plana alması kastedilmektedir. Kapitalizm için devlet müdahaleleri, devletçi politikalar dedikleri de ona ters ve aykırı olmadığını da söylemeliyiz.
Neoliberal politikalar uygulanırken ön plana çıkan burjuva akım ve aktörler muhafazakarlar ve liberallerdi. Tüm dünyada liberalizmin ideolojik, felsefi bakışı bir kez daha kutsanmıştı. Sosyal demokrasinin ve milliyetçiliğin neredeyse kapitalist sistem dışı olduğunun propagandası yapılmıştı! Milliyetçilik ya ulus devletleşme süreciyle sınırlanmıştı ya da kapitalizmden bir sapma olarak ortaya konmuştu. Sosyal demokrasinin ise bir sürecin ürünü olarak ortaya çıktığı ama artık geçerliliğini yitirdiği burjuva politikacılarca vaaz edilmiştir. Onlara inanmış olsaydık bir daha bu iki politik akımın yaşama ve ortaya çıkma şansı yoktu. Ne yazık ki yaşananlar bunun tam tersini gösteriyor. O zaman sermaye birikimi ona ihtiyaç duyuyordu, şimdi ise bunlara.
Emperyalistler arası çelişkinin keskinleşmesi ulus devletin yeniden hatırlanmasına hatta kutsanmasına neden oldu. Emperyalistler arası çelişkilerin aldığı boyut dolayısı ile bazı stratejik coğrafyadaki yarı-sömürge devletler daha “bağımsız” hareket etmeye başladı. Elbette bunun anlamı kendini birçok emperyaliste daha fazla pazarlama, bağımlı kılma, emperyalistler arası çelişkilerden faydalanarak uşaklık karşılığında aldığını artırmaktadır. Bunun görünümü sözde daha fazla ulus devlet çıkarlarını savunma ve “anti-emperyalist” gözükme şeklinde oluyor. Elbette ki ne anti-emperyalist olunuyor ne de ulus devlet çıkarları ekonomik olarak bağımsızlaşma şeklinde oluyor. Hepsi daha fazla emperyalist tahakkümü artırma, emperyalizmle ilişkileri güçlendirme şeklinde oluyor. Komprador ilişkiler daha güçlenip bağımlılığa yeni bağlar eklenmektedir.
Emperyalistlerin krizden çıkmaya çare ararken uygulamış oldukları politika farklılaşmasının burjuva politikada yansıması liberal politikaların sınırlanması, sosyal-demokrat politikalarla milliyetçi politikaların ön plana çıkması şeklinde oluyor. Buradan hareketle tekrardan Aydınlanma değerlerinin keşfi de şaşırtıcı olmuyor. Liberalizmle Aydınlanma arasında ideolojik-felsefi bir fark yokken politik fark vardır. Bunun üzerinden geçmiş politikaların olumsuzluğunun faturası liberallere çıkarılıp bunlar değersizleştirilerek milliyetçiliğin ve sosyal demokrasinin önünü açıyor. Sistem aklanmış oluyor.
Milliyetçilik konusunda, halkın yaşadıkları ile ortaya çıkan bir bilinçleri var. Fakat yine de milliyetçilik zehri her daim halkı zehirleme dinamiklerini canlı tutuyor. Kapitalizmde halkın afyonu milliyetçilik olmuştu. Kapitalist sistem her dara düştüğü durumda milliyetçiliği yardıma çağırmıştır. Bu süreçte de dara düşmüş durumda. Dolayısı ile dünyanın farklı coğrafyalarında milliyetçilik tekrar yükseliyor. Bunun ırkçılıkla ve faşizmle ilişkisi başlı başına ele alınabilir. Yakın ilişkileri olduğunu söylemekle yetineceğiz. Milliyetçiliğin ırkçılık temelli olanı da sözde sosyalizm söylemli olanın da yükselişte olduğunu görmekteyiz. Bunların temel amacı ezilenleri burjuvazinin bayrağı altında toplamaktır. Söylemde kapitalizme, kapitalist politikalara karşı olduklarını dillendirseler bile hem geçmişlerinde böyle olmadıklarını ortaya koymuşlardır hem de sınıfsal yapıları buna müsaade etmez. Dolayısı ile kapitalizmden bir sapma değildirler. Bilakis kapitalizmin krizini aşmak için kapitalist sistemin çözüm politikaları olarak devreye sokulur. Halkı, bayrakları altında toplamalarının önüne geçmek için başta işçi sınıfı olmak üzere ezilenler için de bunların niteliğini teşhir acil güncel görevler arasına girmektedir.
