Mart ayının başında müjdelenen “normalleşme” ay sonunu görmeden sonlandı. Nisan ayından itibaren yaşama geçirilen kısıtlama ve yasaklar ise “normalleşmenin” ortaya çıkardığı faturayla gerekçelendirilmeye çalışıldı. Sağlık Bakanı artık kimsenin şaşırmadığı açıklamalarına bir yenisini ekleyerek Mart ayı boyunca virüsün bulaşma hızının arttığını söyledi. Hâkim sınıf klikleri böylece, lebaleb kongrelerden, cenazelere kendileri için “normalleştirdikleri” koşulları çalışmanın dışında her şeyi yasaklayarak ihtiyaçlarına göre biçimlendirdiklerini itiraf etmiş oldular. Bugün, “normalleşme de” dahil vaka ve ölümlerin artan seyrinde değişikliğe yol açmayan “kısıtlama” ve yasaklarla salgın artık kontrol edilemeyecek bir seviyeye ulaşmış durumdadır. Gelinen aşamada, salgın koşullarının “normalleşmesi” şöyle dursun vaka ve ölüm oranlarında ipin önde göğüslendiği günler yaşanmaktadır. Vaka sayıları 60 bini aşmış, 400’lere yaklaşan günlük ölümler dünyada Hindistan’dan sonra ikinci sıraya yerleşmiştir.
Öyle ki işçi ve emekçiler için yaşananlar üretimin zorunlu tutulduğu “savaş” koşullarından farksızdır. Dünyanın her yerinde sömürücü egemen sınıflar koruyucu hiçbir tedbir almadan işçileri öldürücü salgının önüne atmakta birbiriyle yarış halindedir. Bu yarışta Türk hakim sınıfları eline su dökülemeyecek hızda koşar adım öndedir.
Gelen her gün işçi ve emekçiler açısından geri de bıraktıkları günleri aratır durumdadır. İşçi ve emekçiler için kriz ve salgının diğer adı güvencesiz ve korumasız biçimde çalışmaktır. İşçi ve emekçiler salgında kölece çalışmaya zorlanmış, en temel hakları salgın bahanesiyle gasp edilmeye, çalışma koşulları ağırlaştırılarak, ücretler aşağıya çekilmiştir. Krizle birleşen salgın koşulları işçi ve emekçilerin haklarına, yaşamlarına saldırının kaldıracı yapılmıştır. Salgının başından itibaren açıklanan hiçbir “tedbir ve önlem” işçileri kapsamamış, kırmızıya boyanan salgın haritasında sadece birer rakam olarak yer ayrılmıştır. İşçiler, sömürünün çarklarını çevirecek en ucuz maliyet olarak görülmüş, gasp edilmiş haklarıyla, işsizliğe, yoksulluğa ve sefalete mahkum edilmiştir.
Hakim sınıfların işçi ve emekçileri, halkı salgına karşı koruma önceliği olmadığı, olmayacağı, yaşananlarla birlikte yeterince anlaşılmış ve deneyimlenmiştir. İşçi ve emekçiler tüm hakları elinden alınmış şekilde salgınla derinleşen krizin çatlaklarını tıkayacak, daha diplere ulaşmasını engelleyecek dolgu malzemesi olarak işlevlendirilmeye çalışılmıştır. Vahşi sömürüyle biriken sermaye, burjuva feodal düzeni “zinde” tutmaya akıtılmaktadır. Bu maliyet her geçen gün daha da katlanmaktadır. İçte ve dışta süren ve gelişen her mücadelenin bastırılması, işçi ve emekçilerin kontrol altında tutulması, göbekten bağlı oldukları emperyalistlerin “razı” edilmesi ağır faturaya mal olmaktadır. Bu savaş ve saldırganlık bütçesinden aşı için pay ayrılması, işçi ve emekçilerin ücretsiz aşıya erişmesi hayal ötesidir. Virüsten korunmanın en iyi yolu işçi ve emekçiler için hala “yakalanmamaktır.” Hakim sınıfların işçi ve emekçilere vaat ettiği en maliyetsiz çözüm virüse “yakalanmamak” olmuştur.
Bahsini ettiğimiz gerçeklik öldürücü virüsün hakim sınıflar eliyle bir süre daha celladımız olacağı anlamına gelmektedir. Bu tablo elbette ki yaşadığımız ülkeyle sınırlı değildir. Sağlığı hak değil pazar olarak gören, salgın karşısında çöken sağlık sistemleriyle işçi ve emekçilere kitlesel ölümler yaşatan emperyalist kapitalist sitemden medet ummak hayal kurmaktan farksızdır. İlaç tekellerinin hali hazırda geliştirilen aşıların patentine sahip olma kavgası salgının etkisini kırmak için süren tartışmalara çakılıp kalmış durumdadır. İlaç tekelleri yatırdıkları sermayeyi güvenceye alacak patent ve pazar payını garantileyinceye kadar virüs öldürücü olmaya devam edecektir. Dünyanın yoksul ülkelerine ulaşan aşı miktarı ancak ayrıcalıklı sınıfları virüse karşı koruyacak yeterliliktedir. Ülkemizde olduğu gibi yönetici sınıflar sömürüden elde ettikleri kaynakları zenginleşmeye ve kriz halindeki ekonomilerini canlandırmaya ayırmaktadır. Hakim sınıflar halkın büyük çoğunluğunu aşılanmaya (%70) ne isteklidir ne de bunun için harcayacakları paraları vardır. Ocak ayından itibaren başlayan aşılama çalışmalarının üzerinden yaklaşık 3 aylık bir süre geçmesine rağmen Türkiye’de yapılan toplam aşı sayısı 19 milyon dozu geçmiş değildir. Bunun çok azı ikinci dozdur. Bu hızla süren aşılamanın en iyi ihtimalle 2022 yılının sonunda tamamlanması mümkün olabilir. Hakim sınıflar ne aşı tedariki ne de hızlı ve yaygın aşılama programını yaşama geçirebilir. Türkçesini söylemek gerekirse bugüne kadar yaptıkları yapacaklarının çapını yeterince ele vermiştir. Aşı tedariki ihaleyi alanları zenginleştirecek, işçi ve emekçilerin aşıya erişimi yılları bulacak ya da hiç mümkün olmayacaktır. Sokağa çıkma yasakları, göstermelik önlemler geçerli tek reçete olarak kalmaya devam edecektir.
Salgına karşı koruyucu tedbir ve önlemlerin mumla arandığı, aşıya erişmenin neredeyse imkansız hale geldiği koşullarda baskı ve yasaklar zinciri devreye sokulmaktadır. Salgında üretime zorlanan işçiler, sokağa çıkma yasaklarıyla iflasa sürüklenen esnaflar, işsiz ve sefalet içinde yaşayan milyonlar kızgınlık ve öfke halindedir. Hakim sınıflar baskı ve yasakları salgın gibi yaymaya, işçi ve emekçilerin sömürü düzenine karşı bağışıklığını güçlendirecek mücadeleden uzak tutmaya çalışmaktadır. İşçi ve emekçilerin yararına ve çıkarına olan hiçbir şeyin ne sömürücü sınıflar eliyle ne de bekleyerek gelmeyeceği açıktır. Haklarımızı sadece örgütlenerek, mücadele ederek, baskı ve zulme göğüs gererek, karşı koyarak alabiliriz. Yasaklara isyan ederek haklarımız, geleceğimiz ve özgürlüğümüz için, 1 Mayıs’ın direniş ruhuyla mücadele bayrağını yükseklere kaldıralım!