[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Yazıyı dinle “]
Çeşitli biçimlerinin binlerce yıllık kökeni olan bionerji ve yan dallarına yönelik artık birçok yerde kurslara, eğitmen yetiştiren kurumlara rastlamak mümkün. Üniversitelerde bu alana yönelik destekleyici nitelikte sempozyumlar düzenlenmekte, bioenerji akademileri yaygınlaşmakta, bazı özel üniversiteler tarafından sertifikalar dahi dağıtılmaktadır. Bioenerji alanı bu işi meslek edinenler tarafından “enerji tıbbı” veya “ruhsal şifacılık” olarak tanımlamaktadır. Dışarıdan ise kendileri “alternatif tıp uzmanı”, “bioenerji uzmanı” gibi sıfatlarla tanınmaktadır.
Başlarken, sıklıkla karıştırılan iki farklı biyoenerji tanımı olduğuna dikkat çekmemiz gerekmektedir. Yazımıza konu olan parapsikoloji ve bioenerji ile elektrik enerjisi üretiminde kaynağı tanımlamak için kullanılan biyoenerji birbirinden farklı alanlardır. Biyoenerji ile biyolojik kaynaklardan elde edilen ve fosil yakıtlar gibi biyolojik kökenli enerji üretimi kastedilmektedir. Bioenerji ve parapsikoloji ise farklı bir alanı tanımlamaktadır.
Öncelikle bu alanın tüm branşları, enerji yolu ile terapiyi esas aldıklarını belirtmektedir. Bu enerjiyi ise “yaşam enerjisi” veya “bioenerji” olarak adlandırmaktadırlar. Bu kişilere göre, her canlının içinde yenilenebilir olan, bedenin yaşam faaliyetinde bulunabilmesini sağlayan bir enerji çeşidi mevcuttur ve bu yaşam enerjisidir. Reiki gibi Japon kökenli inanışlara göre de bu enerji “ruhsal amaçla çalışan yaşam gücü enerjisi” olarak adlandırılır. Bioenerjinin birçok alanında, bu enerjinin karşılığı aslında ruh kavramı ile örtüşmektedir. Aslında maddesel bir terim yolu tercih edilerek kastedilen “mistik ruh”un kendisidir. Yine bu alanda faaliyet gösterenlerin iddiasına göre negatif düşünce ve fikirler enerji dengesini bozar, bioenerji tedavisi ise tam olarak burada devreye girer. Kimi versiyonları 30 cm. veya daha uzun bir uzaklıktan enerji transferinde bulunarak fiziksel ve psikolojik tedavinin gerçekleştiğini iddia ederken kimi versiyonlarda ise daha kısa mesafelere ihtiyaç olduğunu ileri sürmekte veya tedavinin dokunmayla mümkün olabileceği belirtilmektedir. Enerji iletimi veya psikokinezi unsurlarının dünyanın birçok yerinde yerel inanışlara kaynak olduğunu da hatırlatmak yerinde olacaktır. Dolayısıyla insanın ilkel döneminden beri devam edegelen bir mistik inanışın bilimin birikimine koşut yenilenmesinden söz ettiğimizi belirtelim. Bunun çok güçlü bir tarihsel birikimle, toplumlara mal olmuş güçlü inançlarla yoğrulduğunu, ikna kabiliyetinin de bu nedenle yüksek olduğunu da ayrıca vurgulayalım…
BİOENERJİ VE PSİKOKİNEZİNİN TARİHSEL KÖKENİ
Bioenerji olarak tanımlanan disiplin, aslında köklerini oldukça eski dönemlerden almaktadır. Tarih boyunca birçok yerel yazılı ve sözlü efsane yolu ile yapılan aktarımlarda, özellikle dinlere konu olmuş birçok bioenerji unsuru mevcuttur. Dinler tarafından sözde tanrı elçilerine atfedilen, sözde mucizelerin bir kısmının, biçim ve içerik olarak bioenerjinin prensiplerine kaynak olduğu görülmektedir. Bioenerji, dokunarak ve doğru enerji transferi ile fiziksel hastalıkların da tedavi edilebildiğini iddia etmektedir. Tarihte bu prensibin en bilinen örneği şifacı olarak dinlere konu olmuş İsa’dır. “Ne yapmasını istediklerini sorduğunda, gözlerinin açılmasını istediler. İsa onlara acıdı ve gözlerine dokundu. O anda yeniden görmeye başladılar.” (Matta 20:29-34) Bu gibi anlatılar, birçok masalın ana temasını oluşturmaktadır. Bugün bioenerji uzmanı olarak anılan kişiler tam da bu ve benzeri anlatılar ile uyumlu tedavi prensipleri oluşturmuşlardır. Her ne kadar bioenerjiye dayalı tedavinin maddesel bir disiplin olduğu iddia edilse de bu alan enerji ve bilimden aşırma kavramlara 20. yüzyıl itibari ile kavuşmuştur. Sistematik bir alan olarak ortaya çıkışı da son 100 yılı kapsar, öncesinde yerel ve dağınık, gelişmemiş olmakla ilintili mistisizm yoğunlukludur. Psikokinezi için de aynı durum söz konusudur. Bu alanların son yüzyılda bu derecede popüler olması da bilimsel gelişmelerle ilgilidir. Özellikle fizik alanında enerji tartışmalarının yoğunlaşması ve enerjinin ne olduğuna dair daha fazla bilgi elde edinilmesi, bu alanların da bilimsel gelişmeler ile parapsişik olayları mistisizm ile harmanlaması aynı döneme denk gelmektedir. Ayrıca sihirbazlık ve büyü de bioenerji ile aynı kökten beslenmektedir.
