Dünyanın birçok ülkesinde halklar başta ekonomik olmak üzere tüm alanlarda burjuva, gerici, faşist devletlerin saldırılarına uğramaktadır. Her saldırı halklarda öfke, tepki, derin hoşnutsuzluk yaratmakla kalmıyor, bazı ülkelerde günlerce süren direnişlere hatta ayaklanmalara yol açıyor. Kapitalist dünya sisteminin yaşadığı krizin sonucu olmakla birlikte bu saldırılar pandemiyle daha da belirginleşen yönetememe sorununun ürünüdür. Pandemi koşullarında ekonomik yapıdaki ciddi hasarlar belirginleşmiş, buna karşı alınan önlemler sistemin çürümüş yapısından kaynaklı hemen her yerde halklara saldırı olarak gerçekleşmeye başlamıştır. Pandemi olsun olmasın devletler hemen her yerde halklara saldırıları örgütlemek ve hayata geçirmek zorundaydı. Onların varlık nedeni zaten buydu; hâkim sınıfların gereksinimleri ancak bu saldırılarla karşılanabilirdi.
Kolombiya’da “Sürdürülebilir Dayanışma Yasası” adı altında örgütlenen ekonomik saldırıya karşı halk günlerce süren bir direniş sergiledi, pandemi gerekçe gösterilerek çıkarılmak istenen yasanın niyetini anlayıp krizin bedelini ödemeyeceğini yoksulluğu üretenlere ifade etti. Kolombiya halkının yoğun ve kararlı karşı çıkışı Kolombiya devletinin dünyada yankı uyandıran saldırısıyla sindirilmek istendi. Vahşi şekilde saldırarak onlarca kişiyi katleden, direniş mahallelerini ateşe veren, onlarca insanı kaybetmeye çalışan gerici Kolombiya hükümeti halkı sindiremeyince geri adım attı. Henüz saldırı sonlanmış değil; “Sürdürülebilir Dayanışma Yasası”nı geri çektiklerini açıklayan Devlet Başkanı Ivan Duque yeni bir vergi reformu düzenlemesi için “mutabakat” sözü verdi. Kuşkusuz tamamen örgütlü devlet karşısında halkın yetersiz örgütlülüğü bir handikaptır; bununla birlikte halktaki gerçek eğilim dikkat çekicidir ve belirleyici olan da bu eğilim olacaktır. Kolombiya’da günlere yayılan ve halkın derin ve çarpıcı öfkesini yansıtan gösteriler bize yakın geleceğin olağan bir özelliğini tanıttı. Farklı nedenlerle, beklenmedik zamanlarda gerçekleşecek olsalar da bu gibi gösterilerin artacağı şimdiden öngörülmelidir.
Yine bağımsız Filistin’e destek günü olarak kutlanan Kudüs Günü’nde Siyonist İsrail’in Mescidi Aksa’da namaz kılmak isteyen on binlerce Filistinliye saldırısında 31’i çocuk 146 Filistinli katledildi. Filistin direniş örgütlerinin bu saldırılara roketlerle karşılık vermesini Siyonizmin hamisi emperyalistler kınayarak bir kez daha gerçek karakterlerini gösterdiler. “Gerici”, “faşist”, “diktatoryal eğilimli Trump”a karşı eline demokrasi bayrağı tutuşturulan, hatta seçimi kazandığı için “büyük tehlikenin önünü almış kişi” gibi alkışlanan ABD Başkanı Biden İsrail’i kayıtsız, şartsız desteklediklerini açıkladı.
Ortadoğu’da “baskıcı yönetimleri dönüştürme” retoriğiyle gerçekleşen emperyalist müdahalelerin son durağı Suriye’de, 2011’de halkın demokrasi istemine dayanan isyanla başlayan kargaşa, devamında devrimci eğilimi bastıran ve en gerici güç odaklarının harekete geçmesiyle emperyalist
saldırganlığın merkezi haline geldi. Suriye’nin emperyalistlerin bu kez doğrudan müdahale ve dolayısıyla mücadele alanı haline gelmesi ile birlikte Ortadoğu’da dengeler sarsıldı. Değişen dengelerde ABD’nin Türk hâkim sınıfları eliyle yürüttüğü politika özellikle dikkat çekti. Rusya’nın da buna katkı verdiği biliniyor.
Bütün bu süreçte Filistin olabildiğince yalnızlaştırıldı ve İsrail’in “bağımsız Filistin umudu”nu imha etme saldırısına uygun tüm koşullar oluşturuldu. Bölgede cihadist örgütlerin güçlenmesi, Sünni ve Şii güçlerin hizaya sokulması ve Ortadoğu’da kurulu dengelerin çatırdamasıyla emperyalistlerin, gerici bölge devletlerinin ve nihayet Siyonist İsrail’in ilişki ve çelişkileri içinde Filistin daha büyük acılara gark edildi. Filistin’de bugün yaşananlar unutturulmak istenen, imha edildiği varsayılan halka dayalı direnişin henüz parladığını gösterdi.
