Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı, sömürü, sefalet, talan ve yaşam alanlarının tahribatı birçok biçimiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu çark, ezilen, emekçi kesimlerin büyük bedeller ödemesini ve açlığın, yoksulluğun büyümesini beraberinde getirmektedir. Elazığ’da meydana gelen 6.8’lik deprem bu tabloyu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Deprem vergisi adı altında kitlelerin soyulması, depremde toplanma alanı olarak kullanılması gereken alanların ranta açılması, fay hattı üzerinde olduğu bilinmesine rağmen Elazığ’da yapılan yapılar ile ilgili gerekli önlemlerin alınmaması… Elazığ’da onlarca insanın yaşamını yitirmesine, binlercesinin konutsuz kalmasına ve sefalete mahkum olmalarına neden olmuştur.
Burjuva devlet mekanizması esasen kitlelerin sisteme karşı büyüyen öfkesini baskılamak ve hakim sınıfın çıkarları ve talepleri doğrultusunda şekillenen bir organizasyondur. Bu organizasyonu kullanarak emperyalistler ve hakim burjuva-feodal kliğin dönemsel politikalarını hayata geçiren yapı ise siyasi iktidardır. Haliyle bulunduğu konumun nimetlerinden de yararlanmak isteyen ve kitlelerin büyüyen öfkesini çeşitli şekillerde perdeleyen bir anlayış vardır karşımızda. Bundandır ki deprem ve depremin ortaya çıkarttığı sonuçlara dönük eleştiriler dahi iktidar tarafından bastırılmak istenmiştir. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle soruşturmalar açılmış, gözaltılar gerçekleştirilmiş ve İçişleri Bakanı tarafından gözdağı eksik edilmemiştir. Bu perdeleme onu ne kadar iktidarda tutarsa o düzeyde de bulunduğu alanı kullanma alanı genişleyecek/genişlemiştir.
FELAKET TÜCCARI: KIZILAY
Elazığ depremi birçok önlemin alınmaması, rant ve bir çok sahtekarlığın gün yüzüne çıkması sonucunu da doğurarak iktidara karşı bir tepki oluşmasına neden oldu. Hiç kuşku yok ki, bu gün depremde toplanma alanları olarak şehirlerin çeşitli yerlerinde ayrılan araziler üzerine kurulan AVM’ler, deprem vergisi olarak yıllardır toplanan meblağ iktidar ve yandaşlarının kasalarını doldurmuştur. Olası deprem riski bölgesi olarak adlandırılmaktadır yaşadığımız bölge. Ancak görülmüştür ki deprem sonrası arama kurtarma ekipleri bile oldukça yetersizdir.
Elazığ depremine en hazırlıklı giren kurum ise Kızılay olmuştur (!) Birkaç saat içerisinde deprem yardımı toplama kampanyasına girişmesi bu gerçekliği gözler önüne serdi. Yıllardır toplanan bağışların ve devletin doğal afete ayırdığı bütçenin ironisidir. elbette karşımıza çıkan. Kızılay’ın para toplama arayışı başladığı andan itibaren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından; “kente hiçbir yardımın sokulmayacağının” söylenmesi bağışın altında yatan ekonomik kaygıyı da göstermiştir. Bir avuç asalağın şaşaalı hayatları pahasına yoksul, ezilen, emekçi halkın canı yok sayılmıştır. Zengin unsurlar sapasağlam kalelerinde başlarına hiçbir şey gelmeden yaşamlarını sürdürmeye devam ederek vicdanlarını rahatlatmak için Kızılay’a bağış yapmışlardır.
Yapılan bağışların ise çocuklara cinsel istismarla gündeme gelen Ensar Vakfı’na aktarılması trajik bir başka vakayı karşımıza çıkartmaktadır. İktidarla organik bağı tescilli olan Ensar Vakfı ve Kızılay üzerinden paranın iktidar partisi yandaşlarına dağıtımı aklanmaktadır.
Burjuva-feodal medyanın deprem sürecindeki tutumu ise malumun ilanı şeklindedir. İlk başta Elazığ valisi Çetin Oktay’ın mikrofonunun açık unutulmasıyla, ”kamuoyunda algı çok iyi şuanda” demesi, ardından CNN muhabirinin “sıcacık çadırlarda kalıyorlar, mutlular” çıkışı kamuoyu algısının yönetilmeye çalışılarak devletin yaşananların üstünü örtmeye çalıştığını ortaya çıkıyor.
Depremin yarattığı tahribat ve etkilenen insanların yaşadığı sefalet gizlenmeye çalışılarak üstünün örtülmeye çalışıldığı açıktır. HDP’nin deprem bölgesine gönderdiği yardım da engellenerek Elazığ’a sokulmamıştır. Elbette neden; Kızılay’ın gerekli çalışmaları yapıyor oluşudur. Devlet, depremden zarar görenler ve yaşamını yitirenlerle ilgilenmekten ziyade süreci bir rant alanına çevirerek Kızılay üzerinden kasasına ne kadar meblağ aktaracağı esas kaygısını oluşturmuştur.
Depremle açığa çıkan bir diğer olgu ise; yine temelini siyasal ve ekonomik rantın oluşturduğu çarpık kentleşmedir. Özellikle son yıllara damgasını vuran TOKİ konutlarının içler acısı hali ve inşaat sektörünün sıcak para akışındaki etkisiyle müteahhitliğin en gözde meslek haline gelmesi çarpık kentleşmeyi içinden çıkılamaz bir hale dönüştürmüştür. Yaşadığımız ülkede içerisinde demir olmadan kolon olarak kabul edilen ve üzerine bina inşa edilen konutlarla karşılaşılmıştır. Bu alandaki denetimsizlik zaten başlı başına bir felakettir. Müteahhitlerin kazançları pahasına halkın yaşamını hiçe saydıkları ve bunu devlet ortaklığıyla yapmaları olası deprem ya da afet süreçlerini çok daha riskli hale getirmiştir. Çarpık kentleşme ve denetimsizliğin yarattığı sonuçlar yine yoksul halkın canı ve malına mal olacaktır/olmuştur.
DEPREM DEĞİL, KAPİTALİZM ÖLDÜRÜR!
Bir yanda ezilen-emekçi halkı yaşam hakkından dahi yoksun bırakma varken, diğer yanda egemenlerin açlığa, sefalete, yoksulluğa mahkum ederek inşa ettikleri şaşalı yaşamları durmaktadır karşımızda. Kölece çalışma koşullarında acımasızca sömürülen işçi ve emekçi kitleler emekleri ve alın terleriyle yarattıkları değerlerde dahi yok sayılarak ölüme mahkum edilmektedirler.
Bu bir lütuf değildir. Egemenler açısından da çarpıcı olan budur zaten. Elazığ’da yaşanan korku ve panik havası bunu göstermiştir. Gerçeklerin gizlenmeye çalışılması, manipüle edilme girişimleri halkın öfkesi ile karşı karşıya kalmamak içindir. Zira bu öfke bir sarsıntıya dönüştüğünde sistemin çarklarını paramparça edecektir. O gün enkazın altında kalacak olan egemenlerdir!
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 6 Şubat 2020 tarihli 54. sayısından alınmıştır.