ENERJİ NEDİR, BİOENERJİ MÜMKÜN MÜDÜR?
Newton tarafından 1687 yılında hareket yasaları kuramı oluşturulmuş, böylece klasik mekaniğin de temelleri atılmıştır. Hareket ve ona etki eden kuvvetlerin Newton tarafından kuramsallaştırılması birçok gelişmeye kapı aralamıştır. Bu dönem itibari ile özellikle 1698 yılından sonra buhar makineleri ile mekanik alanındaki gelişim de hızlanmıştır. Enerji, bu dönemde kavramsal olarak kullanılmamakla birlikte yalnızca bir sistemin birim zamanda iş yapma kapasitesi olarak değerlendirilmekteydi. Newton hareket yasalarını açıklarken iş kapasitesinin ya da hareket halindeki bir cismin hareket miktarının, cismin kütlesi ve hızı ile bir orantısının olmadığını savunmaktaydı. Bunun doğru olmadığı ise daha sonra anlaşılacak, tarihin tozlu raflarındaki enerji kavramı ise daha sonra yeniden kullanılmaya başlanacaktı.
Enerji kavramı, ilk kez Aristoteles tarafından daha çok ruhsal veya tinsel anlamda kullanılan eski Yunancadaki “energia” kavramından türemiştir. Hareket halindeki bir cismin hareket kapasitesini anlamlandırmak için kullanımı ise 19. yüzyıla denk gelecekti. Newton’un iş kapasitesi ile kütle ve hızın bir orantısı olmadığı teorisine Chatelet karşı çıkacak ve bir cismin hareket miktarının o cismin kütlesi ve hızının karesinin çarpımı ile doğru orantılı olduğunu ileri sürecekti. Bu tartışmaların yön verici rotaya girmesi ise fizikten müzikal uyuma, Mısırolojiden Dilbilime kadar birçok alanda çalışmalar yürütmüş, kuantum fiziğinde henüz daha birçok versiyonu kullanılan çift yarık deneyini ortaya atan Thomas Young tarafından mümkün olacaktı. 1802 yılında bir sistemin iş kapasitesini enerji olarak adlandıran ilk kişi de Young olmuştu.
20. yüzyılın başlarında, Lenin’in deyimi ile modern fizik bunalım dönemindeydi. Tüm gözlem ve deneysel birikim, doğru bilimsel yöntem olmadığı için idealizme kurban edilmekte ve ön açıcı bir yönelim oluşturulamamaktaydı. Işığın ve atomların yapısına dair eldeki teoriler ile uyuşmayan birçok yeni gözlem mevcuttu, dönemin birçok düşünürü bu gelişmelere metafizik ve idealist çürümüş teoriler uydurmaktaydı. Lenin bu dönemde tüm bu metafizik yanılgılara rağmen bilimin bu krizi aşacağına işaret ediyordu. Bu alandaki mücadeleyi şu şekilde özetliyordu: “Biz, yalnızca bazı belirli önermelerden ve herkesçe bilinen bulgulardan çıkartılan bilgibilimsel sonuçlarla ilgileniyoruz. Bu bilgibilimsel sonuçlar o kadar zorlayıcıdırlar ki, birçok fizikçi daha şimdiden onları göz önünde tutuyor. Üstelik, gene daha şimdiden, fizikçiler arasında çeşitli eğilimler ve belirli okullar, bu temel üzerinde oluşmaya başlıyor.” (Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritizim) Bilgi birikimi ve gözlem zamanla gerçeğin gölgelenmesine olanak vermeyecek derecede parlamaya başladı ve gerçeğe dayanan teorilerin ortaya çıkmasını zorunlu kıldı. Bunların başında da Özel ve Genel Görelilik teorileri, Kuantum Mekaniği gibi teoriler gelmekteydi. Böylece bilim, yeni bir evreye taşınmış oldu. Ayrıca enerjinin niteliğine dair sırlar da daha fazla aralandı. 1905 yılında Einstein, Annalen der Physik dergisinde yayınlanan makalesinde enerji ve kütlenin eşdeğerliğine dikkat çekerek enerjinin, kütle ve ışık hızının karesinin çarpımına eşit olduğunu açıkladı.
