Faşist diktatörlük, 24 Haziran 2018’de AKP-MHP egemen kliğinin organizasyonu, yönlendirmesi ve planlaması doğrultusunda “yel yepelek, yelken kürek” bir halde seçime gidiyor. Egemen sınıfların seçimlere gittiği siyasal koşulları ve onu bu sürece iten nedenleri doğru tespit etmek gerekmektedir. Egemen sınıflar özellikle 2015 Haziran seçimleri ve onun yok sayılması ile birlikte, “istikrarlı” bir yönetme arayışı adı altında, 1 Kasım seçimlerine giden süreç boyunca Kürt Ulusal Hareketi ile “barış görüşmelerinin” sert bir savaşa evrilmesi, Amed, Suruç, Ankara ve daha bir dizi kitle eyleminde gerçekleşen katliamlarla korku, endişe ve istikrarsızlık ortamı yaratmaktan geri durmamıştır. Faşist diktatörlük kendi istikrarını halk yığınlarının baskılanması, katledilmesi, ablukaya alınması, nefes alamaz hale gelmesi, korku içinde örgütsüzlüğe mahkum edilmesinde bulmaktadır. Bundan sonrası ise bir “istikrar” değil, daha büyük bir kaos, daha güçlü faşist bir saldırganlık, egemen klikler arasında daha sert bir savaşım süreci olmuştur. Bu süreç darbe girişimi ve devamında OHAL ile halka yönelik sistemli saldırı, Efrin’in işgal edilmesi, muhalif tüm güçlerin meclis, medya, siyaset, bilim, akademi ayağında ağır bir baskıya maruz kalması şeklinde örgütlenmiştir. Bugün artık emperyalizmin neo-liberal akımına biat etmiş, bu çölleştirme, halkları sömürme, işgal ve talan politikası ile dize getirme yönelimini “demokratikleştirme” diye süsleyip pazarlayan liberal tayfanın bile içinden geçtiğimiz koşulları faşizm olarak nitelendirdiği bir süreç yaşanmaktadır. Liberal burjuva tayfanın dahi ikna olduğu faşizm koşulları içinde ayrıca bir seçim süreci yaşanmaktadır. Son 7 yılın seçim koşturmacasında esas ve belirleyici faktör Türk egemen sınıflarının siyasal krizi, kliklerin iç parçalanma kapsamında yaşadığı sorunlar ve faşist kliklerin sertleşen kapışması ve hiç kuşkusuz emperyalist güçlerle arasındaki sorunlar olarak tanımlanmalıdır.
SİYASİ KRİZİN BİR SONUCU OLARAK EGEMEN FAŞİST KLİKLERİN YÖNLENDİRDİĞİ VE YÖNETTİĞİ BİR ERKEN SEÇİM
Egemen klikler birbirini zayıflatmak, güçten düşürmek ve meşruiyet alanını genişletmek için seçimleri bir savaş meydanına çevirmiştir. Son yedi yıllık seçim savaşlarında faşist bloklar arasındaki mücadelede seçim için kullandıkları ajitasyon propaganda dilinin sertliği bu kliklerin nasıl bir mücadele içinde olduğunu göstermek açısından bir veri olacaktır. “Vatan, millet düşmanı”, “vatan haini”, “gayri-milli”, “terörist ve terörist destekçisi” vb. en ağır argümanlarla yürüyen bir seçim süreci yaşanmaktadır. Seçimler, kliklerin bir yandan birbirini zayıf düşürmeye diğer yandan da şovenizmi olabildiğince yükseltmeye hizmet ettiği bir araç olarak işlev kazanmaktadır.
