Belediye-İş: “Ergün Atalay’ın ağzından çıkan sözler bir anlayışın ürünüdür”

HABER MERKEZİ- Belediye-İş Sendikası, hükümetle yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde, işçiler lehine bir fiyasko sayılabilecek %8+4 zam oranına imza atarak işçilerin, emekçilerin tepkisini toplayan Türk-İş yönetimine dair bir açıklama yayımladı.

Türk-İş Konfederasyonu’na bağlı en büyük sendikalardan birisi olan Belediye-İş Sendikası, Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın mikrofonu açık unutarak “uzasa işi karıştıracaktık, en azından kapattım böyle” sözlerinin bir kişiye ait olmadığını ifade ederek bir anlayışın ürünü olduğu belirtti.

Belediye-İş’in açıklaması şu şekilde; “Türk-İş Yönetimi, aylardır devam eden toplu sözleşme sürecinde yapması gerekenleri yapmayan, aldığı eylem kararlarının uygulanabilirliğine kendi bile inanmayan, sadece yapmadıklarının teorisini üreten bir yönetim anlayışının yapabileceği şeyi yaparak işi kapatmıştır.

Belediye-İş, yandaş konfederasyonların her tarafı sardığı, evrensel sendikal ilkelerin yok sayıldığı bir dönemde, ülkemizin en büyük konfederasyonu olan Türk-İş’in, ülkemiz işçi sınıfının umudu olması gerekirken, Türk-İş’in iyi yönetilmediğini, Türk-İş’in ve ülkemiz işçi sınıfının böyle bir yönetim anlayışını hak etmediğini her fırsatta gündeme getirmiş bir sendikadır.

Belediye-İş, Türk-İş yönetiminin emekçilerin yeniden umudu olmak, “Ankara’da Türk-İş var” dedirtmek için, yüzünü sınıfa dönmesi gerektiğini, tabandan gelen isteklere duyarlı bir anlayışla yönetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Yandaş Konfederasyonlar iktidar desteği ile Türk-İş’e bağlı sendikalara saldırdığında, iktidarın Türk-İş yönetiminin yerine yandaş konfederasyonu getirme çabalarında Türk-İş yönetimi; laf ola beri gele birkaç açıklama dışında sadece seyirci kalmıştır.

Kısacası Türk-İş Yönetimi; her kritik dönemde yüzünü tabanına dönmek yerine, siyasi iktidara dönmüş, iktidarın tepkisini çekmemek için, kendi tabanlarını bile karşısına almaktan çekinmemiştir. O nedenle bugün yaşananlar sendikamız açısından şaşırtıcı değildir.”

Belediye-İş açıklamasını şu sözlerle sonlandırdı: “Burada önemli olan belirli işletmelerde değil, başta belediyelerdeki arkadaşlarımız olmak üzere tüm 5 ay 29 gün çalışan işçilerin kadroya alınmasıdır.

Türk-İş Yönetimi; 696 sayılı KHK kapsamında taşeron şirketlerden kamuya ve belediye şirketlerine geçen 900 bini aşkın taşeron şirket işçisini de düşünerek işi karıştırmayı göze alabilmeliydi.

Türk-İş Yönetimi, yıllarca kamuda iktidar eliyle büyütülen yandaş Hak-İş’in kamu toplu sözleşme sürecinde ilk kez bu sene taslak hazırlayıp Bakanlıkla görüşmelere başladığını, iktidarın yandaş Hak-İş’i bir kez daha açıkça destekleyebileceğini ve bunun nasıl sonuçlar ortaya çıkarabileceğini de hesaplamalıydı.

Türk-İş Yönetimi, iktidarın kıdem tazminatını bireysel emeklilikle birleştirerek fona devrine ilişkin girişimini de düşünerek bir duruş sergilemek için işi uzatmayı, işi karıştırmayı göze alıp bu işi kapatmamalıydı.

Kısacası, 2019-2020 yılı Kamu toplu iş sözleşmesi çerçeve anlaşması sadece bir sözleşme değil bir tavırdı. İşçiden, emekçiden yana bir duruş bir tutum almaydı. Kamu toplu iş sözleşmesi çerçeve anlaşması 696 KHK kapsamındaki yüzbinlerce işçi için bir umuttu.

Türk-İş yönetimi, “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” söylemiyle ve aldığı ve alamadığı kararlarla, bu tavrı bu duruşu gösterememiş, umut olamamıştır. Üzücü olan budur. Ancak kimse günah keçisi aramamalıdır.

Bu sözleşmenin vebali, sadece tek başına Türk-İş Yönetiminde değil, aşağıdan yukarıya emekçilerin haklarını dert etmek yerine, kendi küçük menfaatleri peşinde koşanlardadır. 

Türk-İş’in emekçi halkımız için yeniden umut olabilmesinin yolu, yüzü emekçiye dönük, emekçinin dertleriyle dertlenen ve emek mücadelesine inanan bir yönetim anlayışıyla mümkündür.”