Böylece enerji ve kütlenin birbirinden ayrık ve bağımsız değil, birbiriyle eşdeğer olan iki olgu olduğu ortaya konulmuştur. Çünkü kütle ve enerji eşdeğerliğinin ispatladığı bir diğer olgu da madde ve enerjinin birbirine dönüşebilir olmasıdır. Yani maddenin yok olduğuna veya yoktan var olduğuna dair bütün idealist teoriler çürütülmüştür. Artık enerji, kütle veya madde arasındaki ilişkinin ne olduğu bilinmektedir, bu olgular birbirinin biçimleridir.
Bioenerji, enerji olarak değerlendirilse de esasta enerjiden kastedilen bir sistemin iş yapabilme kapasitesidir. Temelde potansiyel ve kinetik enerji olmak üzere ikiye ayrılır. Potansiyel enerji, konum ve kütle kaynaklı, “yapılabilecek olanı” kapsayan enerji türüdür. Kinetik enerji ise “şu anda yapılan” işi ve hareketi kapsar. Bu sınıflandırma içerisinde birçok farklı enerji dalı da mevcuttur. Ancak bioenerji bilimsel olarak bu sınıflandırma içerisine alınmamaktadır. Bunun sebebi ise tüm iddialara rağmen bioenerjiye dair herhangi bir iz mevcut değildir.
Enerji ispatlanabilir ve ölçülebilir olmalıdır. Örneğin bir cismin potansiyel enerjisini, bir nükleer bombanın patladığında yaydığı nükleer enerjiyi, bir barajda elektrik enerjisine dönüşen mekanik enerjinin miktarını tespit etmek pekâlâ mümkündür. Yerçekimi potansiyel enerjisi, esneklik enerjisi, elektrik enerjisi, ses enerjisi gibi tüm değişik biçimlerdeki enerjinin miktarını tespit etmek ve varlığını ispatlamak olağan bir durum iken bioenerji olarak tanımlanan bu enerji hiçbir zaman tespit edilememiştir. Buna dair birçok iddia ortaya atılmıştır. Bunların bilim tarafından çürütülmesi de çok uzun zaman almamıştır. Denilebilir ki: “bir önermenin bilimsel olması için illa gözlemlenmiş olması mı gerekir?” Elbette hayır! Zaten bu sebeple bunlara önerme denmektedir. Ancak önermelerin ispatlı gözlemler ile uyumlu olması gerekir ve gerçek ile temas edebilir bir teori ile sunulması gerekmektedir. Yani ipin ucu görünebilir olmalıdır ki bilimsel olarak sayılabilsin. Önermeler anlaşılamayan bir olguyu açıklamaya, aşılamayan bir sorunu aşmaya dair mevcut gözlemler ile uyumlu bir şekilde inşa edilmelidir ve bir ispat süreci işletilebilir olmalıdır. Örneğin evrim teorisi böyledir, dolayısıyla bilimseldir, sınanabilirdir, anlaşılamayan olguların anlaşılmasına dair inşa edilmiştir. Mevcut gözlemler ile uyumludur, uyumsuz olduğu yerde ise tamir edilebilirdir. Ayrıca bir teoridir. Çünkü kendini sürekli olarak ispatlayarak veya geliştirerek ilerler. Ancak bir “fırtınalar yaratan Zeus” fikri gerçek ile uyumlu değildir. Herhangi bir gözlem ile sınanabilir değildir. Herhangi bir sorunu gerçek ile ilişkili biçimde açıklama veya çözüme ulaştırma amacı taşımamaktadır ve bu sebeple bilimsel bir önerme de değildir. Bioenerji de bu şekilde herhangi bir ispat veya araştırma ihtiyacı gütmemektedir. Şöyle düşünmek gerekir: tıp alanında her gün binlerce araştırmacı yeni teknikler ve teoriler geliştirirler. Bu teorilerin gerçek ile uyumlu olup olmadığını anlamak için ise gözlem ve deney süreci işletirler. İspatlanan ve deneysel gözlemler ile karşılık bulan teoriler geliştirilmeye devam eder. Gerçek ile buluşamayanlar, istenilen karşılığı oluşturmayanlar ise terk edilir. Ancak sözde bilimlerde böyle bir amaç yoktur. Bioenerjinin ne olduğuna dair herhangi bir araştırma bilim çevresince de bioenerji takipçileri tarafından da yapılmamaktadır. Bilim tarafından bioenerji önermesi bilimsel olmadığı gerekçesi ile araştırılmaz, bioenerji taraftarları ise bilimi bir kisve ötesinde görmediklerinden böyle bir amaç ve vasıf taşımadıkları için araştırmazlar.
