9 Aralık 2016 yılında “FETÖ ve PKK adına suç işlediği” gerekçesiyle tutuklanan ABD’li rahip Andrew Brunson, 12 Ekim günü yapılan duruşmasının ardından tahliye edildi. Tutuklanma gerekçeleri, ABD vatandaşı oluşu, daha sonraki süreçte ABD tarafından Türkiye’ye ciddi yaptırımlar uygulanma gerekçesi olması ve tahliyesiyle oldukça fazla gündem olan ve tartışılan Rahip Brunson olayı, bir kez daha bizlere TC devletinin yarı-sömürge durumunu çıplak bir şekilde göstermiştir.
15 Temmuz 2016 yılında yapılan darbe girişiminin ardından, alakalı alakasız on binlerce kişi AKP hükümetinin talimatları doğrultusunda tutuklandı, görevlerinden alındı, işkencelere maruz bırakıldı. AKP`nin kendi lehine iyi gitmeyen durumu bir anda tersine çeviren bu darbe girişimi, aynı zamanda devletin nasıl yönetildiğinin ve yapılan pisliklerin de bir anlamıyla açığa çıkmasına vesile oldu. Ordusundan, polisine, meclisinden, yargısına, eğitim sisteminden, sporuna kadar, her alanda ahlaksızca, pervasızca, faşistçe uygulamaların yapıldığı (bizler tarafından zaten biliniyordu) belli boyutlarıyla açığa çıktı. Bunların bu düzeyde açığa çıkarılmasının nedeni de, elbette AKP’nin Gülen Cemaatiyle girdiği çatışmadan kendini sıyırması ve yapılan bütün pislikleri “FETÖ’cüler yaptı” diyerek aklamaya çalışmasıdır.
Tam da bu süreçte, (bir pazarlık konusu olarak da olabilir, bir savcının işgüzarlığı da olabilir ya da kendilerince efendiye bir gözdağı, kendi yandaşlarına bir kaşık bal da olabilir) Rahip Brunson tutuklandı. İzmir Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan iddianamede, din adamı görüntüsü altında söz konusu terör örgütleri adına suç işlediği ve genel stratejileri kapsamında eylem birlikteliği içinde olduğu, örgütlerin amaçlarını bilerek ve isteyerek iş birliği yaptığı belirtilmişti. Buna dayanak olarak ise, Brunson’un Gülen Cemaati’nin Ege Bölgesi imamı olduğu iddia edilen Bekir Baz denen şahısla ve yardımcılarıyla defalarca mesajlaşması gösterilmişti.
Rahip Brunson denen kişinin kim olduğu, ne ile suçlandığının ötesinde, bunun üzerinden yapılan pazarlıklar, tehditler, oyunlar ve neticede de yarı sömürgeliğin getirdiği efendi-uşak pozisyonu üzerinden bir realitenin yeniden açığa çıkmasıdır. Her olaydan sonra “Eeeyyy”le başlayan cümlelerle, emperyalistleri ve onların başkanlarını, başbakanlarını tehdit eden Tayyip Erdoğan, her seferinde bu “tehdit” ettiği ve “had bildirdiği” efendilerin yanına varınca da, el pençe divan duran, tükürdüğünü anında yalayan pozisyonuyla nam salmıştır. Son Rahip olayında da yine benzer bir durum söz konusudur.
Tayyip Erdoğan 11 Ocak 2018 günü muhtarlar toplantısında Rahip Brunson’u kastederek ABD’ye yönelik yaptığı açıklamada, “Kusura bakma sen bunu vermiyorsan (Fethullah Gülen’i kastederek) bundan sonra sen bizden herhangi bir teröristi istediğin zaman, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın. Açık konuşuyorum, kardeşlerim karşınızda ne Osmanlı’nın hasta adamı, ne cumhuriyetin çömez devleti, ne 1970’lerin, 1990’ların güçsüz ülkesi var, artık karşınızda Cumhurbaşkanından muhtarına kadar 2023 hedeflerine kilitlenmiş, 2053 ve 2071 vizyonuna inanmış bir millet var”demektedir. Yine üst perdeden, yine haddini bilmeden esip gürlemiştir sesinden öte hükmü olmayan Tayyip Erdoğan.
Türkiye emperyalistlere göbekten bağımlı, yarı-sömürge bir ülke pozisyonundadır. En kaba açıklamasıyla, ekonomik açıdan emperyalizme göbekten bağımlı, siyasi açıdan ise, görünürde devlet bağımsızlığına sahip olmalarına rağmen, ekonomik ve askeri açıdan bağımlı olduğu için bu durum bağımsızlığın sakatlandığı durum olarak da tanımlanabilir. Yarı-sömürge ülkelerin ekonomisi emperyalistlerce kontrol edilmekte ve devlet sınırları içindeki bütün alanlar emperyalistlere pazar, hammadde kaynağı, sermaye ihraç alanı vb. görevi görmektedir.
