Emperyalizmin yaşadığı ekonomik krizin gün geçtikçe derinleşmesi, pastanın büyümemesi hatta küçülmesi devletler arası kriz, çatışma, yaptırım ve savaşları da derinleştirmekte. Çok boyutlu bu krizden çıkışın normal yoldan bulunamaması, yeni ve olağandışı yollara başvurulması mevcut çelişkileri daha da keskinleştirerek daha önce atılmayan adımların önünün açılmasını getirmektedir. Saflaşmada özellikle başını ABD ve İngiltere’nin çektiği “Batılı emperyalistler” kutbunun krizle birlikte daha zaaflı hale gelmesi, ekonomik-siyasî ve askerî anlamda yeni “hegemon güç” olmak isteyen diğer tarafın da iştahını kabartmaktadır.
Kriz ve etkilerinin oldukça yoğun olduğu bir süreçte Ukrayna’nın doğusunu işgal eden Rusya’nın attığı adımlar ve karşılaştığı yaptırımlar da bahsi geçen sürecin önemli bir gündemi olmaya devam etmektedir.
Emperyalistler arası güç mücadeleleri ekonomik ve siyasî birlikler üzerinden de sürmektedir. Emperyalistler geleneksel ortak platformlarda bilek güreşi yaparken kendi ittifak güçleriyle daha güçlü hareket etmeye odaklanıyor. Devletler arası ekonomik, siyasî zirvelerde yürüyen tartışmalara ve bu tartışmaların konusu olan gelişmelere yönelik tutumlar bu açıdan özel bir ilgiyi hak ediyor.
Bu süreçte BRICS Zirvesi’nden sonra 19 Kasım’da Brezilya’da G-20 Zirvesi gerçekleşti.
Batılı emperyalist odakların zirvesi olan G-20 “Adil Bir Dünya ve Sürdürülebilir Bir Gezegen İnşa Etmek” şeklinde oldukça iddialı bir sloganla gerçekleştirildi. Dünyanın “en gelişkin” 20 ekonomisine sahip devletin temsilcileri bu zirvede bir araya geldi. Emperyalist sömürü ve talan sisteminin sürdürülmesine odaklı bu zirve, bağlayıcı kararlar alamayan emperyalist odakların güç mücadelesinin arenası durumundadır. Bu yıl gerçekleşen toplantıda ortak deklarasyonun dahi yayınlanamayacağından söz ediliyordu. Zira ABD ile Rusya ve Çin arasındaki gerginliklerin bu oluşumun ekonomik ve siyasî meselelere dair fikir birliğine varmasını zorlaştırdığı değerlendirilmektedir. Yer yer kapışmalara da sahne olan bu zirvede devam edegelen ortaklık kendi içinde sorunlar biriktirmektedir. Beklenenin aksine ortak deklarasyon yayınlansa da ekonomik ve siyasî gelişmelerde ortaklaşamamanın hatta çatışmanın büyüdüğünü gösteren bir tutum ortaya çıktı. Orta Doğu, Doğu Avrupa, Afrika gibi çatışmanın ve gerginliğin olduğu yerlerde kime söylendiği belli olmayan “barış” sözcükleri havada uçuştu. G-20 zirvelerinin bir süredir, sadece devletler arası görüşmelere yataklık eden bir rol üstlendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Etki düzeyi ve G-7 ülkelerinin yarı sömürgeleri için “yönetişim” aracı işlevi de Rusya ve Çin’in artan etkinliğiyle berhava durumda.
Tam da kaybolan işleviyle G-20’nin etkisizliği BRICS’in taze ve dinamik bir yapılanma olarak daha fazla göz çarpmasına yol açmaktadır. Her ne kadar BRICS hâlâ güçlü bir ekonomik birlik değilse de daha homojen olmakla Çin ve Rusya’nın belirleyici konumlarından kaynaklı G-20’ye nazaran daha işlevlidir.
AB, IMF, NATO vb. emperyalist birliklere alternatif olarak oluşturulan ve esasta, kendi tabirleriyle Batı’nın “tek hâkim” rolünü kırmayı hedefleyen, temelini ekonomik ilişkilerin oluşturduğu BRICS hem bileşenini güçlendirerek somut adımlar atmasıyla hem de siyasî birlik olmak adına girişim ve arayışlarıyla birlikte önemli tartışmalara konu olmaktadır. Bugün bu tartışmalar, kâğıt üzerinde kalmaktan çıkıp somut yaptırım ve tavırlara da dönüşmüştür. Ukrayna işgalinden sonra Rusya’ya karşı atılacak adımların “meşruiyet” kazanmasıyla birlikte ABD ve AB’nin, bu kriz ortamında karşısında gördüğü en önemli güçlerden biri olan Rusya’ya saldırısı anlaşılırdır. Ancak Rusya’nın da başta Çin ve İran olmak üzere birçok devletle olan ilişkileri, bu ilişkilerde bir güç oluşturması, olmadığı yerlerde dirsek temasını sürekli tutması, yaşanan çelişkiyi daha kapsamlı boyuta getirmekte, birçok devleti de içine çekmektedir.