Yaşam ve hareket için gereken tüm kuvvetler anlaşılmış ve tanımlıdır. Aynı zamanda gözlemlenebilir ve ölçülebilirdir. Yani herhangi bir bioenerji, ruh vs. gibi ekstra olguya bilimsel olarak ihtiyaç da yoktur. Çünkü bilinç ve madde arasındaki ilişki, hareket ve enerji arasındaki ilişki, madde ve enerji arasındaki ilişki iyi biçimde açıklanmış durumdadır. Bu şekilde bir tartışma bilimde zaten mevcut değildir. Bu alandaki sorular çok yönlü biçimde cevaplanmıştır ve cevaplanmaya da devam edilmektedir. Bilinen 4 temel kuvvet veya olası beşince ve altıncı kuvvetler de bioenerjiye kaynak olabilecek olgular değildir.
BİOENERJİ DE TIPKI ASTROLOJİ GİBİ SÖZDE BİLİMLER İÇERİSİNDE YER ALIR
Görülmektedir ki bioenerjinin herhangi bir dinden çokça bir farkı yoktur. Bilimden aşırma terimler ise sözde bioenerji uzmanları tarafından “yetkin” ve “ikna edici” görüntü elde edebilmek adına kullanılmaktadır.
Ayrıca fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkların herhangi bir pozitif veya negatif enerji yük alımı ile tedavi edilmesi mümkün değildir. Çünkü bu rahatsızlıkların kaynağı enerji de değildir. Enerji dengesinde bozulma sebebi ile oluşan hastalıklar diye bir kullanım tıpta mevcut değildir. Çünkü hastalıkların sebebi tespit edilerek uygun tedavi yöntemleri geliştirilebilmektedir ve faydaları ispatlanabilmektedir. Ancak bioenerji uygulamalarının ise psikolojik rahatlama istencine karşılık bulmak dışında herhangi bir olumlu iyileştirici etkisi ispatlanamamıştır. Buna dair hiçbir maddi veri mevcut değildir.
Bioenerjinin varlığına ispat olarak ortaya atılan Kirlian fotoğrafçılığı gibi önermeler ise çürütülmüştür. Vücuttaki bioenerji ışımasının Kirlian tekniği ile ortaya çıkarıldığına yönelik iddialara, yapılan çalışmalar neticesinde büyük ölçüde yüzeylerdeki su ve nemden kaynaklanan ışık kırılmalarının sebebiyet verdiği görülmüş ve herhangi bir enerjiye ispat olarak görülemeyeceği ortaya konmuştur.
Sorun sadece bu şekilde bir enerjinin kendisinin tespit edilemiyor oluşu da değildir. Böyle bir enerji olması durumunda kendisi tespit edilemese dahi diğer enerji alanları üzerinde etkisi mevcut olabilirdi. Ayrıca bu enerji alanının enerji taşıyıcı parçacıklarının da olması gerekirdi. Ancak bu şekilde bir etki de mevcut değildir, anlaşılamayan etkilere de bu önermeler kaynaklık edemeyecektir.
Yani bioenerji tamamen bir sözde bilimdir. Büyücülük ve sihirbazlıktan köken itibari ile bir farkı yoktur, önermeleri de idealisttir. Bu yönelimler, bilimsel bilgi birikimi ve gelişimi köstekler, herhangi bir alanda bir araştırma veya gelişime yol açmazlar. Ayrıca bu gibi yaklaşımlar, toplumun sorunlarının gerçek kaynağını tespit etmesinin ve bu kaynaklara yönelmelerinin de önüne geçer. Halk sağlığını sürekli olarak tehlike altında tutan gerici sistem, bu gibi sözde bilimlerin yaygınlaşmasına yalnızca sessiz kalmamakta, aynı zamanda yaygınlaşması için olanaklar sağlamaktadır. Bilimsel hiçbir dayanağı olmamasına rağmen “şifa” adına sürekli olarak propaganda edilmeleri de buna işaret etmektedir. Gerici sistem, gerici ideolojisini besleyen sözde bilimlere sürekli olarak yol açarken halkın gerçek ile olan bağını daha fazla koparmayı hedeflemektedir. Bu sebeple bilimsel yöntemden beslenmeyen, bilimin ortaya çıkardığı gerçekleri çarpıtma üzerine kurulu tüm fikirler ile mücadele etmek gerekmektedir. Kuşkusuz toplumsal sorunlardan ayrı olmayan psikolojik rahatsızlıkların da tedavi edilmesi gerekir ve bu tedaviler mümkündür. Ne var ki bunun yolu kökeni büyü ve sihir olan bioenerji değildir, sağlıklı iletişim, paylaşım ve çözüm arayışıdır, doğru yoldan toplumsallaşmadır.