24 Haziran seçimleri aynı zamanda 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra fiilen gömlek değiştiren sistemin anayasa referandumu ile buna bulduğu yasal kılıfın hayata geçirilmesini içermektedir. Bu bağlamda yönetme krizinin derinleşmesine, boyutlanmasına karşı sistemin daha işlevli hale gelmesi için yapılan değişiklerin bir türlü çare olamadığı ortamda yeniden bir seçimle bunu sağlama süreci yaşanmaktadır. Bu seçimler özellikle göstermelik olan “parlamentoya” bile yaşam hakkının verilmediği, legal siyaset olanaklarının tüm muhalif kesimlerine tutuklama ve baskı ile kapatıldığı bir ortamda gerçekleşmektedir. Hilenin, tek yanlı propagandanın, seçim sisteminin aldığı biçimin, faşizmin gemi azıya aldığı koşulların içinde yapılan bir seçim faşist kliklerin iki kanadının belirleyiciliğinin mutlak olduğu koşullar anlamına gelmektedir. Sistemin yaşadığı kriz ve sorunlar onları bu iki blok arasındaki güç savaşına sürüklemekte, geniş halk yığınlarını da bu bloklaşma içinde saflaştıracak bir politik iklime mahkum etmeye çalışmaktadır. Geri kalanları ise bu oyunda sadece “zevahiri kurtarma”, oyunlarının bir figüranı haline getirme meselesidir.
MECLİSTE ISRAR, SEÇİMLERE KATILIMDA KARARLILIK VE GÖZÜ DÖNMÜŞ PARLAMENTARİZM
7 Haziran seçimleri sonrası faşist diktatörlüğün oluşturduğu saldırgan ve tüm ezilen halk muhalefetini felç etmeye yönelik politikasına karşı, parlamento üzerinden inşa edilen demokratik muhalefet bloğu maalesef bu koşullarda faşist sistem için sadece bir garnitür olarak görülmektedir. Özellikle parlamentoda bu demokratik cephenin geliştirdiği mücadele; esas olarak paramparça olmuş ve artık sistemin sahiplerinin dahi ihtiyaçları için kullanmadığı mevziyi “korumaya” odaklanmıştır. 2015 Haziranı’ndan sonra HDP ekseninde oluşan; parlamentoyu etkin kullanma, bir araca çevirme ve Kürt meselesi için bir kürsüye dönüştürme olanakları ortadan kalktığı halde, izlenen siyaset parlamentarizme saplanmış bir çizginin tüm ana hatlarını göz önüne sermiştir. Parlamentoyu yaşanan faşist saldırganlık için bir mücadele mevzisi haline getirmek bir yana bu alana yönelik saldırıya ve parçalamaya yönelik politikaya karşı esasta cılız bir direniş söz konusu olmuştur. HDP bloğunun mecliste süreci karşılama olanağı kapatıldığı halde, halk yığınlarına bu olanağın hala varmış gibi gösterildiği tehlikeli bir politik çizgi oluşmuştur. Bu tehlikeli politik çizginin ürettiği ideolojik-siyasi hastalık ise sistemin ağır krizi ve sorunları altında devrimci durumun olgunlaşmasına karşı parlamentarizmi kutsaması ve öfkeyle dolu yığınları bu çizgiye biat eder hale getirme yönelimidir. Bu açık ve net bir şekilde geniş kitlelerin reformist, sistem içi bir yönelimle bilincinin bulanıklaştırılması, onun demokratik hak ve özgürlük taleplerinin bu şekilde “sakinleştirilmesi”, “uysallaştırılmasına” hizmet etmektedir.
Seçim dönemi boyunca hangi tipte propaganda yapılırsa yapılsın, hangi hak ve özgürlük talebi güçlü şekilde dillendirilirse dillendirilsin, bu durum sadece, halkın bu hak ve özgürlükleri kazanması için kullanması salık verilen seçim ve meclisin belirginleşmiş işlevsizliğinin güçlü etkisi altına girmesine hizmet edecektir. Faşist diktatörlüğün saldırganlığından bıkmış usanmış kesimler için, gerçekleşen bu seçim “Tayyip ve AKP’den” bir şekilde ama “hangi şekilde” olursa olsun kurtulmaya odaklanmış bir iklime bürünmüştür. Seçime gösterilen ilgi ve muhalefet motivasyonu buna odaklıdır. Hiç kuşkusuz bu odaklanmayı yöneten ve yönlendiren öğe, “AKP ve Tayyip”in uzun zamandır hükümet olma koşullarından da kaynaklı, eşyanın tabiatına uygun olarak CHP önderliğindeki diğer faşist bloktur. Seçimlerin esas ve belirleyici politik iklimi Tayyip ve AKP’nin düşürülmesi, sonrasında ise tüm kötülüklerin gideceğine dair tek yanlı siyasal şekilleniştir. Güç ilişkileri ve dengeleri içinde bu eğilimi ve yönelimi yöneten, etrafında toplamayı başaran, sevk ve idare eden ise faşist muhalefet blokudur. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki turlu sistemi bunun yönetilmesini kolaylaştırmakta, Tayyip ve AKP karşıtlığına odaklanan seçim iklimi ile halk yanlış bir yönelime sokularak öfke ve kininin bulanıklaşmasına neden olmaktadır.