“Düşlerin Filistin’i ve acıların/ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin’i/sözcüklerin ve sessizliğin Filistin’i ve çığlıkların/Ölümün ve doğumun Filistin’i” bugün ölüm ile doğumun aynı yüzeydeki varlığını resmediyor…
Siyonist İsrail, ABD desteğiyle yerleşim alanlarını genişletmiş, Kudüs’ü başkent yapma girişimini somutlaştırmış, Gazze’deki boğucu tecridi koyulaştırmış, Filistin halkı defalarca aşağılanmış, işgal derinleştirilmiştir. Mahmut Abbas ve HAMAS süreç boyunca emperyalistlerin ve gerici bölge devletlerinden medet umarak, onlarla işbirliği içinde, yüzleri onlara dönük konumlanmışlardır. Türk hâkim sınıfları bu süreçte “Filistin’in dostu” görünümü içinde en gerici odaklarla iş tutarak Filistin’in yalnızlaşmasında başat rolü oynadı. Filistin’in hamiliğine soyunup İsrail ile ABD politikaları üzerinden yürüttüğü ilişkiler Siyonist saldırılara verilecek tepkileri sönümlendirmiştir. İsrail “karşıtı” söylemlerle bölgede ABD ve Siyonist İsrail’in en uyumlu ortağı olmayı başarmıştır. Bölgedeki gerici Arap egemen sınıfları da benzer rolü oynadılar.
Filistin’de ise Bağımsız Filistin’in ve Filistin Direnişi’nin çatırdayan denge ve savaş ikliminde “medfun” olduğunun düşünüldüğü noktada yeni bir intifada başlamıştır. Doğu Kudüs’te başlayan direniş Batı Şeria, Gazze ve daha da önemlisi Siyonizm’in egemenliği altındaki, İsrail vatandaşı Filistinlilerin yaşadığı Lod, Ramle ve Akka’ya yayılmıştır. Filistin halkı “Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var! Bir direniş vardı, bir direniş gene var” diyerek tüm direniş örgütleriyle, onların füzeleriyle, kadınlarla, “küçük generaller”le, taşla, tüfekle, etle tırnakla direnişe geçmiştir. Filistin halkı emperyalistlerin, Türk hâkim sınıflarının, Arap hâkim sınıflarının, İran’ın ve bilumum gericiliğin Ortadoğu Direnişi’nin “kalpgahın” da kendi çıkarları için kurmak istediği egemenliğe, teslimiyeti örmek isteyen, gizli saldırgan “dostlarına” da meydan okuyarak direnişe geçmiştir. Filistin’in “gök kubbesinin altındaki kaos ve isyan” direniş füzeleri halinde Siyonizm’in “demir kubbelerini” aşarak Siyonist saldırganlığa güçlü bir meydan okudu.
Mayıs ayında boy veren bu direnişler, emperyalist-kapitalist zincirin zayıf halkalarında yaşanmaktadır; ezilen halkların ve ulusların egemen dünya sistemiyle yaşadığı çelişkiler zemininde yaşanmaktadır. Kolombiya ve Filistin’deki direnişler halklarda birikmiş öfkenin, tepkinin ve salgınla daha da derinleşen ekonomik-politik krizin ürettiği devrimci birikimin patlamalarıdır.
Faşist diktatörlüğün dümenindeki AKP-MHP kliği de ülkemizdeki krizi halk yığınlarına, özellikle de Kürt ulusal mücadelesine karşı artırdığı saldırılarla yönetmeye çalışıyor. ABD Başkanı Biden’den alınan icazetle Irak Kürdistanı’nı işgal saldırısını genişletmiştir. Garê hezimeti faşizmi bölgesel hesaplarından alıkoymamış, Kürt ulusal direnişini dize getirme ve çökertme hesabından vazgeçmemiştir. Metina, Avaşin ve Zap’ta gerilla alanlarına kapsamlı bir operasyon başlatmış, baharla birlikte içerde de saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Kürt politik hareketinin demokratik hak ve mevzilerine durmaksızın süren saldırılara bitmek bilmeyen şoven kampanyalar eşlik etmiştir. Bu bağlamda Metina’da gerillanın direnişi ve elde edeceği başarı önemlidir.
İstediği politik sonuçları alamayan faşist diktatörlük askeri başarılarda bu nedenle aceleci davranmaktadır. Zira Kürt direnişi faşizmin içinde bulunduğu politik ve ekonomik krizde çarpan etkisi yaratmaktadır. Bu, bölgesel hesapların sekteye uğradığı devlette klikler arası mücadelenin, çelişkilerin yoğunlaşmasına, güç dengelerinin değişimini de içerecek çatışmaların gelişmesine, bu vesileyle halkın da öfke ve kinle dolmasına neden olmaktadır. Tüm bu tabloda kitlelerde memnuniyetsizliği, öfkeyi ve tepkiyi açığa çıkarma eğilimi dikkat çekicidir. Bu eğilimin güçleneceği açıktır. Açık ki sınıf mücadelesi bir olgunlaşma sürecindedir.
Böylesi bir süreçte komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın 48. katlediliş yılına giriyoruz. Süreç onun gibi berrak, tutarlı, derin ve azimli olmayı, sınıf mücadelesiyle kaynaşmayı başarmayı emreden özelliklere sahip. Onu kavradığımızda tüm gelişmeleri, zayıf yanlarımızı gidererek, güçlü taraflarımızı geliştirerek çeşitli milliyetlerden halkın ihtiyaç duyduğu iktidar mücadelesinin gerekliliğine göre şekillenmek üzere değerlendirmek olanaklı olacaktır.
Onu anıyoruz; onu anmaya devam edeceğiz… Bilmeliyiz ki onu anmak şu çağrısına kulak vermekten geçmektedir: “Önümüzde çetin ama şanlı mücadele günleri var. Sınıf mücadelesinin denizine bütün varlığımızla atılalım!”