Uzun ve sancılı bir sürecin ardından İngiltere 43 yıl üyesi olduğu AB’den ayrıldı.
Brexit (Br: İngiltere’nin kodu / Exit: Çıkış, çıkma) adı verilen bu ayrışma Şubat başı itibariyle resmiyete büründü. Artık İngiltere AB üyesi değil. Bu durumun gerek Avrupa içinde gerekse uluslararası alanda emperyalist güçlerin mücadelesi ve dengeler açısından bir dizi sonuçları olacaktır. Her ne kadar eski “ihtişamlı” günlerinden uzak olsa da, İngiltere, askeri, ekonomik, siyasi gücü ve tarihsel birikimi ile önemli bir emperyalist kuvvettir. Avrupa’nın Almanya ve Fransa ile birlikte önde gelen güçlerindendir. Öte yandan Brexit, emperyalistler arası çelişkilerin de nasıl durdurulamaz bir biçimde devam ettiğini göstermesi açısından önemli.
Esasında “AB’den çıkış”, İngiliz hakim sınıfları arasında her dönem alıcısı bulunan bir fikir olmuştur. Hatta İngiliz emperyalizmi, bunu, AB ile yürüttüğü pazarlıklarda sıkça bir şantaj unsuru olarak da kullanmıştır. 2008 krizinin ardından AB’den ayrılma fikri İngiliz hakim sınıfları arasında güç kazanmaya başladı. Hakim sınıfların onayı ile 2016 yılının Haziran ayında yapılan referandumunda yüzde 52 oy oranıyla ayrılma kararı çıktı. Bu karar fiiliyata dönüştü ve İngiltere AB’den çıkış kararı aldı ama ayrılma sonrası düzenlemelere ilişkin AB ve İngiltere arasındaki anlaşmazlıklar Brexit’in gerçekleşmesini geciktirdi. Bir dizi başarısız pazarlık sürecinin ardından geçtiğimiz yıl İngiltere’de Boris Johnson’un iktidara gelmesiyle AB ile pazarlıklar yeniden başlatıldı ve taraflar uzlaştı. Nihayetinde, İngiltere’nin AB’den ayrılışı resmileşmiş oldu.
Hiç kuşkusuz Brexit, özellikle 2008 ekonomik krizinin ardından emperyalistler arası çelişkilerin ve rekabetin keskinleşmesinin bir ürünüdür. ABD hegemonyasındaki çöküş iyice görünür olmaya başladı. Rusya, Çin, Almanya gibi emperyalistler ise güçlenmeye devam etti. Bu durum emperyalistler arası güçler dengesinin bozulmasını ve dolayısıyla rekabetin de kızışmasına yol açtı.
Bu sistemde pazarlar güce göre paylaşılmaktadır lakin eşitsiz paylaşım yasası gereği, zamanla güçler dengesi değişmeye başlar. Bu dönemlerde pazarlar ve siyasi hegemonya adına mücadele de zirve yapmaktadır. Güçlenmeye başlayan emperyalistler, zayıflayanın aleyhine yayılmaya, etki alanlarını genişletmeye; zayıflayan ise elindekini korumaya, rakibini durdurmaya çalışır. Sonuç; gittikçe yıkıcı, iki tarafın hegemon olmaya çalıştığı bir güç mücadelesidir. Bugün olan da tam budur. Genel anlamıyla uzun bir süre ittifak halinde bulunan ABD ve AB’li emperyalistler ile yeni yükselen ve gittikçe güçlenen Rusya ve Çin emperyalizmi karşı karşıyadır.
Rekabet ve çelişkilerin keskinliği, ABD ve AB arasında ve hatta AB’nin kendi içerisinde çatlakların derinleşmesine, bu “kutsal ittifakın” dağınık bir görünüm sunmasına neden oluyor. Çatlaklar en çok da ABD ve Almanya arasında vuku bulmaktadır. Almanya’nın artan gücü ABD’yi ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Zira Almanya güçlendikçe ABD’nin gerileyişini fırsata çevirmeye çalışmakta, kendi etki alanını Avrupa içerisinde ve dünyanın geri kalan bölgelerinde, ABD aleyhine genişletmeye çalışmaktadır. ABD’nin “ittifak” içindeki liderliğini sorgulamakta, “ittifak” içerisinde daha çok inisiyatif talep etmektedir. Almanya’nın güçlenmesinden rahatsızlık duyan bir diğer emperyalist güç ise İngiltere’dir. Hatta Brexit’e neden olan da bu rahatsızlıktır.
