31 Mart yerel seçimleri yoğun seçim kampanyalarına rağmen halkta bir heyecan uyandırmayı başaramadı. Buna karşın ortaya çıkan sonuçlar tam tersi bir duruma işaret ediyor. Seçimlere katılım oranı yaratılamayan heyecanın, oluşturulamayan umudun bir sonucudur. Kitlelerin seçim yoluyla egemen faşist kliklerin mücadelesinde dolgu malzemesine dönüştürüldüğü, demokratik ortamın kırıntısının dahi olmadığı, seçim yarışlarında aynı sonuçları yaşamaktan bıkmış kitlelerin bunun sonucu olarak artık sandıktan umutlarını kesmeye başladığı koşullarda son seçim sonuçları faşist diktatörlüğün “demokrasi” oyununa yeni bir enerji ve dinamik katmış gibidir. Diktatörlüğün kitleleri yönetmek bakımından böyle bir sonuca ihtiyaç duyduğu bir süredir anlaşılıyordu. Bir önceki seçimde zirveye çıkmış olan tahammülsüzlüğün karşılıksız kalması, egemenlerin at değiştirmekten imtina etmesi kapsamlı bir hayal kırıklığına yol açmışken benzer bir akıbetin bu sefer de yaşanmasına izin verilemezdi. Nihayet faşizmin muhalif kanadı kitlelere bir nefes molası verdirebildi. Demokrasinin işlediğine dair o bilindik yalan için bir ortam oluştu.
31 Mart 2024 yerel seçimleri, 23 yıllık siyasi yaşamında ve 19 seçimlik maratonunda AKP’nin ilk yenilgisini aldığı seçimler olarak kayda geçti. AKP ilk defa seçim sonuçları tabelasında mağlubiyeti gördü. CHP ise tek başına ve “ittifaksız” girdiği seçimi, oylarını ciddi düzeyde artırarak ve birçok yeni belediye kazanarak yüzde 38’lik oy oranı ile birinci bitirdi.
Bu, aslında beklendik ama bir türlü ikna olunamayan bir sonuçtu. Bir önceki seçimde yaşanan hayal kırıklığı muhalif kesimde artık hayal kuramamaya neden olmuştu. Kuşkusuz beklenen “zafer” ortaya çıkan kadar büyük değildi, fakat herkesin gördüğü AKP-MHP blokunun siyasal ve ekonomik süreci yönetmekte ciddi sorunlar yaşadığı ve derinleşen kriz karşısında yönetenlerin ciddi ciddi güçten düştüğüydü. Erdoğan’da somutlaşan kimi “başarısızlık” ve “umutsuzluk” cümleleri buna işaret ediyordu. Geniş halk yığınlarında büyük bir öfke ve tepki oluşmuştu. Özgür Özel’in seçim sonuçlarına dair “zafer” konuşmasında dikkat çektiği gibi gençlerin ülkeden kaçmaması için bir neden yaratmak ya da onlara bir neden sunmak gerekiyordu!
İçerideki bu durumla paralel olarak dışarıda da artan sorunlar söz konusuydu, bir süredir emperyalist güçlerle egemen sınıflar arasındaki güvende irtifa kaybı vardı. Tayyip Erdoğan’ın kendi meşrebine göre belirlediği ve uluslararası düzeyde liyakat sahibi olmayan -ki bu bizimki gibi ülkelerde efendilerin ciddiye aldıkları bir husustur- kişilerle uyguladığı ekonomi programları istikrarsız, maceracı ve zavallıca girişimler olarak görülüyordu. Bu girişimler krizi derinleştirmiş, üretimdeki ve sermaye birikim modelindeki bağımlılıkla sakatlanmış çarpıklığa tüm bunlar eklendiğinde oluşan fatura olabildiğince ağır olmuştur. Bu durum kitlelerin yaşamsal ihtiyaçlarına doğrudan etki etmiştir. Süreç ülkenin yarı sömürge, yarı feodal ilişkilerinin doğurduğu iktisadi bozukluğa yeni krizler ekleyerek halihazırda baş edilemez bir ekonomik tabloya neden olmuştur. Emperyalist sermayenin tefeci cenderesinde kıvranıp durmakta olan sistemin derinleşen bağımlılığı çarkların dönmesinde yaşanan sorunları ötelenemez seviyeye getirmiştir. Bu durum hem emperyalist tekellerde hem de onların uşağı patron-ağalardaki belirsizlik ve güvensizlik iklimini pekiştirmiştir. Bu güçler için AKP-MHP blokunun güven verdiği iki konu vardı: Birincisi, kitleleri polarize ederek yöneten ve bu bağlamda onları örgütsüz ve hareketsiz kılmayı başaran politik kabiliyet; ikincisi ise dış politikada ve özellikle Orta Doğu’da vurucu bir güç olmaya hazır ve birçok ilişkide aracı olma özelliğine sahip olmaları. Bu, AKP-MHP faşist blokunun birçok başka nedenle birlikte egemen kuvvet olması için desteklenmesine yetmekteydi.