Bu noktada Rusya’nın elini güçlendiren bir ekonomik olgudur BRICS. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, İran gibi devletlerden sonra son katılımlarla birlikte BRICS grubunun toplam nüfusu dünya nüfusunun yüzde 45’ini oluşturmaktadır. Bununla birlikte dünya ekonomisindeki payıyla G7’yi ve AB’yi zorlamaktadır. Özellikle Rusya’nın siyasî ve askerî açıdan ortaya koyduğu rekabet, Çin’in ise ekonomik alanda yarattığı rekabet ve Pazar mücadelesiyle ciddi bir kapışma odağı durumundadır. Fakat BRICS ülkelerinin ekonomik açıdan büyüklüğü kişi başına düşen gelir, sermaye ve teknolojik gelişkinlik açısından bakıldığında G-7 ve AB’nin çok gerisindedir. Bu yönüyle rekabet gücü de nitelik açıdan zayıftır.
Rusya ve Çin önderliğinde BRICS grubunun, dünya ekonomisinde en önemli söz sahibi olan IMF’ye uluslararası banka transferleri/işlemleri anlamında Swifte alternatif olan projeleri, yine ABD dolarının hegemonyasına karşı Çin önderliğinde gelişen ikili para birimi anlaşmaları süreci iyice “gerginleştiren” pratikler olmaktadır. Buna karşı özellikle Ukrayna işgalinden sonra Batılı emperyalistlerin Rusya’ya dönük başlattığı yaptırımlar da daha da sertleşmiştir. Rus doğal gaz ve petrol ihracatının ana bankacılık kanalı olan Gazprombank’a zaten yapılan ufak çaplı yaptırımların son süreçte Gazprombank’ın ABD bankacılık sisteminden fiili olarak çıkartılmasıyla sonuçlandı. Bu yaptırımın ABD ile sınırlı kalmayarak birkaç başka devlette de geçerli olacağı da açıklandı. Yapılan bu yaptırımın bir etki gösterdiği aşikâr ancak karşılığının ne düzeyde olduğu tartışmalı durumdadır. Rusya’nın BRICS üzerinden kurduğu ekonomik ilişkiler, bulunduğu savaş sürecinde ekonomik anlamda yıpranmasını engellemektedir. Son gelişmelerle Rusya’nın elinin güçlendiği söylenebilir. Bununla beraber tek tek ilişkide olduğu Çin ve İran’ın gücünü koruyarak sürece hazır olduğu da görülmektedir. Çin ve S. Arabistan arasında yapılan 50 milyon yuanlık SWAP anlaşması muhtemeldir ki sadece iki ülke ilişkisiyle sınırlı kalmayacaktır. Orta Doğu’da farklı devletlerle bu anlaşmalar yapılması ve kendilerine bağlanması hedef dahilindedir. Yine BRICS bileşeni olan Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ın bölgedeki etki ve önemi de azımsanmayacak düzeydedir. Buna karşı ABD ve AB kampının görece daha zayıf kalması onları tamamen güçsüz de kılmamaktadır. Tartışmalı olsa da etkisini bir biçimde gösteren yaptırımların süreceği zayıf bir ihtimal değildir. Yine ABD’nin “karşı kamp”ta kurulan birlikteliğe tepkisiz, müdahalesiz kalmayacağı da açıktır. Öyle ki halâ ABD yarı sömürgesi olan Hindistan’ın BRICS’te yer alması “ABD’nin suretinin BRICS’te yer alması” olarak da yorumlanmaktadır. Son katılımlarla bu suretin arttığını söylemek yanlış olmayacaktır. Böylece ABD ve AB hiçbir gelişmesine hâkim olamadığı bir “düşman” profilini de kısmen ortadan kaldırmaktadır. Yine BRICS’e katılmak isteyen birçok devlet vardır ve bunların üyelikleri şimdilik beklemeye alınmıştır.
BRICS ekonomik olarak bir çekim alanı oluşturan özelliğe sahiptir. Ancak bunun ötesine geçme noktasında ciddi sorunlar yaşayacağı açıktır. Zira Batılı emperyalistler bu ticari ortaklığı uşak devletleriyle kuşatmakta ve bir yönüyle kendi sermayesinin de çıkarları için kullanmaktadır.