“Bu Onursuzluğa Dayanamam” Diyen Yoksul Köylülerin İsyanına Kulak Verelim!

Tarımsal üreticilerin ve köylülerin durumu, yılın belli dönemlerinde ülke gündemine girse de genellikle çok da üzerinde durulmayan bir konu olarak unutulur gider. Fakat derinleşen kriz ve ardından pandemi bu alandaki çelişkilerin boyutunu hiç olmadığı kadar açığa çıkardı. Üretimin her alanında olduğu gibi tarım ve köylülükte de düne kadar daha parça parça yol alan uygulamalar pandemiyle birlikte hız kazandı. Bu hızlanan saldırının doğrudan ve dolaylı iki biçimi ortaya çıktı. Hâkim sınıflar ve devlet pandemiyi fırsat bilerek tarımda, şirketlerin ve market zincirlerinin kontrolünü daha da artırdı. Diğer yandan ise pandemi yasak ve kısıtlamalarında sadece sermayenin, şirketlerin, “yandaşların” korumaya alındığı, hükümet nezdinde ağırlık kurabilenin bu kısıtlamalardan kendini muaf tutabildiği ve bu sayede üretimini ve kârını garantiye aldığı koşullarda, doğal bir sonuç olarak bunu başaramayanlar iflas veya borç batağıyla yüz yüze kaldı. Bu tablonun en açık göstergesi ise geçinememe ve borç batağı nedeniyle artan intiharlar oldu.

Muğla Milas’ta av tüfeğiyle intihar eden çiftçi Fahrettin Aktaş bıraktığı notta şöyle demişti: Borcum çok, traktörümü de satın borçlarımı ödeyin, bu onursuzluğa dayanamam! Bu cümle, ülkedeki yoksul köylünün içinde bulunduğu durumun da bir özeti. Genellikle Hindistan’daki yüz milyonu aşkın köylünün intiharı bilinir, ülkemiz köylüsüne ise toz pembe romantik gözlüklerle bakmak tercih edilir. Aynı çapta olmasa da ülkemizdeki yoksulların durumu da farklı değildir: ya köyde ya da göç edip büyük şehirlerde derin bir yoksulluğun ve gurursuz bir yaşamın koşulları dayatılır. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı iş bulabilen herkes çalışır ve hayata tutunmaya çalışır. Fakat artık işsizlik eskisinden de daha derin bir girdaptır ve bu sefer intiharların sebebi işsizlik olur.

On yedi gün güya “tam kapanma” ilan edildi. Sebze, hayvan ve semt pazarları yasaklandı, haller kapatıldı. Sermaye ve devletin pandemiye rağmen üretim fetişizmi tarımsal alana yeterince yansımamıştı sanki. Oysa başka bir gerçek vardı. Küçük üreticileri ve köylüleri doğrudan etkileyen bu yasak ve kapatmaların şirketlere ve market zincirlerine hiçbir olumsuz etkisi olmamıştı. Küçük üreticiler ve köylüler çürüyen ya da satamadıkları için ellerinde kalan ürünleri çöpe dökerken onlar marketlerde her türlü gıda ürününü fahiş fiyatlarla satmanın kârını elde ettiler.

Tarımsal üretimde her şey küçük üreticilerin ve yoksul köylülerin aleyhine bir biçimde işletilir. Gübre, tohum, mazot, ilaç gibi girdilerin fiyatları “piyasaya” endeksli olarak sürekli artar; üretim maliyetleri yüksektir ancak köylünün ürünü ucuzdur. Küçük üretici ya yok pahasına bunu aracılara, şirketlere, market zincirlerine satar ya da ürün elinde kalır. Hem de şehirlerde yine milyonlarca işçi ve yoksulun, sağlıklı ve ucuz gıdaya erişebilmek için cüzdanını delik deşik ettiği koşullarda…

Köylülerin ve küçük üreticilerin karşısında öylesine uzun bir engel zinciri vardır ki bunu aşabilmeleri mümkün değildir. Tüccarı, komisyoncusu, depocusu, halcisi, sevkiyatçısı, gıda fabrikası, market zinciri, borsası, bankası ve tabii ki şirketlerin çıkarlarını kollayan devleti… Türlü oyunlar döner, çiftçi borçlandırılır, elindeki ürün yok pahasına alınır, üretemez hale getirilir ve üstüne üstlük tüm gururunu ayaklar altına alan şirketlerin işçisi olmaya zorlanır. Bu engeller zinciri sadece egemen sınıfların müdahaleleriyle işlemez. Buna bir de “doğal” müdahaleler eklenir. Santrallerle, kimyasal ilaçlarla, GDO teknolojisiyle talan edilen doğa ve bozulan eko-sistem de köylüleri ve geçimlik üretim yapan küçük üreticileri vurur. Çünkü onlar halen esasta güneşin, yağmurun, rüzgârın durumuna göre verim alırlar. Ola ki ürünün verimi yüksek olursa “köylüyü efendi bellemiş” devlet, ürün ithalatına başvurur ve onlara en büyük kazığı atar. Bir anda “ürün fazlası” ortaya çıkar ve köylü yine yok pahasına ürününü satmaya mecbur bırakılır. Türkiye buğday, arpa, mısır, pamuk, soya, ayçiçeği, çeltik, kuru fasulye, kırmızı mercimek ve nohutta net ithalatçı bir konuma gelmiş, ülke üreticisi “dövizin” ve “uluslararası piyasanın” insafına terk edlmiş kimin umurunda (!)