AKP-MHP ortaklığı bir süredir güven kaybeden, yönetme sorunu yaşayan ve toplumsal desteği sürekli ve istikrarlı şekilde azalan bir sürecin içindedir. Şaibeli sonuçlarıyla güven vermekten uzak 14-28 Mayıs seçimleri geniş bir kesimin sisteme olan bağlılığını zayıflatan bir durum yaratmıştı. Ayrıca her seçim ve kazandığı zafer sonrası halka büyük çaplı ekonomik ve siyasi saldırıları örgütleyen ve olabildiğince pervasızlaşan tutumuyla destek gücünü oluşturan toplumsal kesimlerin de güvenini kaybetmeye yüz tutmuştu.
Seçimlerin, faşist klikler arasında güç dengelerini yeniden kuran bir işleve değil oluşan güç dengelerinin sonuçlarını gösteren bir işleve sahip olduğu görülmelidir. Bu bağlamda AKP’nin seçim yenilgisini ve CHP’nin “tek başına” elde ettiği zaferi bu güç ilişkilerinin izini sürerek değerlendirmek gerekmektedir.
Seçim kampanyaları ve sürecin ele alınışında bu güç dengeleri arasındaki değişimleri irdelemek gerekmektedir.
Birincisi, son 15 yıllık seçim maceralarında kitlelerin faşist klikler tarafından politize edilmesinde en başarısız süreç yaşanmıştır. AKP-MHP blokunun süreci şovenizm ve beka sorunu ekseninde ele alan kampanyası kitlelerin yaşamsal sorunları duvarına çarpmıştır.
İkincisi, Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden seferber edilen muhalif kitle önceki seçimlere göre görece ilgisiz bir tutum göstermiştir. Bu temelde seçimler, faşist kliklerin kitleleri kendilerine yedekleme aracı olarak yetersiz kalmış, kitleleri bu yönde politize etme çabası yeterince karşılık bulmamış, bu bağlamda toplumsal kesimleri saflaştıran ve düşmanlaştıran tablo oluşmamıştır. Bu hem katılıma hem de oy verme eğilimine yansımıştır.
Üçüncüsü, özellikle ekonomik kriz ve yönetsel sorunların ürünü olarak kitlelerde mayalanan öfkenin sistem dışına çıkmasını engellemek amacıyla esas olarak 2019 seçimlerinde egemen sınıf klikleri arasında oluşan örtülü uzlaşı siyaseti, gene devletin alî çıkarları adına 2024 yerel seçimlerinde biraz daha güçlendirilmiş şekilde sürmüştür. Bu bağlamda devletin sahipleri olan egemen sınıf klikleri arasında süren mücadelede AKP-MHP’de temsiliyet bulan egemen klik, ekonomik krizin yarattığı etkilerle tavizler vermek zorunda kalmıştır.
Dördüncüsü, her seçimde ortaya çıkan şaibe ve hilelerin geniş kitlelerde seçimlere dair oluşturduğu derin bir güvensizlik söz konusudur. Egemenler için kitlelerin derinleşen krizle birlikte sistem dışı eğilimlere yönelme tehlikesi önemli bir sorun olarak ortaya çıkmadı. Bu bağlamda “güven tesis etme” meselesi AKP-MHP blokunu taviz verme noktasına taşımıştır. Böylece umutsuzluk ve beklentisizliğe kapılmış ve istenilen düzeyde politize edilemeyen kitleler bu seçimlerle birlikte yeniden sistem içine ve değişimin sandıkla olacağına dair iman tazelemek noktasına çekilmiştir.
Beşincisi, AKP-MHP blokunun ekonomik ve siyasi saldırganlığının seçimler sonrası daha da tırmanarak devam edeceğine dair beklenti ve Tayyip Erdoğan’ın bu seçimde “seçim ekonomisinden” uzak durması sandıkta iktidarın aleyhine sonuçlar üretmiştir.
Yani ekonomik ve politik krizi yönetmekte sorun yaşayan AKP-MHP bloku süreç boyunca güç kaybetmiş, skor tabelasına bu güç kaybı da yansımıştır.
