İnsanlığın kurtuluşuna adanmış, sessiz, sözsüz, destansı bir hikaye. Kızıl bir alev topu gibi her daim gökyüzünde. Gün onunla yaşam bulur, gece ona kavuşmak için döner durur.
Ve elbet yollara düşer, usul. Bir akarsuyun peşine takılır. Kıyısında konaklayan çocuklara gülümser, koynundaki balığı selamlar. Derinlerinde nazlı nazlı süzülen yosunlara gözü ilişir. Böylece ardında kalan dostlarıyla son kez vedalaşır, başlar yepyeni bir hayata.
Bu hayat, anne karnından dünyaya yeniden gözlerini açmak gibi. Bu hayat, sevdalıların kavuşması gibi. Bu hayat, yurdundan sürülen halkın yeniden kendi topraklarında yaşam bulması gibi. Bu hayat, gerçeğe kavuşmak gibi.
Bu hayatta çiğdemler dağ başlarında alır yerini. Ilık bir nefes gibi doğaya katar binbir renkte kokusunu. Ve çiğdemler, toprağa kök saldıkça güzelleşir, toprağa kök saldıkça kızıllaşır.
***
Baharın güzelliğiyle büyüleniyor Aliboğazı. Toprak rengarenk, ağaçlar yemyeşil, su berrak. Güneş tüm canlılığıyla yaşam veriyor doğaya. Gökyüzünde tek bir bulut yok.
Aylardan Nisan; günlerden 22’si.
Birden güneş gözlerini hafifçe sızlatıyor. Çiğdem gözlerini kısarak çıkıyor sığınaktan. Göreve gidecek olan grup yanında. Yoldaşlarıyla uzun uzun bahar sürecine dair konuşuyor. Bazen duraksıyor, eksik bıraktığım bir şey oldu mu diye söylediklerini kontrol ediyor. “Hareket tarzı, düşman yönelimi, görevin içeriği, grubun iç ilişkilenmesi… tamam” diyor. Bütün yoldaşlar onu dinliyor. Birliğin komutanı olarak söylenenleri kaçırmamaya çalışıyor yoldaşlarının karşısında. Yılların deneyimi, birikimi olarak yoldaşlarının karşısında. Alanın askeri önderliğinin parçası olarak, kadın çalışmalarımızın sorumlusu olarak yoldaşlarının karşısında. Bu sorumlulukla, bu bilinçle seçiyor bütün kelimelerini. Kafalardaki soru işaretlerine cevap olma kaygısıyla.
Ve yoldaşlarının karşısında gerçek bir yoldaş olarak gülümseyerek noktalıyor konuşmasını.
Grubun hazırlıklarına yardım ediyor ve çıkmadan bir kahve ikram ediyor yoldaşlarına. Ela gözleri karışıyor sıcak sohbete. Tek tek bütün yoldaşlarıyla sıkıca kucaklaşıyor. Çayırı bölen incecik patikada ilerlerken gerillalar, gözden kaybolana dek arkalarından usulca bakıyor, el sallıyor.
Görevini başarıyla yerine getirmenin huzuru içinde, kendini düşüncelerine teslim ediyor. İlk komutanlık yılları canlanıyor gözünün önünde. “Yapabilir miyim?” kaygısının hakim olduğu yıllar. O zamanlar karşısındaki komutanları alabildiğince gözlemlemeye çalışıyor. Kabul edilmeyecek yanları, “olmaması gereken” diye kaydediyor belleğine. Olumlu her özelliği almaya çalışıyor. Fakat bir süreden sonra bu işin tek başına bu şekilde olmayacağını anlıyor. Bir komutanın savaşın ihtiyaçlarına göre şekillenmesi gerektiğini söylüyor ve kendini bu ölçülere uydurmak için kalıba döküyor. Elbet zorlanıyor. Bazen yıkıcı oluyor, bazen uzlaşmacı. Ama yılmıyor. Her hatadan ders çıkarması gerektiğini biliyor. Kendi güçsüzlükleriyle mücadele ederek güçleniyor. Ve hepsi, hanesine bir deneyim olarak yazılıyor.