Süreçte ön plana çıkan diğer bir akımda sosyal demokrasidir. Sosyal demokrasi esasta dünya genelinde sosyalizm dalgasının yükseldiği, halk devrimlerinin gerçekleştiği ya da güçlü olasılık olduğu bir süreçte sosyalizme ve halka ihanet ederek ortaya çıkmıştır. Halkların mücadelesinde dalga kıran işlevi görmüştür. Bu akımda kapitalizmin zora düştüğü dönemde kapitalizmi krizden kurtarma misyonu yüklenmiştir. Bunu başardığını da söylemeliyiz. Bu akım milliyetçiliğe göre daha tehlikeli olduğunu söylemeliyiz. Çünkü bu akım kendini sureti haktan göstermeye çalışır. Söylem olarak halkın çıkarını dillendirir ama gerçekte burjuvazinin çıkarları için çalışır. Halkı kandırıp burjuvazinin bayrağı altında toplamada oldukça maharetlidir. Hatta yer yer sosyalist değerleri bile savunur. O anlam ile Aydınlanma ideolojisi bu akımın temel ideolojisidir. Aydınlanmayla Marksizm ilişkisini çarpıtır. Marksizmi Aydınlanmanın ürünü olarak anlatır. ezilenlerin mücadelesinde Aydınlanmanın belli olumlu bir rolü olmakla birlikte tarih içerisinde oynanan bu rol geride kalmış ve egemenlerin silahına dönüşmüştür. Aydınlanmanın niteliğinin yanlış kavranması dolayısı ile “devrimcileri” bile ağına düşürebilmektedir. Bugünlerde ülkede olduğu gibi. Aydınlanma, liberalizm ilişkisi doğru kavranmadan bu politik akımla doğru tarzda mücadele yürütülemez. Aydınlanmanın burjuva karakteri tam anlamıyla teşhir edilmeden, ortaya konmadan bu akımın niteliği anlatılamaz. Bu akımın milliyetçilikten daha fazla devrimci kesimlerden burjuvaziye devşirme yaptığı ortadadır. Devrimciliği amaç edinenlerin bu akıma karşı açıktan bir ideolojik-politik mücadeleye girmeden amaçlarına ulaşamayacaklarını söylemeliyiz. Ne yazık ki devrimciliğin gerilemiş olmasının da tetiklemesiyle, neredeyse bu akım kurtarıcı olarak görülmektedir, reformist çevrelerce. Ama bu akım en az açıktan milliyetçiler kadar milliyetçi ve ırkçıdır.
Bu akımın (ki Türk hakim sınıflarının da faşist bir kliğine tekabül etmektedir) şu sıralar Aydınlanma ve onunla ortaklaşan liberalizmin değerlerini savunmaktadır. Eşitlik, özgürlük, adalet, hukuk üstünlüğü, laiklik, sosyal devlet anlayışlarını savunmaktadır. Liberalizme karşıymış gibi gözükse de bu ancak politik alanda oluyor. İdeolojik-felsefi alanda ise liberalizmin eşitlik, özgürlük gibi anlayışlarını savunmaktadır.
Sosyal demokratlar ki bunlar Türkiye’de köklü bir faşist kliği oluşturur. Dönem dönem söylemleri değişir. Irkçılıktan milliyetçiliğe kadar burjuva ideolojileri hayata geçirmiş tarihleri vardır. Bu günlerde solculuğu sosyal demokrat söylemle yapmaktadırlar. Aydınlanmanın bayraktarlığını yaparak reformist kesimleri bayrakları altında topladılar. Hatta yer yer Aydınlanma ile arasında net ayrım çizgileri koymayan devrimcilerin kafalarını bulandırdılar. Yani CHP’nin solculaşmasının bir nedeni reformist solcu kesimleri düzen içine çekmek, kendi bayrağı altında toplamaktır. Öte yandan eşitlik ve özgürlük söylemi kaynaklı, aralarında politik farklar olsa da liberalleri de kendi çevresinde topladılar. Onlar haricinde seküler-laik burjuva klikleri ve şehir küçük burjuvazisini de etki alanlarına almış durumdalar. İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde oluşan bloğa baktığımızda kimleri kendi etki alanına aldıklarını rahat görürüz.