Seçim sonuçları egemen klikler arasında süregelen mücadeleyi daha da kızıştıracaktır. Özellikle bir önceki seçimde “6’lı Masa” diye tabir eden politik aktörlerin silinmesi ve muhalefetin bir odağa doğru (CHP) merkezileşmesi durumu mücadelenin keskinliğini ve sertliğini etkileyecektir. Kitleler CHP ekseninde yalancı umutlara ve demokrasi rüyasına daha fazla inandırılacaktır. Bu bağlamda CHP Genel Başkanının seçim konuşmasında Türkiye Kürdistanı’ndaki “taşıma seçmen ve hilelere” vurgu yapması bunun ilk emareleri niteliğindedir. Bu vurgu aynı zamanda AKP-MHP’nin kayyım saldırılarına karşı bir barikat örme amacını taşımaktadır.
Seçimlerin sonuçları ekonomik ve siyasi kriz göz önüne alındığında erken seçim tartışmalarını daha fazla artıracaktır. Kitleler bu eksende politize edilerek yönlendirilecektir. Ancak egemen sınıf kliklerinin 4 yıl seçim olmayacak olmasına ve özellikle ekonomiye yönelinmesine dair ilk açıklamaları ve temennilerine CHP’nin kulağını kapatması mümkün değildir. Bu tartışma krizin boyutu ve klikler arası mücadelenin keskinliğine bağlı olarak önümüzdeki süreçte şekil alacaktır.
ŞOVENİZMLE MEŞRULUK KAZANMA HAMLESİ
Seçimin kaybedeni AKP lideri Tayyip Erdoğan hem seçim kampanyasında hem de seçim değerlendirmesinde ekonomik ve politik saldırılarına devam edeceğini açık şekilde göstermiştir. “Bölücü terör örgütüne ölümcül darbeyi mutlaka indireceğiz. Güney sınırlarımız ötesinde bir teröristan kurulmasına izin vermeyeceğiz” diyerek Kürt düşmanlığından taviz verilmeyeceğini beyan etmiştir. Bir süredir Irak Kürdistanı ve Rojava’ya yönelik saldırılarına zemin hazırlamak için yoğun bir diplomasi yürütülmektedir. “Teröristan” vurgusu faşist diktatörlüğün güvenlik ve beka kaygısının bir uzantısıdır. Kürt Ulusal Hareketini zayıf düşürme ve politik olarak teslimiyet koşullarını yaratmak için özel bir çaba içinde olacakları açıktır. Politik teslimiyeti ise ABD’nin bölge politikasına tam ve kayıtsız şartsız eklemlenmesi olarak okumak, durumu anlamak için gereklidir.
KLİKLER DALAŞINDA ÇORBAYA DÜŞENLER
Seçimlerde halk güçlerini oluşturan kesimlere de değinmek gerekmektedir. Reformist çizginin seçim ittifakları yaklaşımı ile daha fazla karakterize olduğu bir seçim süreci örgütlenmiştir. Toplumsal mücadelenin dinamiklerine dayanmak yerine düzen içi siyasetin olanaklarını kendi dar çıkarlarını gerçekleştirmek üzere kullanmayı benimseyen bir rota izlenmiştir. Devrimci demokrat hareket üzerinde orta burjuva siyasetin hegemonyasının daha güçlü hissedildiği bir seçim süreci yaşandı. Egemen sınıfların faşist partilerinin arasında yoğunlaşan seçim yarışında muhalif kanatla doğrudan ya da dolaylı ilişkiler kurmayı temel alan, diğer her şeyi buna hizmet etmek üzere kullanan bir burjuva siyaseti söz konusuydu. Bu siyaset tarzına ilk kez rastlamadık. Bu siyaset tarzı çok partili sürece girildiğinden beri vardır. Her seçim sürecinde “muhalefetle hareket ederek” demokrasi mücadelesinin gelişebileceği inancıyla davranan orta burjuvazi bir kez daha bu davranışı sergiledi. Devrimci mücadelenin geri düzeyde seyrettiği, proletaryanın ve yoksul köylülerin güçlü bir hareket oluşturamadıkları koşullarda tüm “ara sınıfların” egemen düzen siyasetinin kavgasında savrulmalar yaşaması beklenmedik değildir. Devrimci, radikal söylemlerine de tanıklık ettiğimiz bu kesimlerin halk kitlelerini peşinden sürükleme kapasitesi tam da koşullar nedeniyle yüksektir. Bu siyasi rotada hareket eden figürlerin geçici parlamaları halk kitlelerinin düzene olan tepkisini kendine çekebiliyor. Pragmatizmin berbat biçimlerine de şahit olduğumuz, halkın çıkarlarını kendi dar siyasi çıkarlarına alet etmekten çekinmeyen tutumlar seçimlerin son gününe kadar yüzünü göstermiştir.