Komutanlaşma çabası içerisinde elbet kadın olarak komutan olmanın zorluğu, kendini daha belirgin hissettiriyor. Çünkü Çiğdem, daha fazla özne artık savaşın sıcaklığında. Yığınla karşı koyuşla karşılaşsa da sırtını dayadığı ideoloji ona güç veriyor. Bu meseleyi üzerinden atlamadan bütün ayrıntılarıyla tartışıyor. Bin yılların alışkanlıklarına meydan okuyor. Yalnızca sözcüklerle gerçekleştirmiyor bu mücadeleyi. Aldığı görevin başarısı, taşıdığı yükün ağırlığı, yürüdüğü yolun yorgunluğu, eylemlerin cüreti, yüreklerde bir otorite yaratıyor.
Yeni gelen her kadın yoldaşa aktarıyor bu deneyimleri. Ve her kadın militan için Çiğdem, bir örnek oluyor.
***
Bunları düşünürken hafifçe gülümsüyor. Yarım kalmış yazısını eline alıyor ve yazının devamını getirmeye çalışırken gözleri buğulanıyor.
Sinan ve Rıza’yı yazıyor. Kendi komutasındaki ilk kayıpları oluyor bu. O güne yeniden dönüyor. Kobralar noktayı vururken hızlıca görev bölüşümü yapıyorlar. Ve Çiğdem, grubu çıkarmak için düşüyor yollara. Arazi çok uygun değil fakat gerillacılığın yaratıcılığını en ince ayrıntısına kadar uygulamayı başarıyor. Düşman yanıbaşlarında olduğu halde onları fark edemiyor. Uzun uzun yol yürüyorlar. Günlerce aç kalıyorlar. Sonunda varıyorlar planladıkları yere. Bilgi almak için gittikleri köyde öğreniyorlar yoldaşların şehit düştüğünü. “İki neferimiz ölümsüzleşmiş” diyor köylü Çiğdem’in bildiğini düşünerek. Ve Çiğdem, acılardan öğrenmesini biliyor, onu mücadelenin coşkusuna akıtmayı bildiği gibi. Köylülerden ayrıntıları dinliyor. Yoldaşların saatlerce düşmanı oyalamak için çatıştığını öğreniyor. “İşte Partizanlara bu yakışır” diyor. Ve yoldaşlarıyla gurur duyuyor.
Bu kayıplar, Çiğdem yoldaşta başlarda bir özgüven kırılması yaratsa da üstesinden geliyor. Ve düşen iki yiğit gerillanın bayrağı ona devrettiğini biliyor. Öfkesini düşmana yöneltiyor ve eylem çalışmalarına başlıyor. Yapılan misilleme eylemleri Çiğdem’in yüreğine su serpiyor. Ve ilk olarak ihbarcının soruşturulması için kaçırılma eylemini gerçekleştiriyorlar. Defalarca soruyor “Kanla kazandığınız parayla rahat edeceğinizi mi sanıyorsunuz?” diye. Ve ihbarcılığın karşılığını veriyorlar elbette. Sinan’ı düşünüyor, Rıza’yı düşünüyor. Her ölüm gibi “bu ölüm de erkendi“ diyor. Fakat Çiğdem‘in gönlünde onları kahramanlaştıran yanını tarif ediyor. “Onlar yaşatmak için öldüler” diyor ve onları ölümsüzleştiren de işte buydu…
Çiğdem, bu düşünce silsilesinden havanın kararmasını fark edip sıyrılıyor. Gökyüzüne bakıyor. Uzun zamandır hiç bu kadar berrak olmadığını fark ediyor. Binlerce yıldız parlıyor bu gece. Yıldızların güzelliklerine bir kez daha hayran kalıyor. Sanki daha önce hiç fark etmemiş gibi binlercesinin bir kerede gözlerinin önüne serilmesine hayret ediyor.
Halbuki gökyüzünün bu güzelliği, gerillaya yeni gelen herkesin dikkatini çeker ve bir sohbet konusu olur. Özlem yoldaşla konuşmalarını anımsıyor birden. Kutup yıldızını ve Venüs’ü bulma çabalarını hatırlayıp gülümsüyor.
Özlem’in şehadeti nasıl da derinden etkilemişti Çiğdem’i. Zilan’ın ve Ekin’in şehadetleri gibi. Birlikte ne çok zaman geçirmişlerdi. Ve hepsi de gerilla yaşamına ilk Çiğdem’in yanında başlamıştı. Gerilla yaşamının ayrıntılarını ondan dinleyip, onun pratiğinden öğrenmişlerdi. Zilan yoldaşla katıldıkları eylemde düşmana vurma coşkusunu birlikte yaşamışlardı. Ve tetiğe basmadan önce birbirlerinin gözlerine bakma fırsatı bulmuşlardı. İkisinde de heyecan, coşku ve huzur. Geri çekilirken birlikte koşmuşlardı. Birinin ayağı takılıp düştüğünde diğeri elini uzatmıştı ve birlikte devam etmişlerdi.