Milliyetçi kesim ise Türkiye’de doğuşundan bugüne ırkçı-kafatasçıdır. Devletin kuruluş ideolojisini de oluşturur. Bunlar, liberalizmin güç kaybetmesi, değerden düşmesi sonucu kendine geniş bir alan açıldığını görmektedir. Fiili olarak iktidarda bunlar vardır. Muhafazakarlarla ittifakı onlara milliyetçilikte önderlik etmek içindir. Yani o ittifakın ideolojik önderliği ırkçı-milliyetçilerdir. Onların yanında nasyonal sosyalist faşist ideolojiyi benimsemiş Perinçek ve şürekası hiçte aykırı durmamaktadır. Onların da yer yer savunduğu Aydınlanma değerleri ile ırkçı-milliyetçilerin bir sorunu yoktur. İkisinin de ortaklaştığı nokta faşist Türk devletinin bekasıdır, gerisi teferruattır. Muhafazakarların da yükselen değer olmadığı ortadadır, liberaller gibi onlar da bu durumu görüp milliyetçilerden daha fazla milliyetçi olmaktadır. Ki MHP için böyle olmalarında bir sorun da yoktur. Bilakis oldukça olumlu bir durumdur. Hele Perinçekgillerle aynı noktada buluşmaları vatan-millet aşkınadır. Özcesi Türk burjuva siyaseti alanına iki temel klik şekil vermektedir. Ve ekonomik gelişmelere baktığımızda uzun süre böyle olacağını söyleyebiliriz. Ayrıca dünya kapitalist sistemi içinde de bu iki akımın yükselen değer olduğunu görmekteyiz. Bunların iktidarda olup olmamaları önemli değildir. Kim iktidarda olursa olsun bu düşünce onlara yön verecektir.
Bu durumu tespit etmek yalnızca belirleme yapmak amacı için değildir. Bunları ortaya koyduktan sonra devrimcilerin ve komünistlerin önüne ideolojik-politik organizasyonsal görevler çıkmaktadır.
Birincisi halka dönük saldırıların her boyutu ile daha fazla artacağı bir sürece girmekteyiz. Göreceli durgunluk dönemleri yakın gelecekte ufukta gözükmeyecektir. Halk ikili bir ideolojik kumpasa alınarak sistem içine hapsedilmeye çalışılacaktır.
Burjuva politika alanında iki politik aktör ve akım arasında mücadele keskinleşecek ve saflaşma oluşturulmaya çalışılacaktır. Halkın da bu iki klikten birisinin yanında saflaşması için her türlü faaliyet icra edilecektir. Hatta bir kesim sözde faşist gösterilip ezilenlerin diğer faşist partinin saflarında örgütlenme çalışmaları yürütülme durumu olacaktır. Devrimcilerin Aydınlanma ile ilişkisini koparmayan, faşizm tahlilleri MLM olmayan kesimler dünden sosyal demokrat kesimde yer almaya teşnedir.
Komünistler için asla bunlardan birini tercih etme söz konusu olamaz. Onlar halkın karşısında tek cephedir. Onların karşısında olmadan devrimci olunamaz. Komünistler bu iki kliği de halk düşmanı faşist olarak değerlendirmektedir. Özellikle de sosyal demokrat söylemi olan faşist kliğin halka ve devrimcilere karşı daha tehlikeli olduğunu görmekteyiz. Devrimci mücadelenin gelişmesinin önündeki bir engeldir. Bu engelin ortadan kaldırılması için Kemalizmin niteliği konusunda net ve açık bir anlayışa sahip olup, bunu kitlelerle buluşturmak gerekmektedir. Yani sistemi bir bütün ideolojisiyle-politikasıyla, askeri gücüyle karşısına alamayan bir yapı süreçte devrimciliği geliştiremez. Olsa olsa CHP’ye payanda olur ya da bütün devrimci söylemlerine karşı devrimciliği burjuva sistemi aşamaz, onun içinde olur. Bu anlamı ile Aydınlanmacılıkla, liberalizmle, sosyal demokrasi ile arasına net çizgiler koyamayan devrimciler sistem içiliği geliştirmekten kurtulamaz.