Bu seçimleri boykot etmek, demokratik-ilerici ve sistemden bıkmış usanmış kesimleri bu iklimden koparmak, hem egemen faşist bloğun hem de bir bütün faşist diktatörlüğün ihtiyaç duyduğu saldırgan politikanın gerçek siyasal özünü ortaya koymak, doğru siyasal şekillenişi yaratmak için zorunludur ve hiç kuşkusuz doğru taktik politikadır.
Bugün bu doğru taktik politikadan devrimci, demokrat ve ilerici güçlerin “halkın eğilimi”, “halkla buluşma”, “halka doğruları anlatma”, “onları sokak için örgütleme” gerekçesi üreterek kaçtığını görmekteyiz. Bunun esas nedeni ise parlamentarist çizgiye demirleme ve ona hayranlığa evirilen hastalıktır. Doğru taktik politika ile sistemi tıkanmaya zorlama, halk kitlelerini önümüzdeki sürece hazırlama ve büyüyecek, derinleşecek politik ve ekonomik krize karşı sistem karşıtı mücadeleye çeşitlilik katma yerine, seçimlere kilitlenmiş, umudu orada yaşanacak değişime havale eden bir tutum söz konusudur. Bu hiç kuşkusuz sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarından kopuk, boş hayallerle kitlelerin şekillenmesine hizmet eden, süreci bir sonraki aşamada karşılamada cüretli bir ideolojik şekillenişin önündeki engellerdir.
BOYKOTU LENİN’LE VURMAYA ÇALIŞAN KİMLİKSİZLEŞMİŞ “LENİNİSTLER”
Son söz sürecin öznesi olan Yurtsever harekete ve onun sadece destekçisi, kuyrukçusu olan, boykot tavrına karşı Lenin üzerinden parlamento güzellemeleri çıkaran, devrimci-demokrat güçlere olsun. Yurtsever hareket seçim politikasını her durum ve koşulda katılım ve mecliste bulunma üzerinden inşa ederek tek yanlı bir taktik politikaya kendini mahkum kılmıştır. Bu yaklaşım, özellikle HDP projesiyle birlikte Kürt meselesinin bu olanaklar üzerinden “hâl yoluna gireceği”, silahlı mücadelenin açığa çıkardığı çelişkinin ve oluşacak dengelerin bu kanaldan bir sistemiçilikle ve uzlaşmayla gerçekleşeceği siyasi çizgiyi inşa etmiştir. Bu kuşkusuz Kürt meselesinin anayasalcı, reformcu, sistem içi çözüm arayışının politik karakter kazanmasıdır. Yurtsever hareketin ulusal sorunda belirlediği bu hedef demokratik karakterlidir. Bu mücadelesi ile dayanışma içinde olmak, demokratik kazanımları için onlarla birlikte bir savaşıma girmek gereklidir. Ancak onun bu çizgisine kayıtsız şartsız destek olmak, kendi siyasi çizgisini buna yedeklemek tam bir kuyrukçuluk ve mahkumiyet olacaktır.