Almanya, özellikle 2008 krizinin ardından krizde en az yıpranan güç olarak AB içindeki ağırlığını daha önce görülmemiş boyutlara taşımıştır. AB’nin politikalarının, strateji ve projelerinin belirlenmesindeki rolünü arttırmıştır. Doğallığında İngiltere de AB içinde kalmanın yükselen rekabette Almanya’ya karşı elini zayıflattığını görmüştür, zira vurguladığımız gibi AB bünyesindeki en büyük güç haline gelen Almanya, Avrupa Birliği’nin politikalarını büyük oranda kendi çıkarları çerçevesinde şekillendirmektedir. Oysa kızışan rekabet nedeniyle İngiltere ve Almanya’nın çıkarları uzun bir süredir olmadığı kadar farklılaşmıştır. İngiltere, AB içinde kaldığı müddetçe daha çok Almanya tarafından belirlenmiş politikalara, anlaşmalara uymak zorunda olacak bu da onun manevra alanını daraltacaktır. İngiliz emperyalizmini AB’den çıkmaya götüren esas neden de budur. İngiltere bu şekilde gittikçe yükselen emperyalist rekabete daha çok katılabileceğini, kendi çıkarlarına uygun pozisyon alabileceğini düşünmektedir. Bir anlamıyla Brexit, İngiliz emperyalizminin rekabete daha güçlü dahil olma hamlesidir. Bu çerçevede önümüzdeki süreçte İngiltere’nin daha aktif bir politika izleyebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hiç kuşkusuz Brexit’e en çok sevinen güç ABD olmuştur zira İngiltere’nin AB’den uzaklaşmasının, kendisine daha çok yaklaşmasına yol açacağının farkındadır. Dahası AB’de dağınıklık görüntüsünün oluşması, ABD’nin Almanya’yı dizginleme stratejisine de uygundur. AB’nin iki başat gücü Almanya ve Fransa, kuşkusuz bu dağınıklık görüntüsünden hiç memnun değildir ama İngiltere’nin ayrılışını AB üyeliğindeki etkilerini arttırmak adına kullanmak isteyeceklerdir. Nihayetinde Atlantik “ittifakındaki” bir tarafta ABD-İngiltere; öte tarafta, Fransa-Almanya şeklindeki ayrışma Brexit’in ardından kendini daha güçlü hissettirecektir.
Brexit’in emperyalist rekabetin var olan çelişkilerini derinleştireceği aşikardır, mevcut dengeleri belli oranda değiştirecektir. Tarih bir kez daha emperyalistler arası uzlaşının tali, rekabetin esas olduğunu göstermiştir. Brexit, hem bu rekabetin sonucudur hem de kızıştırıcı bir etkisi vardır. İngiliz emperyalizmi, Avrupa’daki krizin yükünü taşımamak adına birliği terk etmektedir. Kapitalizmde her daim kârda ortaklaştırılırken zararda kimse ortaklaşmaz. Bu nedenledir ki emperyalistler arası ortaklıklar, anlaşmalar, uzlaşmalar çıkar üzerine kuruludur. Çıkar söz konusu değilse ortaklığın, ittifakın hiçbir anlamı yoktur. İngiliz emperyalizmi de çıkarını AB’den çıkmakta görmüş ve 43 yıllık üyeliği bir çırpıda silip atmıştır.
“Emperyalizmin ekonomik koşulları, bakış açısından yani sermaye ihracı ve dünyanın ‘ileri’ ve ‘uygar’ sömürgeci güçleri tarafından paylaşılması bakış açısından, Avrupa Birleşik Devletleri, kapitalist ilişkiler altında ya olanaksızdır ya da gericidir…”
“Kapitalist koşullar altında Avrupa Birleşik Devletleri, sömürgelerin paylaşılması üzerine anlaşmakla eş anlamlıdır. Fakat kapitalist koşullar altında güç dışında başka türlü zemin, her türlü paylaşım ilkesi imkansızdır. Milyarder, kapitalist ülkenin ‘ulusal kazancı’nı başka birisiyle belli oranda, yani ‘sermaye miktarına’ göre bölüşebilir…” (Seçme Eserler, Cilt 5, Lenin, İnter Yayınları, sf. 149-150)
Brexit, “demokrasi havarisi” olarak gösterilen AB’nin söz konusu ekonomik ve politik çıkarlar olduğunda gösterildiği gibi olmadığını açığa çıkaran bir olgudur. Brexit, Avrupalı emperyalistlerin, Avrupalı ezilen halkların sömürüsünde ve dünya pazar alanlarındaki paylaşımında alacakları payda anlaşamamalarının kaçınılmaz sonucudur. Bu durum yeni ayrışmaların gündeme gelmesinin zemini ni güçlendirmiştir.
İngiliz hakim sınıflarının çıkarları doğrultusunda, İngiliz emekçi halkına da mâl edilen Brexit’in ne sömürüye ne baskıya ne de halkın çıkarına bir yararı olacaktır. Brexit ile İngiliz sermayesi Lenin’in vurgusuyla, kendi “ulusal kazancını” arttırmak peşindedir. Avrupalı, daha özelde İngiliz emekçi halkının kurtuluşu-özgürlüğü Brexit’le AB’den ayrılmakta değildir. Enternasyonal mücadele biçimiyle kapitalist-emperyalist sistemden tamamen ayrılmaktadır. İşte o zaman Brexit gerçek anlamına kavuşacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 5 Mart 2020 tarihli 56. sayısından alınmıştır.