Boğaziçi Direnişi tüm toplumsal mücadele alanlarını hareketlendirerek yeni dinamikler ve deneyimler kazandırdı. Bu direniş ile birlikte en başta orta ve ileri bilinç düzeyine sahip öğrenci gençlik kitlesi, özerk ve demokratik üniversite istemini sahiplendi ve mücadelenin temel talepleri arasına koydu. Bu bilinç öğrenci gençlik kitlesini beraberinde mevcut politik atmosferin ve mücadelenin içerisinde yer almalarını sağladı. Direnişin kitlelerde yarattığı bellek ve refleksler, önemli ölçüde parçada boğulmayan ve devrimci-demokratik tüm hak mücadelelerine karşı duyarlı bir politikleştirmeyi sağladı. Bu anlamıyla direnişin eylem ritminin düştüğü bu aşamada politik kazanımları artıracak bir hattı hayata geçirmek ve öğrenci gençliğin diğer parçalardaki itiraz ve öfkesini örgütlemek önemlidir.
ÖZERK-DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE MÜCADELESİNİN SÜREKLİLİĞİ SAĞLANMALIDIR
Bu anlamda ilk olarak kayyum karşıtı mücadelenin özerk-demokratik üniversite talebinde ortaklaşması sürecin örgütlenmesi için önemli bir adımdı. Çünkü onlarca üniversiteye kayyum-rektör atanması yeni bir durum değildir. Fakat öğrenci gençliğin ve diğer toplumsal kesimlerin birikmiş öfkesi, Boğaziçi ile birlikte açığa çıkmış ve sokaklara taşınmıştır. Boğaziçi Üniversitesi politik refleks gösterme ve eyleme geçme noktasında diğer üniversitelere nazaran “daha iyi” konumdadır. Üniversite bileşenleri tarafından “Boğaziçi Üniversitesi’ne dışardan rektör atandı ve üniversitemiz içerisinde yarattığımız kültürümüze bir saldırı var” olarak ele alınan bu durum aslında devletin üniversiteler üzerindeki baskıcı politikalarının yalnızca bir örneğiydi. Aynı anda 5 üniversiteye, ardından 11 üniversiteye daha rektör atandı. Boğaziçi’nin ses getirmesinin sebebi elbette ki üniversite bileşenlerinin bu saldırıya karşı savunma geliştirmeleridir. Bileşenler arasında “ideolojiler üstü” bir durumun olduğunu belirtenler de vardı. “İdeolojiler üstü” olduğu savunması aslında yaşamın her alanında devlet tarafından “haksızlığa”, “eşitsizliğe”, “ayrımcılığa” uğramış olan gençlerin beraberinde geliştirilecek refleksi de zayıflatmaktadır. Faşist devlete karşı birleşen öğrenci gençliğin birliğini parçalamaya çalışmaktadır. “İdeolojiler üstü” tanımlaması, kayyum-rektör atanmasının ardından devletin yönelimleriyle yanlış bir tanımlama olduğunu göstermiştir. LGBTİ+ kimliğine, örgütlü gençlere ve bir bütün mücadeleye yönelik saldırılar faşizmin direnişin toplumsallaşmasından duyduğu korkunun sonucu olarak şekillenmiştir. Kayyum-rektöre karşı direniş süreci özelde devletin faşist, kadın düşmanı, LGBTİ+fobik karakterini de kitleler nezdinde ortaya koymuş oldu. AKP-MHP faşist bloğu bu pratiğiyle bundan önceki politikalarını da hâkim sınıfların çıkarlarına uygun olarak yürüttüğünü gösterdi. Kampüsleri parçalama, yemekhane zamları, harç ve yurt ücretlerine yapılan zamlar, bilime ve üniversitelere ayrılan bütçenin dengesizliği, üniversitelerdeki erkek egemenliğini kurumsallaştıracak uygulamalar vs. Bu gerçeklikler ve açığa çıkan tabloyu üniversitelerdeki akademik-demokratik mücadelenin konusu haline getirerek ilerlemek kitleleri daha politik zeminlere çekecek bir hattır.
