Eylül ayı gelmişti. Sonbahar doğaya ilk fırça darbelerini atmaya başlamıştı bile. ‘Sonbaharda Ovacık bir başka güzel’ diye düşündü Rosa. Baharda yeşilin her tonuna rastladığımız, her rengini doyasıya yaşadığımız doğa, artık kendini sonbahar renklerine hazırlıyordu. ‘Gerilla ne kadar şanslı’ diye geçirdi içinden: ‘doğadaki bütün renkleri yaşıyor; yaşamakla da kalmıyor, onun bir parçası haline geliyoruz…’
Munzurların gölgesinin ovaya yavaş yavaş düşüşünü izlerken birlikte yürüdüğü yoldaşlarını düşündü. Fırtınalara boyun eğmeden çoğalan filizler gibiydi yoldaşları da… En zorlu yolları birlikte yürümüşler, ne çok ateş çemberinden geçmişlerdi. Birlikte yeminler etmişler, umut dolu türküleri birlikte söylemiş, özlemlerini paylaşmışlardı… Az ötesinde kitap okuyup notlar alan Nubar yoldaşa baktı… Göz göze geldiler… Nubar yoldaş da sanki aklından geçenleri okuyormuş gibi ona baktı ve sıcacık gülümsedi.
Nubar yoldaş iyi tanıyordu Rosa’yı. Daha geçen gün, “İnsan tek başına güçlü değil. Sadece bilinç ve inanç değil aynı yola baş koyduğu, aynı şeylere sevinip üzüldüğü yoldaşları da güçlü kılıyor insanı.” demişti. Bu sözün anlamını düşündü… Gerillaya geldiğinden beri bu sözün ne kadar çok yaşam bulduğunu hatırladı. Şehit düşen yoldaşlarını düşündü… Sinan ve Rıza’da somutlaşan feda ruhunu… Çiğdem ve Nergiz’in düşmana ateş kusan mermilerindeki iradeyi… Sabaha kadar süren çatışmada Taylan ve Yusuf’un komutasındaki gerilla birliğinin silahlarıyla, birlikte söyledikleri son sözlerini… Aşkın, Bakış, Hakan’da somutlaşan cüreti… Sefkan’ın işkencelere rağmen susmayan sloganlarını düşündü. Nubar yoldaşın bahsettiği güç ve irade, yoldaşlarına bağlılık bu örneklerde ne kadar da yalın yaşanmıştı. Şu anda da yaşamın içinde benzeri birçok örnek yaşanıyordu. Halka yönelik topyekûn düşman saldırılarının yoğunlaştığı, düşmanın gerillayı imhaya yöneldiği bu süreçte; açığa çıkan güç ve savaşma iradesiydi, bu zorlu ama bir o kadar güzel olan yolu yürümemizi sağlayan…
“Zaman hâlâ akıp gitmekteyken ve insanlık yok olmaya itilirken kendi acılarının hesabını yapmak kime kalır ki. Sana mı bana mı? Elbette hiçbirimize. Bize kalan yok olmaya itilen yaşamımız için savaşmak, savaşmak…” (Rosa Hopa)
Rosa yoldaş, tam da söylediği gibi hesapsızca girdi yanı başında süren savaşa. Kendi acılarının hesabını yapmadan, kendi acılarını da halkın acılarının içine katarak, kelimenin tam anlamıyla tepeden tırnağa silahlanarak savaştaki yerini aldı. Acıların en yakından tanığıydı yaşadığı Dersim’de. Kendi tarihini kendi pratiğiyle yazmaya karar verdiğinde uçurumlarda kaybolan kadın çığlıklarına kendi çığlığını da katarak büyüdü. Kadının ancak savaşarak özgürleşeceğini anladığında hiç tereddüt etmedi. Kimsenin karanlıklara uyanmaması için sabahlara güneş oldu…
Anlatmak istediklerini derin bakan gözleriyle anlatabilen yoldaşlardandı Rosa. Sevincini de hüznünü de öfkesini de hiç gizlemeden yaşardı. İnanmak ve harekete geçmek, bilmek ve yapmak arasındaki o güçlü bağı çok çabuk kavradı. Kendi deyimiyle kendini gerillada yeniden yarattı.
17 yaşındaydı gerillaya geldiğinde. Genç yaşına rağmen bilge bir insan kadar etki uyandırırdı etrafındakiler üzerinde. İlk bakıştaki sert görünümünün altında gizli duran çocuk saflığı ve sevecenliği, sıcak yoldaş sohbetlerinde hemen açığa çıkıyordu. “İyi ki yoldaş olmuşuz” dediği, onu tanımaktan, yaşamının bir kesitinde birlikte paylaşmaktan onurlandığı ve gurur duyduğu yoldaşlar vardır her devrimcinin yaşamında; Rosa yoldaş eminim her yoldaşın yüreğinde böyle duygular yaşatmıştı…
Rosa yoldaş askeri olarak da gerillaya hızla uyum sağladı. Düşmanın hareket tarzına kafa yoruyor, bir eylem planı ya da fırsatı çıktığında kendini önermekten hiç çekinmiyordu. Şehit Muharrem (Yurdal Yıldırım) yoldaşın silahını almıştı gerillaya geldiğinde. Onunla arasında güçlü bir bağ kurmuştu bu silah; yoldaşın silahı elden düşmemişti ve onun elindeydi, Muharrem yoldaşın silahı onun elinde savaşmayı sürdürüyordu… Muharrem yoldaşı tanıyan ve onunla deneyim kazanmış, bir yerde onun deneyimlerini aktarmaya devam eden yoldaşlardan öğrenmişti: araziyi hızlı bir şekilde öğrenmenin yolu öncülük ve gidilen yolların kafada yeniden yürünmesiydi… O da bulunduğu gruplarda çoğunlukla öncülük yapıyordu. Her faaliyet dönüşünde, gece yattığında o gün yürüdüğü yolları düşünür, aynı yoldan geri gittiğini hayal ederdi Rosa. Böylece hem gidiş hem de dönüş yolunu kafasında iyice netleştirdikten sonra uyurdu. Böylece faaliyet yürüttüğü bölgelerde araziyi en iyi bilen yoldaşlardan oldu.
Rosa yoldaş için bu yürüyüşlerin başka anlamları da vardı. Yürüdüğü yolları sınıf mücadelesine benzetirdi. Gerillanın yürüdüğü yollar kimi zaman yokuş kimi zaman kayalık kimi zaman da daha düzdü. Yolda karşılaşılan her engel, tıpkı mücadele içinde yaşadığımız engeller gibiydi. Arazinin bütün ayrıntılarını öğrenmek, bulunduğun araziye hâkim olmayı, düşmana darbe vurmayı, daha güvenli ve geniş bir alanda hareket etmeyi sağlıyordu.
Kimi zaman da yürüdüğü yolları insanın kendi içine yaptığı yolculuğa benzetirdi. Bu yolculuk da öyle kolay değildi, çelişkilerle doluydu ve çözdüğü her çelişki, onu ulaşmak istediği hedefe yakınlaştırıyordu. Bunları düşünürken yine Nubar yoldaşın her zaman dediği “yola uzun bakmak gerekir” sözünü hatırladı. Yolun üzerinde elbette engeller olacaktı ama o yolun sonunda kazanacaklarını düşününce yoldaşlarıyla birlikte yürüdükleri bu yolun önemini bir kez daha duyumsadı içinde…
Bir yoldaşı