Zilan yoldaş, ne çok şey öğretmişti Çiğdem’e. Çiğdem, ne çok emek vermişti Zilan’a. Zilan yoldaşın zorlandığı her an yanında olabilmeyi başarmıştı Çiğdem. Birbirlerine sevgileri bundan derin ve sonsuzdu. Özlem’le olduğu gibi. Uzun zaman birlikte faaliyet yürütmenin rahatlığı vardı ikisinde de. Bundan ilişkilenmeleri hep daha içtendi. Birlikte kahkahaları ormanın kuytularına işleyecek kadar gürdü. Birlikte acıları gülümsemeyle sonlanacak kadar derindi. Birlikte halkın yüreğine kök saldılar.
Ekin’le birlikte geliştiler, güçlendiler. Gerilla yaşamının her türlü zorluğuna birlikte göğüs gerdiler. Örgütün her ihtiyacını birlikte omuzladılar.
Yoldaşlar aklına her geldiğinde kadın mücadelesinin daha fazla işlenmesi gerektiğini söylüyordu. Çünkü yapılan birçok şey, öncesinde Beşler‘in emeğiyle şekillenen, sonrasında yoldaşların çabasıyla gelişen tartışmalar, yoğunlaşmalardı. Çiğdem yoldaş, gerilla alanında oluşturulan kadın çalışmalarının temelini oluşturan yoldaşlardandı. Yığınla tartışmadan çıktı. Birçok hatadan öğrendi. Yanlış yaklaşımlara, bakış açılarına mücadele içerisinde gelişti.
Kadın çalışmasının öneminin farkındaydı, çünkü kendisi bu çalışmalarla bir kez daha özgürleşmişti. Ekin, Zilan, Özlem, bu çalışmalarla bir kez daha yaşamın, savaşın öznesi olmuşlardı.
Üç yoldaşın yokluğu, Çiğdem için kabullenilmez olsa da onların adımları, Çiğdem’in yolunu belirleyendi ve o yolda hiç tereddütsüz hep ilerlemeyi bildi.
24 Kasım gelip yüreğine ilişti. Yaşamının önemli kesitlerinden biriydi. Her yoldaş gibi onun da yüreği yoldaş sevgisiyle tutuşuyordu. Fakat o, kendi misyonunu unutmadan, anlamaya çalıştı süreci. Kendi acılarına gömülüp kalmadı. Kendi içine kapanmadı, yanıp yıkılmadı. Çünkü artık daha fazla yoğunlaşmak gerekiyordu. Yoldaşlar bize, yapılması gerekeni son nefeslerinde söylemişlerdi. Bundan bütün yoldaşlarıyla ilgilenmeyi, süreci nasıl ele almak gerektiğini, düşman saldırılarını nasıl boşa çıkartmak gerektiğini döne döne, bıkmadan usanmadan anlattı.
Ve elbette kendisi ileri doğru adım atarken yanındaki yoldaşlarını da beraberinde götürmeyi bildi. Sonrasında düşman saldırılarının karamsarlık yaydığı her ideolojik anlayışla amansız mücadele etti. Biliyordu insan başarılar karşısında değil zorluklarla sınanırdı. Çiğdem, bu sınama anlarından güçlü çıkabilmeyi başaranlardandı. Pratiğiyle umudun, devrimciliğin güzel örneklerinden bir tanesiydi. Parti saflarında açığa çıkan hizbe karşı bu bilinçle, partili duruşla, parti kaygısıyla tavır aldı, mücadele etti.
Bu duruşu, bu bilinciyle hepimizin karşısında saygın bir komutandı.
***
Çiğdem, birden bu sorumluluğun ağırlığıyla irkildi, saatine baktı. Zaman hayli ilerlemişti. Nasıl da çabuk geçti? Halbuki hiç fark etmemişti. Elleri biraz üşüdü. İçeri girip bir sigara içeyim dedi. İçerde yoldaşlarının ısrarı üzerine saz çalıp türkü söylemeyi kabul etti. Elbette saz çalmayı severdi. Saz ona çocukluğunun, sevdiklerinin hatırasıydı. Çok sevdiği teyzesini, sazını eline her aldığında hatırlardı. Belki türkülerindeki sözler onlara ulaşsın isterdi. Memleketine bir selam götürmesini dilerdi. Mahsuni‘den başlar „varsam gitsem Erzincan’a aman“ derken özlemi biraz diner, yüreği ferahlardı. Kendinden öncekileri yad etmeden elbet sonlandırmazdı. Sesi yankılanırdı Aliboğazı’nın sarp kayalarında, dik yamaçlarında, doruklarında.