Seçim sürecinin bütününde, seçime büyük bir hevesle katılan tüm halk güçleri kapsamındaki parti ve oluşumlarda orta burjuva siyaset tarzının etkisi güçlüydü. DEM Parti dışında bunların hiçbiri önemli bir kazanım sağlayamadı. Aksine bazıları ciddi yenilgiler de yaşadı. Elbette bir seçimle sınırlı olmayan varlıkları bu yenilgiler dolayısıyla ortadan kalkmayacaktır. DEM Parti’nin özgünlüğü gerçek bir halk hareketi olma özelliği de taşıyor olmasıydı. Partiye yön veren çizginin orta burjuvazinin çıkarları temelinde hareket etmesi partinin dayandığı halk gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Nitekim ısrarlı bir şekilde gücünü koruması, tüm saldırılara rağmen ayakta durma yeteneğini göstermesi onun bu gerçekliğinin sonucudur. DEM Parti dışında orta burjuvazinin siyasi rotasında ilerleyen tüm parti ve oluşumlar bir kez daha ittifaklar problemini tartışmak zorunda kalacaktır. DEM Parti’nin ise Meral Danış Beştaş şahsında görüldüğü gibi muhalif faşist kanatla ilişkiyi zorlamaya devam eden, bununla birlikte iktidar ile de temas aramayı sürdüren siyaseti elden bırakmayacağı söylenebilir.
Yerel ve merkezi ittifaklarla, kayyım tehdidine dikkat çekerek AKP’ye kaybettirme anlayışı kitlelerin rağbet göstermediği bir politik argüman olarak adeta tuz buz haline gelmiştir. TİP Zübükleşmiş kişilikleri aday gösterecek kadar gözü dönmüş bir siyasi çizgi izlemiştir. Dersim gibi alanlarda kurulan ilkesiz ittifaklar halkın tepkisiyle karşılaşmıştır. Nihayetinde bu seçimlerde reformist güçlerin mevzi genişletme projeleri açık bir yenilgi yaşamıştır. Bu güçlerin bir kısmı faşist partileri desteklemekten ve ittifak halinde oldukları güçleri yalnızlaştırmaktan geri durmamıştır. Bu güçlerin sosyal şovenizmin halk kitlelerini bölen saldırganlığını hiçe sayarak bu anlayışla iş birliği yapmaları affedilebilir bir politik suç değildir. Bu gerici anlayış büyük bir iştahla alanını genişletmiş ve kimi devrimci güçleri de suç ortağı yapmayı başarmıştır. Bu kesimlerin bu seçim sürecinde daha fazla politik kirlenme ve daha fazla burjuvalaşma hakkını kullanarak ideolojik olarak yenilgi yanında politik ve pratik olarak da yenilgi yaşadıklarını tespit etmek gerekir.
HALKI GERÇEK GÜNDEMLERİ ETRAFINDA ÖRGÜTLEYELİM
Ekonomik ve siyasi kriz içinde ciddi bir gelecek kaygısı yaşayan kitlelerin sorunlarının daha fazla artacağı açıktır. Mehmet Şimşek, seçim sonrası “Eylül 2023’te açıkladığımız Orta Vadeli Programımızı (OVP) güçlendirerek kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz. Ana hedefimiz olan enflasyonu kalıcı olarak tek haneye düşürmek için sıkı para, seçici kredi ve gelirler politikasına ilaveten kamuda harcama kontrolü yaparak tasarrufu ön planda tutacağız” açıklaması ile fiyat istikrarı ve enflasyon için daha güçlü saldırmak zorunda olduklarını ilan etmiştir. Bunun için ise halkın bağımsız hareketinin dizginlenmesi, örgütsüzlüğünün sürdürülmesi gerekmektedir. Bu görev için CHP’nin devreye gireceği açıktır.
Kitlelerin yalancı hayallerle aldatılması, sistem içinde tutulması için şimdi yeni şartlar oluşmuştur. Tüm gücümüzle kitlelerin bağımsız harekete doğru bilinçlenmesine yoğunlaşmalıyız. Seçimlerin aynı zamanda kitlelerde değişimin olmayacağına dair oluşan inancı tavsattığını, bunun devrim lehine kullanılmasının hayati olduğunu kavramalıyız. Bugünden tüm gücümüzle 1 Mayıs’a, işçi ve emekçilerin dayanışma ve mücadele gününe yüklenmeli ve kitlelere harekete geçme cesareti vermeliyiz.