FAŞİZMİN SALDIRILARI VE ÖZELDE POLİTİK ÖZNELERİ HEDEFLENMESİ
Devletin saldırı ve sindirme politikalarının kendi sınıf çıkarlarına uygun olarak şekillendirdiğinden bahsetmişken bu saldırıların direnişin politik hedeflerini parçalamaya dönük olduğunu da söylemek gerekir. Gözaltı, tutuklama, ev hapsi, çıplak arama, aileye haber verme, LGBTİ+ kulüplerini kapatma, burjuva-feodal medyada ve sosyal medyada linç örgütleme pratikleri ve politikaları özel olarak devrimci ve örgütlü güçlere dönük uygulandı. Ev hapisleri yaygın olarak bu kesime dönük saldırının bir aracı haline getirildi ve sembolik tutuklamalarla “aba altından sopa” tüm mücadele güçlerine gösterildi. Bu saldırılar faşizmin baskıları karşısında direnişe politik nitelik kazandıracak ve eylem temposunu artıracak ve yaygınlaştıracak güçlerin etkisiz kılınmasına dönüktü. Ancak tüm bu saldırılara karşın devrimci gençlik mücadelesinin özneleri direnişe etki etmeye güç ve bilinç vermeye devam edecektir.
FAŞİZM AYAKTA KALMAK İÇİN SALDIRIYOR, DİRENELİM KAZANALIM!
Faşist-diktatörlük saldırılarıyla burjuva-feodal düzeninde LGBTİ+’lara, eşit-parasız-bilimsel-anadilde eğitim isteyen gençlere, hakları için direnen işçilere, kadınlara, Kürtlere, Alevilere ve emperyalist-kapitalist sisteme karşı olan kimseye yer olmadığını bir kez daha gösterdi. Kuşkusuz bu saldırı dozu ve pervasızlığı var olan politik-ekonomik krizinin bir yansımasıdır ve krizi derinleştirecek her direniş, onun büyük depreminin fay hatlarıdır. Bu sindirme politikaları ve saldırıları kimi zaman kitlelerde ve direnişlerde bir bilinç bulanıklığını yaratabilir. Bu bilinç bulanıklığı, hedefi şaşırmaya yol açar. Büyüyen öfkeyi ve çelişkileri yaratan sisteme yönelmeyen hedefler yaratabilir. Bu öfke, doğru hedefe yönelmediğinde güç kaybedecektir. Burada da hedefe, saldırıları yaratan sistem koyulmadığında öfke sönümlenmeye mahkûm olur. Boğaziçi’nde ireniş kararlılıkla sürerken hedefe sistemi ve onun yarattığı sorunları koyduğumuzda daha ileri bir politik bilince erişmiş ve kazanımlar elde etmiş oluruz.
Pandemi nedeniyle “eğitime” ara verilen lise ve üniversiteler, öğrenci gençliğin çelişkilerini derinleştirirken özellikle liseli öğrenci gençlik, eğitim sistemi ile devlet ilişkisini kavrama ve ona göre konumlanma girişimlerinde bulunmuştur. “Protesto” şekli sosyal medyaya hapsedilmiş olsa da (mevcut yasakları da göz önünde bulundurursak) okulların açılmasıyla bu birikmişlik sıralara taşınacaktır. Okul-ev fanusuna kapatılmış ve “dış” dünyayla kurulan ilişkilerin sınırlılığı içerisinde yaşamaya mahkûm edilmiş liseli gençlik, Boğaziçi ile oluşan hareketlilikten etkilenmektedir. Üniversite masallarının aslında hiç bahsedildiği gibi olmadığı, bunun bir kandırmaca olduğunu, kurtuluşun üniversiteye yerleşmek olmadığı bilince çıkarılmıştır. Çelişkilerin yalnızca lise ve üniversitelerde olmadığı, sorunların toplumun tüm kesimlerinde yaşandığı da gizlenemeyecek boyutlardadır.
Şovenizmle zehirleyerek kitleler içerisinde düşmanlaştırma yaratma istemleri geçmişe göre karşılık bulmakta zorlanmaktadır. İşsizlik, yoksulluk, kadın cinayetleri, eğitimde eşitsizlik, ezilen kimlik ve inançlara saldırılar öfkeyi büyütmeye devam etmektedir. Üniversiteler ve liseler de tıpkı sistemin zapturapt altına almaya çalıştığı ezilen kitleler gibidir. Birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır. Toplumsal mücadelenin gelişimine bağlı olarak üniversite ve liselerde de mücadele gelişmektedir. Bu bir savunma değildir, olmamalıdır. Egemenler saldırıların boyutlarını arttırarak kazanılmış haklara yönelmeye devam edecektir. Bir kültürü, mücadele geleneğini hafızalardan silmeye; hareketi belirli sınırlara hapsetmeye, güçsüzleştirmeye çalışacaklardır. En doğal istemi olan demokratik hak mücadelesine dahi saldırarak alabildiğine terörize etmektedir. “Kendi yağında kavrulamayan” kitleler parçadaki itirafların bütünle ilişkisi kurularak doğru sınıf perspektifiyle örgütlenmelidir. Ancak böyle direniş anlam ve ritmini bulabilir ve sisteme kalıcı darbeler vurabilir.