“Onlar ki dünyanın son umudu
Soyları tükenmeyen
Birer şahindirler”
Sesi Sevda‘ya ulaşırdı, sesi Yurdal’a ulaşırdı; Rıza’ya, Zilan’a, Ahmet’e…
Yoldaşça, dostça sohbetin adı Çiğdem. Birlikte derin düşüncelere dalan içtenliğin adı. Neşelendirmek için taklit yapan, soğuk esprileriyle gerilla birliğinde ünlenen, biraz rakçı, biraz Erzincanlı… O yanıbaşındakine yaşamı sunmayı bilenlerden. Gözler her ortamda onu arardı…
***
Çiğdem, “artık uyuyalım“ diye yoldaşlarını dürtüyor. “Saat epey geç oldu. Haydi daha yarına işlerimiz var” diyor.
Günün aydınlanmasına daha zaman var. Yoldaşlarına sesleniyor “Haydi herkes kalksın hazırlansın. Heron çalışıyor, operasyon olabilir” diyor.
Erkenden kalkıp hazırlanıyorlar. Uçak vuruşlarını, kobra vuruşlarını, indirmeleri izliyor.
Tek tek bütün yoldaşları geliyor aklına. Her birini çok özlediğini fark ediyor. Nergiz’in sesiyle irkiliyor. Gözlerine bakıyor, içi ısınıyor. Nergiz’in gözlerinde yaşam var. Ve yoldaş sevgisini yanıbaşında hissediyor.
Düşmanın yaklaştığını fark ediyor, birlikte konumlanıyorlar. Nergiz’in silahının namlusundan çıkan her mermi Çiğdem’e güç veriyor. Düşmanı gereğince karşılıyorlar.
Çiğdem’in gözü yeniden ilişiyor Nergiz’e. onda Sinan’ı görüyor, Munzur’u görüyor. Nergiz’in kararlılığı, soğukkanlılığı, Çiğdem’i hayran bırakıyor.
Yeniden nişan alıyor, tetiğe basıyor. Nergiz yoldaşın yaralandığını fark ediyor, yanına oturuyor. Başını dizlerinin üzerine koyuyor, saçlarını okşuyor.
İlk Komsomol yıllarında tanışmışlardı. Sonra dağ başlarında yeniden karşılaştılar. On yıla yakın bir zaman olmuştu tanıştıklarından bugüne. Birlikte sorumluluk almışlardı. Ve şimdiki gibi birbirlerini tamamlamayı hep bildiler.
Nergiz, bahar gibi. Hep heyecan, hep umut dolu. Bu umudu hep paylaşanlardan. Birlikte geçirdikleri günleri düşünüyor, düşmana vurmak için birlikte yaptıkları hazırlıkları.
Birlikte yapılan bir toplantı geliyor aklına. Nergiz yine kararlı ve anlatıyor. Bazen kızıyor fakat sonra yine gülümsüyor.
Birlikte çıkılan yolculukları… Nergiz, ardını hep kontrol eden, yardıma ihtiyaç olduğunu gördüğünde hep elini uzatan. Nergiz… Bazen ciddi, bazen çocuk gibi.
Nergizler her bahar yeniden doğacaklar. Ilık bir yağmurla, mis kokusuyla yeniden karışacaklar rüzgara.
Çiğdem, Nergiz’in son sözlerini duymak için kulağını yaklaştırıyor. Fakat anlayamıyor. Doğrulup yüzüne doyasıya baktığında Nergiz’in dudaklarının kıyısına yerleşen gülümsemeden güç alıyor. Ve Aliboğazı, bir direnişe daha tanık oluyor. Çiğdem’in sloganları karışıyor doruklarda yankılanan türkülerine.
Düşmanı bir kez daha yeniyor Çiğdem ve Nergiz yoldaşlar. Halkının, yoldaşlarının yüreklerinde mücadelenin sarsılmaz kaleleri oluyorlar.
Direnişin simgesi oluyorlar, kanla yazılan tarihin ak sayfalarında.
Yoldaşlığın adı oluyorlar; çünkü onlar, yaşatmak için düşüyor toprağa.
Dersim’den bir Partizan