Irkçı-kafatasçı diğer faşist kesimin niteliği göreli olarak halk tarafından daha fazla görülmektedir. Bu anlamıyla daha fazla teşhir olmuş durumdadır. Bu, o kesimin peşine taktığı geniş bir kesimin olmadığı anlamına gelmez. Onların da yoksulluk, şehir küçük burjuvazisinin örgütlediği görülmektedir. Özellikle işçiler, yoksullar arasında bunların teşhirini de her daim yapılmak durumundadır.
Hakim sınıflar içinde klikleşmede sürece uygun yeni konumlanmalar oluşmakta. Bu devrimciler ve komünistler tarafından görülmeli, bu durumu devrimci saflara etkileri analiz edilip, ideolojik-politik-askeri, örgütsel yapılacaklar tespit edilmelidir. Bu devrimci çalışmanın süreçte nasıl geliştirileceğine de ışık tutacaktır. Komünistler politik bir güç olmak istiyorlarsa bunu yapmak zorundadırlar, yapacaktırlar. Biz bu yazımızda yalnızca sürecin temel görüngülerini koymaya çalıştık.
Şu bilinmelidir ki burjuva politika alanındaki kavga düşman mahallesinin kendi içindeki bir kavgadır. Ne kadar şiddetli olursa olsun onlar, dıştan gelen bir saldırıda birleşirler. Halkı soymada, halka saldırıda ortaklaşırlar. “FETÖ”cüler bunun tipik örneğidir. Halkın azılı düşmanı olan bu klik kendi içlerinde iktidar olmak istemişlerdir. Şimdi diğer kesim onları tasfiye etme operasyonu yapmaktadır. Ama bununla birlikte halka karşı saldırıyı da asla bırakmadığı gibi ona da hız vermiştir.
Sistem içi bloklaşmada bir bloku faşist görüp diğer bloku salt burjuva nitelikte görüp buradan hareketle bu kesimle sözde demokrasi bloku oluşturma politikası yanlış değerlendirmeler üzerinden yapıldığı için sınıf işbirlikçiliğidir. AKP-MHP ittifakını faşist ittifak değerlendirip, CHP-İP ittifakını demokrasi bloku olarak görmek burjuva bakış açısı olup devrimci ve demokratik nitelikte değildir. Sistemini iç krizinde taraf olmak faşist sistemin tamiratında, krizini aşmada taraf olmaktır. Devrimciliği geliştirmede değil faşist sistemi geliştirme tarafında olmaktır. Devrimcilerin, komünistlerin yapacağı bu iki kliği de halk düşmanı, iki yüzlü karakterini teşhir etmektir. Bir kesimin savunduğu ve bazı devrimci çevrelerin de aynı ideolojik gıdadan beslendikleri için savunduğu Aydınlanma değerleri burjuvazinin değerleridir. Ezilen yoksul halkın değerleri değildir. Halkı kendi bayrağı altında toplamak için bu değerleri tüm halkın değerleri gibi göstermeye çalışan burjuvazidir. Hakim sınıfları ideolojik hakimiyet yöntemi olarak hep bu yöntemi kullanır.
Burjuva politika arenasında ciddi bir mücadele ve saflaşma olduğu görülmektedir. Bunların kavgası halkı kimin daha iyi baskı altına alıp sömürdüğü ve bu sömürüde kimin daha fazla pay alacağı kavgasıdır. Dolayısı ile bu çatışmada halkımızın çıkarı yoktur. Halk bu iki kesimin tam karşısındadır. Komünistler de bu bilinci halka taşıyıp, halkı bizzat iktidara proletaryanın alması için örgütleme çalışmasında bir an bile duraklamayacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 6 Şubat 2020 tarihli 54. sayısından alınmıştır.