Bugün birçok devrimci hareket bu çizginin basit bir eklentisi olmuş ve bunu demokrasi mücadelesi, parlamentoyu kullanma ve kendi devrimci çizgisini bu şekilde kitleye anlatma olarak pazarlamaktadır. Boykota karşı ise Lenin yoldaşın yaygın şekilde kullandığı parlamentoya girme ve seçime katılma yönlü taktik politikayı çıkarmaktadır. Ancak Lenin’in seçimlere katılma dışında da somut durumun somut tahlili doğrultusunda taktik politika olarak boykotu kullandığını unutmaktadırlar. Seçimlere katılım, boykot ya da hiçbir taktik politika bir formülasyona, bir genellemeye sığdırılamaz. Taktik politika somut koşulların somut tahliline dayanır ve bütün amacı geniş kitleleri devrimci-komünist çizgi ekseninde şekillendirmektir. Diğer bir nokta ise Lenin yoldaş her şeyden ve her şeyden önce seçimleri ya da parlamentoyu kendi siyasi çizgisini, yönelimini, ele alışını doğrudan en etkili ve en güçlü şekilde uygulama olarak görür. Seçimlere katılımda ve parlamentoyu kullanmada kendi çizgisini basit bir destekçiliğe, eklemlenmeye, niteliği sistem içi arayış olan ittifaklara bağlı ve bağımlı kılmaz. Bu bağlamda kendi siyasi örgütlenmesiyle, adaylarıyla ve doğrudan kendi araçlarıyla geniş kitlelere ulaşıp, tarihsel olarak işlevini kaybetmiş ancak politik rolü devam eden seçim ve meclisi kullanmayı esas alır. Lenin’in bu bağlamda en çok önemsediği bu yaklaşım yok sayılmakta, dayanışma ve destekçilik çizgisi, bağlı ve bağımlı olma hali, “aslında doğru taktik çizgi bu ama dayanışmak, yalnız bırakmamak lazım” ile şekillenen kimliksizliğe dayalı bir taktik politika belirlenmektedir.
Kuşkusuz salt dayanışma ve desteği içeren bu eksene oturmuş taktik politikalar da mümkündür. Bunu yadsımıyoruz. Ancak parlamentarizmde her durumda ve koşulda ısrar eden, bu aracı merkeze oturtan, bu aracın mücadeleyi ileriye değil geriye çekeceği koşullarda verilecek destek iyilik değil kötülük olacaktır. Doğruyu, açık ve kesinleşmiş doğruyu, tek yanlılığa dayanan dayanışma politikasının, sadece seçimlere indirgeyen bir yaklaşımın kurbanı haline getirmek olacaktır. Bu dayanışma taktiği eklenti haline gelmiş politik zayıflığın üstüne atılmış bir örtüdür. Oysa doğru taktik politika belirlendiğinde “ama”sı, “fakat”ı tali hale gelir. Özellikle müttefik güçler de dahil geniş yığınlar cüretli bir şekilde, endişesiz ve kaygısız bir hesapla bu doğru politikaya ikna edilmeye çalışılır. Burada gücün ve olanakların hesabı yapılamaz. Var olan güç ve olanaklarla doğru taktik politika için bir savaşım verilir. Bu komünist ve devrimcilerin asıl görevidir. Bu Lenin’in devrimci ruhunu yaşatmaktır. Doğru olandan kaçmak Lenin’le karşı karşıya gelmektir, güce tapınmaktır, doğruya değil güce hürmet etmektir. Bugün devrimci çevrelerde seçimlere yönelik tavırların önemli bir kısmı bu niteliktedir. Hiç kuşkusuz bu Lenin’in işaret ettiği komünist hatta değil küçük burjuva sınıfın siyaset yapma biçimine tekabül etmektedir.
Biz seçimlerde güç ve olanaklarımız ölçüsünde, doğru olan taktik politikayı hayata geçireceğiz. Kürt Ulusal Hareketi de dahil, seçime katılım gösteren tüm ilerici, devrimden çıkarı olan kesimlerin yanlış taktik politika belirlediğini ısrarla, kararlılıkla anlatma ve bunun mücadelesini vermeye odaklanacağız. Dostluğun, müttefikliğin gerekliliği olarak da bunu görüyoruz. Halk kitleleri bugün olabildiğince büyük bir kafa karışıklığı içindedir. Devrimci ve komünistlerin, demokrat ve yurtseverlerin görevi bu kafa karışıklığını çözecek, faşizme karşı daha güçlü mücadele azmi ve kararlılığını sağlayacak taktik politikalardır. Esas yönelime yoğunlaşmalı, bunun gerçekleşmesi için mücadele etmeli ve bu noktada tereddütsüz, cüretli ve atak olunmalıdır.
*Bu makale İşçi Köylü Kurtuluşu Dergisi 131. özel sayısından alıntılanmıştır.