Son günlerde özellikle hububatta hemen her yerden kuraklık nedeniyle ürünlerin kuruduğu ya da yüksek re kolte kaybı olduğu haberleri gelmeye başladı. GAP Projesi’nin de alanı olan T. Kürdistanı’nda kuraklık nedeniyle buğdayda %70, arpada %80 ve kırmızı mercimek üretiminde yüzde 80-85 civarında kayıp olduğu bildiriliyor. Enerjide yaklaşık 30 milyar dolar, tarımsal sulamada ise 13 milyar dolar gibi yüksek gelirler sağlayan GAP Projesi, toprak ağalarını ve şirketleri zengin etmekten, köylüleri ise açlığa veya göçe zorlamaktan başka bir şeye hizmet etmiyor. İç Anadolu Bölgesi’nde de durum çok farklı değil. Ziraat Odası Başkanı, İç Anadolu Bölgesi’nde 22 ilde kuraklık yaşandığı ve bu yıl en az 2 milyon ton buğday açığı olacağını açıkladı. Ancak köylüye hiçbir destek yapmayan devletin çözümü basitti. Yılda 10 milyon ton buğday ithal etmek yerine 12 milyon ton ithal edilir, olur biterdi. Bir tepki de Amasya Merzifon’dan gelmişti. Kendisi de çiftçi olan Tüm Köy Sen Başkanı Sadık Turan, geçen yıl olduğu gibi bu sene de nisan ayında yağış olmaması nedeniyle arpa ve buğday ekili binlerce dönüm arazinin kuruduğunu ortaya koydu. Orta Karadeniz’in diğer illeri de farklı değildi. Özellikle rakımı düşük ovalarda, sulama olanakları da kısıtlı olan bölgeler kuraklığın pençesinde kıvranıyordu. Oysa bu bölge Karadeniz’le İç Anadolu arasında bir geçiş iklimine sahip olmasıyla tarımda önemli bir bölgeydi. Kuraklık Karadeniz kıyılarına kadar dayanmış ve geniş bir köylü nüfusu tehdit ediyordu.

İntihar eden çiftçi Fahrettin Aktaş “bu onursuzluğa dayanamam” demişti. Sadece borca indirgenecek öyle basit bir cümle değil bu. Kendilerine reva görülen tablo bu kadar netken her geçen gün daha fazla sömürü ve aşağılanmaya maruz kalan köylülerin içine düştükleri girdabın da bir ifadesi. Yoksul köylü nasıl dolandırıldığını biliyor. İlk elde muhatap olduğu tüccardan devlete kadar alınterinin nasıl kendinden çalındığını görebiliyor. Ne var ki buna karşı gelebilecek olanaklara ve güce sahip değil. Güç örgütlülükse ve karşı gelebilmek için mücadele etmek gerekiyorsa yoksul köylülerin tepkisine kulak vermek, mücadelelerine de önayak olmak gerekiyor. Şehirlerde yaşayan on milyonlar kendi yaşamları için dahi tarım ve köylülüğün değerini özellikle bu pandemide daha iyi anlamaya başladılar. Öyleyse bu bilinci daha ileri taşımalı hem kırsal bölgelerde hem de şehirlerde ülkemiz köylüsünün yaşadığı bu derin sömürü ve aşağılanmaya karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz.

TARIMDAKİ GENEL İSTATİSTİKLER

* Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından oluşturulan Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı çiftçi sayısı, 2003 yılında 2 milyon 750 bin iken bu sayı 2 milyona kadar gerilemiş durumda.

* Tarımın GSYH içindeki payı 2010 yılında yüzde 9 iken 2020 yılında bu pay yüzde 6,5’e düştü. Yine tarımın 2010 yılında yüzde 23,3 olan istihdam payı Mart 2021 itibariyle yüzde 17,3’e geriledi.

* 2005 yılında tarım kesiminin bankalara borcu 4,3 milyar dolarken Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun 2021 yılı mart ayı raporuna göre bu borç 17 milyar dolara çıktı. Çiftçinin borcu 16 yılda 4 kattan fazla artmış oldu.

* 2002 yılında 41 milyon 196 bin hektar olan toplam tarım alanı 2020 yılında 37 milyon 753 bin hektara kadar geriledi. Genellikle küçük aile çiftçilerinin yaptığı sebze bahçeciliği alanı ise 930 bin hektardan 779 bin hektara kadara düştü.

* 2002 verilerine göre 1 milyar 702 milyon dolarlık tarım ithalatına karşılık, 1 milyar 754 milyon dolarlık tarım ihracatı bulunuyordu. 2019 yılında 9 milyar 466 milyon dolarlık rekor düzeydeki tarım ithalatına karşılık tarım ihracatı ancak 5 milyar 515 milyon dolar olabildi. 2019 yılında tarımda dış açık 3 milyar 950 milyon dolarla rekor kırdı.

* Salgın dönemi 2020 yılında ise tarım ithalatı 2 milyar 618 milyon dolar olurken ihracatı da 1 milyar 488 milyon dolar civarında oldu. Bu yılın ilk üç ayında da tarımda dış açık devam etti. Ocak-mart döneminde 2,9 milyar dolarlık tarım ithalatı yapılırken 1,8 milyar dolarlık ihracat yapıldı. Tarımda dış ticaret açığı ise yılın ilk üç ayında 1,1 milyar dolara çıktı.