Tayyip Erdoğan’ın bu gürlemelerine karşılık, ABD Başkanı Trump, bir sosyal medya paylaşımında, “ABD, Türkiye’ye büyük Hristiyan, aile adamı ve mükemmel bir insan olan Pastor Andrew Brunson’un uzun süreli tutukluluğu için büyük yaptırımlar uygulayacak. Bu masum inanç adamı derhal serbest bırakılmalı” ifadelerini kullanmaktaydı. Yine devamında, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, İsrail ziyareti sırasında Reuters Haber Ajansı’na verdiği röportajda, “Türk hükümeti Pastor Brunson’u serbest bırakmama konusunda büyük bir hata yaptı. Her gün bu hatayla devam ediyor. (Türkiye) NATO müttefiki Batı’nın bir parçası olarak doğru şeyi yaparsa ve Pastor Brunson’u şartsız serbest bırakırsa kriz anında biter” diyordu. Esasta ABD söylediğinin arkasında durarak, TC`ye belli yaptırımlar uyguladı. F-35 savaş uçaklarının satışını durduran ABD, diğer yandan dolar kuruna müdahaleyle, TL’nin dolar karşısında erimesine, dolayısıyla da ciddi bir krizin başlamasına vesile oldu.
İşin esasına baktığımızda, Rahip Brunsonùn tutuklanması üzerinden koparılan fırtına işin sadece görünen “popüler“ kısmı. İşin arka planında yatan ise, Suriye özelinde somutlanan, Ortadoğuya dair yaşanan çelişkiler ve çatışmalardır. ABD`nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Suriye’de yaşananlardan sonra büyük oranda sekteğe uğradı. Aynı zamanda bu TC’nin bir takım planlarının da boşa çıkması anlamına gelmektedir. Bulunduğu yeri unutup, pastaya balıklama dalmaya çalışan TC, her seferinde kafasını masaya vurdu. Kendi başına bölgede bir güç olmaya çalışan, bu anlamıyla da, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanarak kendini var etmeye, söz sahibi olmaya çalışan TC, ABD ile ipler gerilince Rusya’ya, onlarla gerilince AB ülkelerine, ordan da bir şey çıkmayınca ucu Çin’e kadar varan geniş bir yelpazede ittifak arayışlarına girdi. İran, Suriye ve Irak’a yönelik yaklaşımlarda esasta ABD ile çelişen politikalar izlemeye başladı. Yine yaptırımlar ve elindeki kozları kullanmaya başlayan ABD tarafından tehdit unsuru olarak kullanılan ve AKP ve Tayyip Erdoğan’ın korkulu rüyası haline gelen, Rıza Sarraf davasında eski bakan Zafer Çağlayan hakkındaki tutuklama kararı, Halkbank’a kesilen ceza, Washington’un İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e yaptırım kararı, Fethullah Gülen’in iadesinin yapılmaması, İstanbul Konsolosu’nun tutuklanması ve Rahip Brunson’un tutukluluğu, var olan gerginliği iyice tırmandırmaktaydı.
AKP hükümeti ve Tayyip Erdoğan’ın kuyruğu dik tutma çabaları bir süre devam etti. Ama unuttuğu bir şey vardı ki, bağımlılık meselesi öyle laftan ibaret değildir. İpleri biraz sıkınca emperyalistler, içinden çıkması zor ekonomik krizlerin içinde buluverdi kendini AKP hükümeti. Bu anlamıyla da, istenilenleri yine tıpış tıpış yapmak zorunda kaldı. Önce ekonomik krizi çözme işini bir Amerikan firmasına verdi, sonra da, Rahip Brunson’u tahliye ederek evine yolladı.
Tayyip Erdoğan’ın, Trump’un “Rahibi tahliye edin” çağrılarına verdiği yanıt sürekli, “bağımsız yargımız var, biz bir şey yapamayız” şeklinde oldu her zaman. Ama işler yolunda gitmeyince bir kez daha gördük ki, bağımsız yargı diye bir şey yokmuş aslında. “Nasıl ki Türkiye’de 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin başı olan Fethullah Gülen’i ABD iade etmiyor, konunun yargıda olduğu gerekçesini öne sürüyor, rahip Brunson’un da durumuyla ilgili gerekçemiz aynıdır” , “Rahip Brunson da casusluk ve FETÖ ile irtibat sanığıdır. Cezası ağır suçlardır bunlar…” bu sözler AKP yetkililerine aittir. Madem bağımsız bir yargınız var, neden bu tür açıklamalar yapıyorsunuz diye sormazlar mı? Her zaman olduğu gibi, yargı, bağımsızlık vb. konular üzerine göz boyamaya yönelik tiyatro oyunları oynandı, yiyenler için AKP sıkı pazarlıkçı, koskoca ABD’ye kafa tutan güçlü bir ülke görünümündedir. Ancak gerçekleri görenler için ise, efendisine kafa tutup, kendine yeni efendi(ler) arayan uşağın, efendinin izin kağıdını imzalamadan bir şey yapamayacağını anlayana kadar ki, manasız çırpınışlarına benzeyen TC’nin vahim halinden başka bir şey değildir yaşananlar. ABD bir rahip için, stratejik planlarında önemli misyonlar yüklediği TC`ye bu kadar yüklenmez normal durumda. Basına bile yansıtmadan, küçük bir gözdağıyla işi çözebilirdi.
Ancak, AKP’nin kendini dev aynasında gören kibri ve bölgede önemli bir güç olduğunu ispatlama girişimleri, doğallığında bölgenin “süper gücü“ iddiasındaki ABD’nin tepkisine neden olmuş ve haddini bilmesi için de, Rahip Brunson’un durumu kullanılarak bir ayar verilmiştir.
*Bu yazı 25 Ekim tarihli Yeni Demokrasi gazetesinin 21. sayısında yayımlanmıştır.